Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi 2013 yılında bir grup akademisyenin öncülüğünde kuruldu. Amacı, Türkiye’de erkeklik çalışmaları yapan akademisyen ve araştırmacıları bir araya getirmek, bu yeni çalışma alanını yaygınlaştırmak. Erkeklik konusunu, eleştirel bir bakışla ele almayan bir toplumsal cinsiyet çalışmaları literatürünün eksik kalacağı ortada. İnisiyatif bu konuda çalışanlara alan açmak, hem akademiyi eleştirel erkeklik kavramı ve literatürü ile tanıştırmak, hem de bu bilgi ve ilgiyi akademi dışına taşırıp kamuoyunda farkındalık yaratmak amacı taşıyor. Bu amaçla çeşitli bilimsel toplantılar düzenliyor ve Türkiye’de bir ilk olan, Türkçe ve İngilizce yayınlanan Masculinities: A Journal of Culture and Society başlıklı dergiyi çıkarıyor. İnisiyatifin son çalışması, Şiddetsiz Erkeklik Atölyeleri El Kitabı. Bu el kitabı, 'erkeklik nedir' sorusundan yola çıkıp, erkeklerin cinsiyet eşitliği mücadelesindeki yerine uzanan bir tartışma ile başlıyor. Katılımcıları bu tartışmaya katmak, erkekliğin ayrıcalıklarını, eril şiddeti sorgulamak ve bunun üstesinden gelmek için neler yapılabileceği üzerine birlikte düşünmek amacıyla tasarlanmış 16 atölye ile devam ediyor. El kitabını hazırlayan bir grup inisiyatif üyesiyle, Nurseli Yeşim Sünbüloğlu, Selin Akyüz, Çimen Günay Erkol ve Gülden Sayılan’la yaptıkları çalışma hakkında konuştuk. Bu arada, ekibin diğer üyesi olan Bilhan Gözcü’yü ve ekibe gönüllü destek veren Oğuz Can Ok’u da analım. Yakın zamanda yaşadığımız ifşa sürecinin ve daha üç gün önce katledilen Dr. Aylin Sözer ile adı medyada yer bulamayan erkek şiddeti kurbanlarının yarattığı öfke ve kedere karşın, bu atölyelerin, bir avuç kişiye de olsa, farklı bir erkekliğin mümkün olduğunu göstermesini umalım.
Önce biraz bu el kitabından bahseder misiniz? Hangi niyetlerle ve nasıl hayata geçirdiniz bu projeyi?
Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi (EEİİ) ile Özyeğin Üniversitesi’nin ortak bir projesi olarak yürüttük bu çalışmayı. Projenin içeriğini inisiyatif olarak biz dizayn ettik. Dolayısıyla Şiddetsiz Erkeklik Atölyeleri El Kitabı hazırlamak tamamen bizim fikrimizdi. İsveç Başkonsolosluğu’nun Türk-İsveç İşbirliği Hibe Fonu’na başvurduk. 10 aylık bir sürede projeyi tamamladık.
EEİİ olarak ilk bir araya geldiğimizde başka önceliklerimiz vardı. Bir proje hayata geçirelim kaygımız yoktu. Atölyeler yapalım, daha fazla farkındalık yaratalım, küçük el kitapları hazırlayalım, küçük bilgi notları hazırlayalım, konferanslar yapalım istiyorduk. O yüzden ilk o kapsamda çalıştık, akademi içerisinde bir zemin yaratmış olduk. Ama son bir iki senedir, yaptıklarımızın, yapmak istediklerimizin, niyetlerimizin bir çıktısı olsun istiyorduk. Bu el kitabı da bu niyetin ürünü.
Kısaca Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi’nden söz eder misiniz?
İnisiyatif 2013 yılında bir araya geldi. 2014’te ilk uluslararası erkeklik konferansını düzenledik İzmir’de. Aynı yıl Masculinities: A Journal of Culture and Society adlı hakemli dergiyi de çıkarmaya başladık. 14'üncü sayıya ulaştık. Hem Türkçe hem İngilizce makalelere yer veriyoruz. İnternet üzerinden derginin tüm sayılarına ücretsiz erişilebiliyor. İkinci uluslararası konferansımızı da İstanbul’da 2019’da düzenledik. İşler akademik olarak başladı, sonra biraz daha toplumsal etki yaratacak işlere kaymak, sahada da yansımasını göreceğimiz işler yapmak istedik. Bunlardan biri Zorunda mıyım? başlıklı bir broşürdü. Cinsiyet rollerinin insanlar üzerinde yarattığı baskıyı anlatmaktı amacımız.
Şimdi Türkiye’de erkeklik çalışmaları alanı biraz daha gelişti, çalışma sayısı arttı. Fakat siz başladığınızda o kadar yoktu sanırım değil mi? Çeşitli çevrelerden ne tür tepkiler alıyorsunuz?
Bazen erkekliğin eleştirel kısmı hiç yokmuş gibi, “erkekçi” çalışma yapıyor gibi algılanıyoruz. Erkekleri savunuyor veya “onların acılarını anlamalıyız”, diyormuşuz gibi görünüyor. Bu şekilde bakan bir güruh var. Biz de anlatamıyoruz demek ki. Geri dönüp onu nasıl anlatacağız diye tekrar tekrar düşünüyoruz. “Şu tarihten beri erkeklik çalışıyorum”, dediğimizde, “sen feminist değil miydin”, diyorlar. Muhafazakâr kesimden de başka tür saldırılar oluyor. Mesela, Akit gazetesi, sempozyumda sunulan birkaç bildiriyi merkeze alıp bizi karalayan bir yayın yapmıştı. Cinsiyet eşitliğinden ya da farklı cinsel kimliklerden, onların erkeklik deneyimlerinden bahsettiğiniz noktada hedef oluyorsunuz.
Aslında meselenin bir cinsiyet sistemi meselesi olduğunu ve herkesin bundan yara aldığını görmek, kabullenmek zor galiba. Sanki bir ihtiyaçlar hiyerarşisi varmış gibi. Elbette burada failin tarafını tutmuyor kimse. Derdimiz, “cinsiyet düzeninden erkekler de zarar görebiliyor” derken, onları kadınlarla eşitlemek değil. Eşit bir zarar görme halinden bahsetmiyoruz. Erkeklik çalışmaları, özellikle eleştirel erkeklik çalışmaları zaten feminist çalışmalara, LGBTİ alanındaki çalışmalara dayanan, oradan beslenen, oradan doğmuş bir alan. Erkeklik değil de, eleştirel erkeklik çalışmaları olması da bundan.
Çok basit gibi görünen ama çok da komplike olduğunu düşündüğüm bir soru sormak istiyorum: Erkeklik nasıl bir konumlanış?
Erkekleri homojen bir kategori olarak almadığımızı söyleyebiliriz. Cinsiyet kimliğine, cinsel yönelime, sınıfa, dine, mesela engellilik durumuna, mülteci olup olmamaya göre belirlenen birçok erkeklik deneyimi var. Cinsiyetçiliği de, şiddeti de bütün bu erkeklik grupları farklı farklı deneyimliyor. Her grubun eşit ayrıcalığı da yok. Bazı gruplar cinsiyet kimliklerini oluşturan diğer unsurlarla ilişki içinde daha az pay alıyorlar ayrıcalıklardan. Ya da marjinalize ediliyorlar. Erkeklik çalışmalarının niyeti biraz da o güç ilişkileri içindeki farklılığı görebilmek ve sorgulamak. Erkek gruplarının da farklı şekillerde konumlandığını görebilmek.
Erkeklik bir konum. Erkeklik dediğimizde hem bir bedensel performanstan, hem de bir konumdan bahsediyoruz aslında. O konum ve o performanslar belirliyor onu öteki erkeğe ve erkek olmayanlara göre her zaman. O yüzden erkekten değil, erkekliklerden bahsediyoruz. Sürekli karşıtını yaratan bir mekanizma olarak da tanımlanabilir. Erkekliği, kendisini yeniden üreten bir şey olarak tanımlayabiliyoruz. Ve kırılgan bir şey tanımlıyoruz bu arada. Çünkü erkek olarak devam etmek çok zor bir şey. Kendini sürekli olarak yeniden üretmediğin takdirde iktidarı kaybediyorsun ve bu sürekli bir tehdit aslında.
Erkekliğin kurulmasında kurumların da büyük rolü var. Aile, medya, devlet, sokak. O yapıcı kurumlar da erkekliğin yerleşik hale gelmesinde ya da krize girmesinde veya kırılmasında çok etkili.
Bütün bu erkeklik normları yüzünden, performansı sürekli güçlü, canlı tutma kaygısı yüzünden şiddete maruz kalmış erkeklerin deneyimlerini konuşmak da mümkün olmuyor. Orada öyle karanlık bir alan var aslında üzerine konuşamadığımız. Çünkü öyle bir dil geliştirmemişiz tam olarak. Şiddete maruz kalan kadınlar üzerine konuşabiliyoruz, öyle bir kavram setimiz, öyle bir dilimiz var ama erkekler üzerine konuşmak söz konusu olduğunda bu normlar sürekli önümüze çıkıyor. Bir şekilde iktidar alanından dışlanan ya da uzaklaşan diğer erkekleri, marjinalize edilen diğer erkekleri de konuşamıyoruz erkeklikle iktidarı eşitlediğimizde. Mülteci bir erkek nasıl hissediyor, eşcinsel bir erkek, sakat bir erkek nasıl hissediyor, onu konuşma kapısı kapanıyor.
Atölye tasarımınıza gelirsek, bu el kitabının içeriği nedir ve kimlerin kullanımına sunuluyor?
Bu el kitabını, özellikle erkeklikle ilgili çalışma yapmak isteyen sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimlerin eşitlik birimleri için hazırlamak amacındaydık zaten. Dolayısıyla biz bunun basılı halini bu kurumlara dağıtacağız. Ayrıca ülke çapında bir tanıtım faaliyeti düzenleyeceğiz. Bir de web sitesi hazırlığındayız. Oraya da bütünüyle açık erişim şeklinde koyacağız. İsteyen herkes o el kitabına erişip onu kullanabilecek. Bu kitabı özellikle sivil toplum kuruluşlarının kullanımı için hazırladığımızdan 4 günlük bir çalıştay düzenledik. Ve yirminin üstünde sivil toplum kuruluşu ile bir araya geldik. 3 grubu ön plana alıp kapsayıcı olmak niyetimiz vardı. LGBTİ’ler, mülteciler ve engeli olanlar. Buradaki uygulamaların birçoğu standart uygulama ama biz kapsayıcı olmak adına bu uygulamaların epey bir üstünden geçtik. Bir de bağlama uygun hale getirdik. Ve olabildiğince sivil toplum kuruluşlarından aldığımız geri bildirimlerle şekillendirdik. Onların yorumlarını olabildiğince kapsamaya çalıştık el kitabının içeriğinde de. Hazırlanış sürecinde de kullanmasını umduğumuz gruplarla bir arada çalışmaya gayret ettik. Hem onların ihtiyaçlarına, hem de sahada karşılaştıkları sorunlara odaklanmış olduğumuzu umuyoruz.
4 alana odaklandık: Erkek sağlığı, işyeri, spor, babalık. Dünyada bu alandaki çalışmalardan bir seçki yaptık. Güney Afrika’da, Brezilya’da da çok başarılı çalışmalar yapılıyor, Kanada’da da yapılıyor. O çeşitliliği görmek önemli. O bölümde biz cinsiyet eşitliği için çalışan feminist, profeminist örgütlerin de en bilinenlerinden, en başarılı çalışmaları olanlarından bir seçki yaptık. Şunu göstermek önemliydi: Erkek örgütlenmesi sadece erkek hakları tandanslı yürümüyor. Bir de feminist, profeminist yaklaşımla, cinsiyet eşitliği için çalışma yapan örgütler var.
Erkeklerin cinsiyet eşitliği mücadelesindeki yeri ne, sorusuna da yanıt arıyorsunuz. Bu tür örgütlerden biraz bahsedelim mi?
Bunlardan bir kısmı, Rahatsız Erkekler, Ataerkiye Karşı Erkekler, Voltrans, Erkek Muhabbeti... Erkek Muhabbeti, “Erkek nedir?” diye bir video çekti. Atölyeler yaptılar erkeklerle erkekliği konuşan. Şimdi bir de Yanındayız var. Diğerleri gönüllü iken, Yanındayız şirketlerle çalışıyor. AÇEV’in Baba Destek Programı’nı çok önemsiyoruz. Bir süre sonra, cinsiyet ilişkilerinden bahsetmeden, erkekliğe değmeden babalıktan bahsetmenin mümkün olmadığını fark etti insanlar.
Erkeklere ikili cinsiyet rejiminin sorunlarını anlatmak neden zor?
Ayrıcalıktan feragat etmek çok kolay değil. Bu konulara daha aşina olacaklarını düşündüğümüz erkeklerin dahi erkeklik üzerine konuşmak için kavramları yok. Erkeklik üzerine düşünmek çaba gerektiriyor. Bazı ayrıcalıklardan feragat etmeyi gerektiriyor. O da çok kişinin işine gelen bir şey değil. Belki de o yüzden eşitlik adına bir şey yapmak isteyen, öyle bir niyeti olan erkeklerin ilk yaptıkları, var olan kadın veya LGBTİ gruplarının içinde kendilerine yer açmaya çalışmak oluyor. Halbuki biz el kitabında erkeklerin kolektif çalışma yapmasının eşitlik için gerekli olduğunu ama bunun için kendi alanlarını oluşturmaları gerektiğini vurguladık. Var olan alanın içine zorla girmeye çalışmaktansa -o alanın başka tarihçesi var, başka ihtiyaçlardan doğmuş- erkeklerin kendilerinin bir araya gelerek eşitlik için mücadele etmek adına bir çaba harcamaları lazım. Kendilerini dönüşümün öznesi haline getirmeleri önemli. Herhangi bir feminist örgütlenmenin içinde yer bulabiliyorlarsa tabii ki girsinler. Ama zorlamasınlar ille ben de burada olacağım diye. Önemli olan bir araya gelmeleri ve özdüşünümsel bir şekilde birlikte konuşabilmeleri. Onun, bunun, şunun için değil. Toplumsal cinsiyet eşitliği için. Sistemi dönüştürmeye niyetli diğer erkeklerle bir arada olarak somut, hayatta etkisi olacak bir şeyler yapmaları mümkün. Öbür türlü iktidar alanından uzaklaşmış oluyorlar ve marjinalize edilme riskiyle karşı karşıyalar.
Birbirimizden öğrenme olanaklarını azalttıkça bunu dezavantaj olarak yaşadığımızı düşünüyoruz. Erkeklerin kendi kendilerine bir şey başlatmaları gerçekten önemli ama kendi kendilerine pek bir yere gidemiyorlarsa birilerinden öğrenmeleri gerekiyor ama birileri o kapıyı asla açmıyor. Herhangi bir LGBTİ örgütün, herhangi bir feminist örgütün içinde -mecbur da değil kimse adamları dinlemeye ama– kimse kimseyi dinlemiyor, herkes kendi adacığı içinde kendi yaptığı şeyin en doğrusu olduğunu düşünerek ilerliyor ve biz aynı şeyleri yaşamaya devam ediyoruz. Her gün kadınların öldürüldüğü bir Türkiye’ye, dünyaya uyanıyoruz ve hâlâ adamlar birbirini boğazlıyor, hâlâ insanlar ne olduklarını özgürce söyleyemiyor ve biz bu dünyaya çocuk getiriyoruz ve bu çocukları yetiştirmek zorundayız. Dünya giderek daha çekilmez bir yer haline geliyor. Bir yerden başlamamız gerekiyor. El kitabı da yeterli değil. Artık kahveye mi gideriz, yan yana oturduğumuz insanlara bir noktadan sonra bazı şeyleri daha samimi mi anlatmaya başlarız... Samimiyet gerekiyor. O yok. Birbirini anlamaya, duymaya, dinlemeye çalışmak yok. Artık ses çıkarmak, susmamak gerekiyor.
Kitapçıktaki atölyelerden biri, somut olarak 'ben ne yapacağım' sorusuna odaklanıyor. Cinsiyet eşitliğini sağlamaya çalışan bir erkek olarak evde ne yapacağım, sokakta, iş yerinde ya da sanal alemde ne yapacağım, sorusunu da sorduruyor. Dolayısıyla, şunu da önemsiyoruz: Erkeklerin genel olarak şu yapılmalı, bu yapılmalı gibi, meseleyi sürekli olarak dışarıya yönlendirmesi, birilerinin görevi gibi tanımlaması değil de, özne olmaları önemli. Kendileri somut olarak ne yapacaklar? Biraz bunu kafalarında canlandırmalarını istiyoruz.
Bunu yapmak da ikili cinsiyet rejimini sorgulamadan mümkün değil. Sorunuzun en başına dönecek olursak, adım atabilmek için önce var olan sistemi verili ve doğal kabul etmemek, onu sorgulamak gerekiyor, diyebiliriz sanırım.
Çözüm için çok genç yaştaki insanlarla çalışma yürütmeyi düşünüyoruz. Atölye tam da bunların konuşulabileceği, bütün o kırılganlıklardan, bütün o çelişkilerden, erkeklerin de üstlerindeki baskılardan bahsedebilecekleri, hem de umuyoruz ki, ayrıcalıklarıyla yüzleşebilecekleri, o ayrıcalıkların bir kısmının eşitsizliği ne kadar beslediğini görecekleri güvenli alanlar olsun diye bir kaygımız vardı. O yüzden atölye, seminer değil.
Eril şiddetin bir başka yönüne bakalım. Yeni yeni adı konulan ve konuşulur olan şiddet/taciz türleri var: Gaslighting, love bombing, flört şiddeti, ısrarlı takip gibi. Bunlar aşkın tezahürü veya sevgi/beğeni gösterisi gibi algılanıyor/sunuluyor. Atölyelerin kapsamına bunlar da girecek mi?
Şiddet türlerine odaklanan bir ya da iki uygulamamız var. Bunları da içermesi için çabaladık. Kitabın başında şiddet türlerini tanımladığımız yerde şiddet türlerine odaklanmaya başladık. Olabildiğince kapsamlı, örnekler vererek değindik. Küçük bir sözlüğümüz var, orada da anlattık. Özellikle genç kitleye ulaşmak istiyorsak, çok önemli buluyoruz. Tam da sizin söylediğiniz yerden meşrulaştırıyorlar. Aşktan, sevgiden, çok sevmekten, acılı sevmekten, derin sevmekten meşrulaştırıyorlar maalesef. Hatta sevmenin bu biçimi için edebiyatçıları suçluyorlar. Bazen öğrenciler, “romanlardaki aşklardan çok etkileniyoruz” diyorlar. Dolu dolu sevmek, deli deli sevmek…
Geçenlerde bir kadın arkadaşla konuşuyorduk. “Geriye dönüp baktığımda, yaşadığım şeylerin şiddet olduğunu şimdi anlıyorum” dedi. Aslında her iki cins için de bir öğrenme süreci bu. Fiziksel şiddet vb. bunlar çok daha net şeyler. Neyin ne olduğu belli. Ama farklı şiddet biçimleri, özellikle adını yeni koyduklarımız cinsler arası ilişkinin dinamiklerinin temelinde olan şeyler. Sevgi nişanesi olarak düşünülen şeyler. O yüzden belki eşitlik için bir şeyler yapmak isteyen erkeklere de bir pay, bir alan bırakabiliriz bazı şeyleri öğrenmeleri için. Toptan bir şekilde fail olarak düşünüp yok saymaktansa bir kısım erkeğin de öğrenme sürecinde olduğunu düşünebiliriz, bir kısım kadın gibi. Birlikte dönüştüreceğimizi düşünebiliriz.
Duygusal ilişkiler içindeki bu tür şiddet biçimlerini sadece bir cinsiyete atfedemeyiz. Sevgi diye şiddet öğreniyoruz hep beraber, bir tahakküm ilişkisi öğreniyoruz. Birbirimizi sürekli kontrol etmeyi, kontrol edemediğimiz durumda yan yollara sapmayı öğreniyoruz.
Münevver Karabulut cinayetinin ardından bir metro istasyonuna “Herkes öldürür sevdiğini” yazmışlardı. Ezel dizisinden bir replik. Oscar Wilde’ın bir sözü, bir popüler kültür ürününden gündelik hayata yansıyor. Çünkü toplumsal karşılığı var.
Bazı örneklerde, tacizin bir şiddet türü olduğunun idrak edilmesi zor oluyor. Tacize uğrayan da bunun bir şiddet türü olduğunu düşünemeyebiliyor. Sadece cinsel suç gibi görebiliyor. Eril sistemden kaynaklandığı üzerinde durulmuyor. Yaptığınız işin bu konuda da bir farkındalık yaratacağını söyleyebilir miyiz?
Fiziksel şiddet üzerine konuşmak görece kolay. Çünkü ispatlanabilir ve gözle görülebilir ama taciz dediğiniz şey nerede başlıyor? Ya da cinsiyetçilik dediğiniz şey nerde başlıyor, nerde bitiyor? Onu herkesin sürekli sorgulaması gerekiyor. Yakın zamanda öğrencilerle cinsiyetçilik hakkında konuşurken, “Bu iltifattır hocam, cinsiyetçilik değildir ki. Bunu da mı yanlış anlayacağız?” diye büyük bir hayret dalgası geldi.
Birincisi, onu tanımlamayı bilmiyoruz, ikincisi, onu anlatacak yerimiz yok. Bu şiddeti beyan edecek, anlatacak alanlarımız da yok. O yüzden de susmak daha güvenli, daha kolay. Yok sayıp devam da edebiliyorsun. Anlatacak mekânı olsa, muhatabı olsa, söyleyecek sözünün bir karşılığı olsa belki söyleyecek. Burada da yine iş, sırasıyla farkındalık yaratıcı, caydırıcı ve cezalandırıcı kurumlara ya da medyanın öğretici rolüne dayanıyor. O alanların da eksik olması burada susmamızı kolaylaştırıyor.
Bir de, ifşa edene ya da beyanda bulunana hemen, “sen ne yaptın da, iş oraya geldi?” diye bakıldığı için o dayanışma ağlarının da güçlü olması gerekiyor. Hangi alanda olursa olsun, erkeklerin güçlü konumlarda olmalarının kadınları ne kadar tacize açık kıldığını, bunun sistemik bir şey olduğunu çok rahat görebiliriz. Atölyelerden birinde farklı ayrıcalıkları görmek, tanımak ve onların şiddeti nasıl beslediğinin farkına varmak yönünde bir çalışma var.
Kapak görseli çizim: Aslı Alpar