'Ermeni Ömer' adaleti

Eminağaoğlu belli ki hukuk ile Türk üstünlükçülüğü ve devletin âli çıkarları karşı karşıya gelince hukukun askıya alınabileceğine ikna olmuşlardan değildi. Böyle bir ceza kesilemeyeceğine hükmetti.

Abone ol

“İsmi, Yargıtay koridorlarında, ‘Ermeni Ömer’ olarak anılmaya başladı.”(1)

Alıntı Gökçer Tahincioğlu’nun t24’te yayınlanan bir yazısından. “Ermeni Ömer” kimdi ve kendisinden niye böyle bahsedilmişti? Yargıtay’da kimilerinin çekinmeden, muhtemelen suçlama, alay ve aşağılama motivasyonları ile “Ermeni Ömer” diyerek tahkir ettiklerini sandıkları kişi ise Hrant Dink’e açılan Türklüğe hakaret davasında Hrant Dink’in böyle bir suç işlemediğine hükmeden savcı Ömer Faruk Eminağaoğlu. Olay, Türk üstünlükçülüğünün yargıdaki açık ya da örtüsü kaldırabilir vahim tezahürlerinden biri. Bir hukukçunun böyle çağırılabilmesi işleyen bir demokrasi, sivil ve siyasi haklar ile özgürlüklerin adının değil kendisinin de olabildiği bir toplumda, eşitlik ve adalet gibi değerlerin içinin boşalmadığı bir kamusallıkta ve kozmopolit, dünyaya açık bir ülkede yaşamak isteyen herkesi endişelendirmeli, harekete geçirmeli diye düşünüyorum. Bu yazı, yukarıdaki tasvirde betimlenen dünyayı değerli ve arzulanır bulan birinin itirazı gibi de düşünülebilir. Ve nihayet bu yazı Türk üstünlükçülüğün düşünüş ve eyleyiş tarzına dair bir deneme olarak da okunabilir.

“Ermeni Ömer”i ilk okuduğumda bu lafı edenler siyasal manzarayı şöyle anlıyor olmalı diye düşünmüştüm: Bir tarafta her şeyin üstünde bir Türklük mefhumu... Sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti adının öyle değilmiş gibi gösterdiği devletin bilhassa “Türk’ün devleti” olduğu gerçeği ve bu devletin âli çıkarları. Dünyada da çıkarlarımızın uyuşmadığı milletler ve devletler var diye inanıyor olmalılardı. Devletsiz kalmak en büyük felaketti. Dolayısıyla bizi yaşatacak olan devleti korumak hukukçunun temel sorumluluğuydu. Bir mistifikasyondan ibaret devlet-i ebed müddet, devlet aklı, devlet geleneği vs. ile bezenen bekâ anlatısına imanın bir sonucu da şuydu: Doğrular, hakikât ve adalet, devletin çıkarına uymasa da hukukçu devletin yanında durmalıdır. Hukukçu öyle görünse dahi, apaçık adaletsizlik durumunda dahi, “Kanun Türkü” bir Ermeni’nin hakkının yendiğini düşünerek adil davranmaya kalkmamalıydı. Böyle hayatı, Türk’ün hayatı ve hakkı karşısında değersiz birinin hakkı yenmiş, adil davranılmamış olması durumunda bile ilin ve törenin yaşaması için adalet, hak, cari hukuk düzeni tatil edilebilir, askıya alınabilir diye düşünüyor olmalılardı. Başka türlü de düşünmüş olamazlardı o Yargıtay mensupları gibi gelmişti bana ve hâlâ da öyle geliyor.

Peki yukarıdaki bu insanlar gibi düşünen, gören ve alımlayan biri değilseniz? İçiniz kararır, kasvet ve kederler içinde kalırsınız. Gerçi Türk üstünlükçülüğünün bir muradı da budur: Kedere boğulup sesinizi çıkarmamanız, atalet ve apati içinde itaatkâr bir kan, et ve kemik yığınına dönüşmeniz. Türklüğün sadece üstünlükçülük, milliyetçilik tarafından yutulduğu, daha demokratik bir Türklüğe izin vermeyen bir evren.

Burada mesele kişisel olarak duyduğumuz keder ya da azap değil. Trajedi Hrant Dink’in başına gelenken Ö. F. Eminağaoğlu’na edilen lafı tartışmanın odağına koymak asıl mağduriyeti gölgelemektir. Ayrımcı, apaçık nefretten kaynaklanan ifadelerin sistemikliğinden, faillerden söz etmek yerine kederinden bahsetmek asıl mağduriyeti ıskalamaktır, mağduriyet hırsızlığıdır diyen de bulunacaktır. Sorunu yukarıdaki gibi çerçevelemenin mağduriyet tırtıklamak anlamına geldiğini düşünmediğimi geçerken söylemek isterim.

Nasıl başlamıştı her şey? H. Dink’in bir yazısıyla. Şikayet yağmuru üzerine harekete geçen mahkeme onu suçlu bulup 6 ay hapis cezası verdi. Hukuk kat kat, katman katman, çok kapısı var ve o kapıların ne zaman açılıp kapanacağı da belli olmuyor. İlk katta verilen bu kararın düzeltilmesi için bir üst kata başvuruldu. Dosya Ö. F. Eminağaoğlu’nun önüne geldi. Eminağaoğlu belli ki bu vak’ada hukuk ile Türk üstünlükçülüğü ve devletin âli çıkarları karşı karşıya gelince hukukun askıya alınabileceğine ikna olmuşlardan değildi. Belki de gayet pragmatik mülahazalarla onanacak cezanın ülkenin dışarıdan kötü görünmesine yol açacağını kattı hesaba, bilemeyiz. Ama sonuçta böyle bir ceza kesilemeyeceğine hükmetti. Ö. F. Eminağaoğlu Teneke’nin kaymakamı Fikret Irmaklı, Kurak Günler’in Yanıklar savcısı Emre gibi bir bürokrattı belki de, belki de alâkası yoktu bu tiplerle. Yazdıklarına şöyle bir göz atınca 1915’e soykırım diyen, tavizsiz bir anti-kapitalist, bir enternasyonalist, her türlü otorite ve devlete temelden itirazı bulunan bir komünist vs. olmadığı açıktı. Fethullahçılar eliyle tasfiye edilmişti, bugünlerde devleti kontrol eden Ülkücü, İslamcı ve ulusalcı “yerli ve milli” koalisyonun galebe çalmasıyla dışarda kalacak, laiklik konusunda hassas, ilerlemeci, Deniz Gezmiş anan, Hrant Dink’in öldürülmesine samimiyetle üzülen, Nazım seven ama mesela Kürt siyasetini solcu bulmayıp “kimlikçi” sayacak, kaideye, esasa ve usûle riayet etmeyi önemli addeden, iltimasa, kayırmaya (erken?) Cumhuriyetçi bir ethosla karşı çıkan biri denilebilirdi sanırım. İlk derece mahkemesi okuduğunu anlayamayan hukukçulardan teşekkül ettiği için mahkûmiyet kararı vermedi, yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığım üstünlükçü gözle gördüğü için çıkmıştı o karar kanımca ve Ö. F. Eminağaoğlu’nun mevzûbahis üstünlükçü bakışa bu vak’ada en azından iknâ olmadığı açıktı.

Ciddi hukukçular “Ermeni Ömer” demez, bunlar Yargıtay’ı töhmet altında bırakan, toptancı ve delillendirilemeyecek bir takım iddialardır, şahit, belge nerede diye şikayet edenler bulunacaktır. Kezâ bu tür durumlarda haberi yazan Gökçer Tahincioğlu’nun “kimlikçilik”, “etnikçilik” yaptığını, foncu, küreselci, Sorosçu vs. olduğunu iddia edenler de. Fakat G. Tahincioğlu’nun naklettiği şeyin gündelik hayatta varlığı ve yaygınlığı konusunda bu apolojileri boşa çıkaran çokça örnek var: 6 Haziran 2021 tarihinde Kısadalga’da Ersan Atar’ın haberinde karşımıza çıkanlar gibi.(2)

Kepsut L Tipi Cezaevi’nde 31 Aralık 2016 gecesi, Adli Tıp Kurumu’nun akıl sağlığının yerinde olmadığına karar verdiği adli hükümlü Ulaş Yurdakul diğer mahkumlar tarafından dövülerek öldürülür. Cezaevine konduğu günden itibaren diğer mahkumlardan şiddet gördüğü ve Batman doğumlu bir Kürt olduğu da haberde mevcut. Cinayette adı geçenlerden İbrahim Armağan’ın annesiyle yaptığı telefon konuşmasının dava dosyasına giren dökümünü okuyalım:

İbrahim Armağan: Buradan bir tane de ölü çıktı, Allah razı olsun.

Annesi: Kimlerden?

Armağan: Batmanlı (küfrederek) biri öldü gitti. (Yine küfrederek) teröristi…

Annesi: Poli (Sanık Recep Okumuş’un lakabı) ne yapıyor?

Armağan: (Küfrederek) O da paket, o da var olayın içinde. Sekiz kişi varız. Serkan abi ‘Ben yaptım’ diyor. Serkan abim, Allah razı olsun, alıyor üstüne. Bakalım. Serkan abi yırttıracak bizi de biraz uğraştıracak bizi.

Annesi: Olsun bakalım, sağlık olsun ama karışmayaydınız iyiydi oğlum be.  

Armağan: Ya askere git, askere git dedin. Millet dağda öldüremiyor teröristi, biz burda öldürdük işte, daha ne istiyon.

Annesi: Yani…

Armağan: Allah'ın teröristi.

“Allah razı olsun”lar, “abim”ler, “paket”ler, küfürler… Bu dil, annenin karışmasaydınız iyiydisine evladın milletin dağda öldüremediği teröristi öldürdüğünü söyleyip daha ne istiyorsun diye azarlanmasına “yani” diyen bu hâl.

Birini döverek öldürmeyi düşünelim: İnen yumruklar, savrulan tekmeler, can çekiştiğini, inlediğini, bağırdığını, belki merhamet dilendiğini gördüğünüz bir canlıyı yumruklarınızla, ayaklarınızla, elinize ne geçirdiyseniz onla haşat ederek, canı çıkıp son nefesini verinceye kadar vurmak. Bütün bunları yaparken bir an dahi ne yaptığını düşünmemek, tereddüt etmemek, geri çekilmemek. Ne için yapıyorsunuz bu zalimliği? Karşınızdaki insan için akli dengesi yerinde değildir raporu tanzim edilmiş. Bir “Kanun Türkü”, bir Türk kadar değeri olmağını düşündüğünüz “terörist”. Toplaşıp aranıza alıyor ve döverek öldürüyorsunuz zerrece pişmanlık belirtisi göstermeden. Günler, aylar geçiyor lincin üzerinden ve telefonda annenize aşikâr ki etnik kimliğinden ötürü otomatik olarak terörist saydığınız kişiyi öldürüşünüzü böbürlenerek anlatıyorsunuz. Anneniz de “Yani…” diyor.

Meselemiz kanımca şu: İbrahim Armağanların ya da Yargıtay’daki kimi hukukçuların var oluşunda ortak ve hiç de istisnai olmayan bir akıl yürütme, kendisi gibi olmayana dair özelleşmiş bir algı ve meşrulaştırma biçimi var. Canımızı sıkıyorlar Sabiha Gökçen 1915’in Ermeni yetimlerinden biri olabilir diyerek. Ya da koğuştaki Kürt varlığıyla, söyledikleriyle tadımızı kaçırdı. Kimse gerçeğimizi bizden alamaz. Tadımızı kaçırana bedelini o ya da bu yolla ödetiriz. “Ermeni Ömer” diyen hukukçulara ya da İbrahim Armağanlara sorabilseydik niye diye konunun 1915’le, Sabiha Gökçen’le veya Kürtlükle bir ilgisi olmadığını anlatacaklardı kamu önünde. Hakikat elbette Yargıtay’ın güvenli koridorlarında, anneyle hususî telefon konuşmalarında dile gelen. İbrahim Armağanlar bir anlık sinirle ya da maktûlün “Kürtçü” davranması sebebiyle cinayeti işlediklerini anlatacaklardı muhtemelen. Yargıtay’daki o hukukçular diasporanın oyunları, sözde Ermeni soykırımı, Türk düşmanları ile bezeli şeyler söyleyip aba altından sopa göstereceklerdi herhalde. Yargıtay’da “Ermeni Ömer” diyebileninden milletin dağda öldüremediği teröristi öldürdük burda diye gururlananına kadar, “Ya Doğulular geliyor, gitme oraya” diye tavsiye veren akademisyenden, Buika konserinde anadilinde bir şarkı söyledi diye Aynur’u yuhalayanına kadar hemen hemen herkeste şiddeti ve kesafeti değişmekle beraber var olan o şey. Asıl dert edilmesi gereken şey o sanırım. “Ermeni Ömer”de kendisini açık edeni mahkûm edebilmek, onu yenmek hava kadar, su kadar, ekmek kadar ihtiyaç, bir görev ve bir borç.

NOTLAR: 

(1) https://t24.com.tr/yazarlar/gokcer-tahincioglu-yuzlesme/ya-sev-ya-terk-et-dink-dosyasina-girmeyen-yuz-cevrilen-gercekler,42310

(2) https://kisadalga.net/haber/detay/cezaevinde-kurt-diye-linc-edilen-ulas-yurdakul-davasinda-indirimli-ceza-bozuldu_7681