Ermeni ve Azeri akademisyenler yanıtlıyor: Karabağ'da barış nasıl mümkün olacak?

Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmalar Rusya'nın araya girmesiyle anlaşma ile sonuçlanmış görünüyor. Ancak uzak geçmiş bir yana Sovyetler Birliği'nin dağılmasından bu yana iki halk arasında büyük düşmanlıklara yol açan çatışmaların gerçek bir barışa ulaşması mümkün mü? Azeri akademisyen Mirkamran Hüseyinli ve Ermeni akademisyen Angela Harutyunyan'la bu soruya yanıt aradık.

Abone ol

DUVAR – Kafkaslar'da otuz yıldır devam eden Dağlık Karabağ krizi, geçtiğimiz aylarda yeniden alevlendi. Aslında Ermenistan ve Azerbaycan 1992-1994 savaşı sonrasında bir ateşkese varmış olsa da zaten resmen savaş halindeydi. Nitekim ara ara çatışmaların şiddetlendiği de oluyordu. Fakat bu yıl, Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ bölgesine doğru ilerleyişi, geçtiğimiz yıllarla karşılaştırılamayacak kadar büyük bir çatışma sürecine sahne oldu.

Zamanında Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin özerk bir bölgesi olan Dağlık Karabağ, Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle birlikte bağımsızlık talep etti. Nüfusunun çoğunluğu Ermenilerden oluşsa da her iki ülke arasındaki savaş, Azerbaycan'ın Karabağ dışındaki bölgelerde de ciddi bir toprak kaybıyla sonuçlandı. Ve savaş, ateşkese bağlanmış görünse de her iki Kafkas halkı içinde de husumet varlığını sürdürüyordu.

Gün geçtikçe içinden çıkılması daha da zorlaşan bir savaşa gidilirken, cephenin her iki yakasında milliyetçi sesler yoğunlaştı. Bu da ister istemez iki halk arasında bir barış sürecinin mümkün olup olmadığını sorgulatıyor. Savaşın siyasi ya da askeri boyutundan ziyade, barışın toplumsal boyutunu konuşmak üzere hem Azerbaycanlı hem de Ermeni akademisyenlere sorularımızı yönelttik. Orta Avrupa Üniversitesi'nde milliyetçilik üzerine çalışmalar yapan akademisyen Mirkamran Hüseyinli ve Beyrut Amerikan Üniversitesi'nden sanat ve güncel toplumsal hareketler üzerine çalışan Dr. Angela Harutyunyan yanıtladı.

Akademisyenlere yönelttiğimiz sorular, daha iyi bir karşılaştırma yapabilmek ve her iki toplumun yapısını anlayabilmek adına birbiriyle benzerlikler gösteriyor. Fakat aldığımız yanıtlar her zaman benzerlik göstermiyor. Önce "CaucausTalks" platformunun da kurucularından ve bir 'barış inşacısı' olan Azeri akademisyen Hüseyinli ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiye göz atalım. İkinci bölümde ise Harutyunyan'ın yanıtlarını bulacaksınız.

Mirkamran Hüseyinli

HÜSEYİNLİ: KUTSALLAŞMIŞ ANLATI, HER İKİ TOPLUMDA DA YAYGIN

Söze geçmişle başlayalım. Tüm siyasi nedenlerin yanı sıra, Karabağ çatışması Azeri toplumu için ne anlama geliyor? Azerbaycan halkı otuz yıllık çatışmayı nasıl değerlendiriyor?

Sadece sosyolojik bakış açısını hesaba katarak incelendiğinde Dağlık Karabağ sorunu, Azerbaycanlılar için son otuz yıldır iltihaplı bir yara oldu. Karabağ'ın kutsallaştırılmış anlatısı, aslında hem Ermeni hem de Azerbaycan toplumlarında yaygındır: Sovyet döneminde varolmayan ve bağımsızlık döneminde inşa edilen bir anlatıdan bahsediyoruz. Küçük bir örnek: Her iki ülkede okutulan tarih ders kitaplarına bakıldığında, Karabağ'ın tarihi ve kültürel zenginliklerine ülkelerin diğer bölgelerine göre ne kadar fazla yer ayrıldığını görebiliriz. Bu, her iki ulusal anlatıda, ulusal miti ve ulusal hafızayı güçlendirmek adına Karabağ'ın rolünün nasıl vurgulandığını gözler önüne seriyor. Bugün Ermeniler geç antik dönem Ermeni krallığını, Karabağ'daki Ortaçağ kiliselerini ve bugüne kadar ayakta kalmış manastırlarını anlatırken; Azerbaycanlılar Karabağ'daki Ortaçağ Hanlıklarını, bölgede hüküm sürmüş ve yaşamış yazarlarını, şairlerini ve bestecilerini vurgulayarak, Karabağ'daki tarihi ve kültürel miraslarının altını çizmekte.

Bununla birlikte, iki ulusal anlatı arasındaki can alıcı fark, birinin 1992-1994 arasındaki Karabağ savaşından galip çıkması; diğerinin ise mağlubiyet ile birlikte 500 bin 'Ülke İçinde Yerinden Olmuş Kişi'ye (ÜİYOK) ve mülteciye ev sahipliği yapmanın zorluklarıyla karşı karşıya kalması. Bahsettiğim bu iki konu, daha sonra Azerbaycan toplumu için ulusal bir travma olarak birikti ve en iyi ihtimalle pasif bir kızgınlık olarak sürdü. Ancak hiçbir zaman insanların zihnindeki anlamını kaybetmedi.

İkinci sorunuza yanıt vermek gerekirse insanlar, 30 yıllık Karabağ sorununu, bölgenin kutsal “Anavatan” Azerbaycan'a dönüşü için çok gecikmiş bir çatışma olarak görüyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse Azerbaycan toplumu, diplomatik diyaloğa hiçbir zaman inanmadı ve çoğu zaman böylesi girişimleri beyhude buldu. Çünkü kısmen barış görüşmelerinin umut verici sonuçlara ulaşmamasının etkisiyle ve aynı zamanda da Azerbaycan hükümetinin toplumu net bir şekilde bilgilendirmemesi nedeniyle bu böyle oldu. Tarihsel ve kültürel hafıza, toprakların kaybı ve topraklarından edilenlerin, mültecilerin kamplarda tecrübe ettiği insani felaketler gibi tüm nedenlerin yanı sıra, ayrışmadan kaynaklanan barış görüşmelerine duyulan güvensizlik ve aynı zamanda kötü niyetli devlet propagandası, insanların Dağlık Karabağ üzerinde devam eden 30 yıllık Ermenistan-Azerbaycan çatışmasındaki bakış açılarını belirledi.

'KARABAĞ SORUNU OTORİTERLİĞE DOKUNULMAZLIK SAĞLADI'

Son çatışmaları hesaba kattığımızda, Azerbaycan toplumunun tepkisi ne oldu? Hükümet yurttaşlar üzerinde milliyetçi duyguları yükseltmeyi başarabildi mi?

Bu yıl Ermenistan ve Azerbaycan arasında iki büyük çatışma yaşandı: Temmuz ayındaki çatışmalar, uluslararası anlamda tanınan Ermenistan ve Azerbaycan sınırı arasında yaşandı. Bugüne kadar süregelen son savaş da Dağlık Karabağ'daki temas hattında başladı. Daha önce belirttiğim gibi, sıradan insanların tepkisi her zaman müdahaleci, kavgacı olmuştur; kısmen askeri çözüme her zaman kapıyı açık bırakan devlet propagandası yüzünden böyle olmuştur, fakat bu aynı zamanda 90'lardaki savaşın sonucunda onlarca yıldır yerinden edilme ve mülteci kamplarında kalmanın yarattığı dargınlıktan da kaynaklanıyor.

Sorunuzu kısa bir şekilde yanıtlamak gerekirse, hükümet ve toplum birbirini tamamlıyor gibi görünürken, yönetici elit, bunun bilincinde davranarak halkına uzlaşmacı bir çözüm (ülkenin toprak bütünlüğünü ihlal edebilecek bir uzlaşma) sunmakta tereddüt ediyordu. Ne de olsa böyle bir ihtimalde halk, olumlu bir tepki vermeyeceği gibi, halihazırdaki rejimi koltuğundan da indirebilirdi. Bu nedenle hükümet, kendisi için en güvenli seçeneğe uygun davranmaya ve hatta kamuoyunu bu yönde beslemeye karar verdi. Ülkede demokratik kurumların işleyişini bozacak şekilde artan otoriter eğilimler bulunmasına rağmen, Karabağ sorunu otoriterliğe karşı belirli bir dokunulmazlık sağlamayı başardı. Bu sebeple hükümeti, -özellikle de ÜİYOK'ler ve mülteci çevrelerinden- barış görüşmelerinde ikinci bir taviz vermekten alıkoyan toplumsal baskı uygulandı.

Çatışmanın diğer tarafını incelediğinizde, devlet tarafından yükseltilen ya da tabandan gelen benzer şekillerde şovenist ya da milliyetçi tepkiler gözlemliyor musunuz? Eğer yanıtınız 'evet' ise, bu benzerliğe neden her iki toplumda da rastlanıyor?

İki toplum arasındaki bazı benzerliklerin ve farklılıkların altını çizsek de, Karabağ konusunda eşit derecede hassas olan iki topluluk olduğu gerçeğiyle de karşılaşıyoruz. Bununla birlikte, Ermenistan açısından belirleyici fark, kati bir Ermenistan zaferi ile imzalanan 1994 Bişkek Ateşkes Antlaşması ve bahsettiğimiz tarafın ‘ulusal görevini’ yerine getirmiş olmasıdır. Bu nedenle, fiili olarak Karabağ'ın Ermenistan anakarasıyla birleşmesi gibi 1992-1994 Karabağ savaşında ulaştıkları bir amaçları olduğu için, Ermeni siyasi kurumlarında ve Ermeni toplumunda müdahaleci-savaşçı talepler daha az görülmektedir. Bu sırada Azerbaycan toplumu ‘anavatan’ denen yerin sınırlarını koruyamayarak bu ‘ulusal görevde’ başarısız olmuştur. Ek olarak, iki anlatı da -mağlup ve galip anlatı- her iki toplumun hükümetleri tarafından milliyetçi duyguları desteklemekte kullanıldı. İki toplum arasında otuz yıldır var olan atmosfer farkını ben böyle görüyorum.

'İKİ TOPLUM DA ULUSAL ANLATIYI YİNELEME EĞİLİMİNDE'

Bu çatışma her iki taraftaki genç askerler ve sivillerin hayatlarına mal oldu. 90'lı yıllarda galip gelen kim olursa olsun, bu çatışmanın kesinlikle bir çözüme ihtiyacı var ve çözüm mutlaka barış ile sağlanmalı. Sorum şu: Siyasi arenada oldukça siyasallaşmış bir terim olan ‘Barış’ kelimesi Azerbaycan toplumu için ne anlama geliyor?

Bence herhangi bir Ermeni ya da Azerbaycanlı ebeveyn için 'barış' kelimesinin temel anlamı, başlarının üzerindeki sağlam bir çatı altında çocuklarının büyüyüşüne tanıklık edebildikleri, kazasız belasız bir yaşamdan ibaret. Maalesef iş Karabağ sorununa geldiğinde, her iki toplum da kalıpların dışında bir düşünce benimseyemedi. Dolayısıyla, her zaman ulusal anlatıyı yineleme eğiliminde kaldılar. Bu nedenle ulusal müfredattan daha kapsayıcı olacak yeni eğitim metotları bulmak zorundayız. Eğer biz, aktivistler, entelektüeller, politikacılar ve tümüyle toplum olarak, katı ulus-devlet paradigmasından ve kısıtlamalarından arınmış bir zihniyetle yeni nesilleri biçimlendirmeye hevesli olabilseydik, sürdürülebilir ve gerçek bir barışa ulaşabilirdik.

Bir barış eylemcisi olarak, hükümetlerin mevcut soruna yalnız başına çözüm bulabileceğini düşünüyor musunuz? Yoksa sizin için barış, tabandan, toplumsallaştırılarak ulaşılması gereken bir şey mi?

Ben, her barışa sadece tabandan, insandan insana temasla ve iletişimle ulaşılabilineceğine inanıyorum. Eğer hükümetler hazır fakat toplumlar hazır değilse, kalıcı bir barışa varılması pek mümkün değildir. Fakat halkı barışa nasıl hazırlamalı? Gerçekleştirilmesi gereken barışın onlarca inşa tedbiri var. Farz-i misal, her iki toplumda da okul müfredatı keskin ulusal müfredatın dışına çıkmayı sağlayacak şekilde değiştirilmelidir; devlet seviyesinde birbirlerine karşı şeytanileştirilmiş ve demoralize edilmiş anlayışların bir kenara bırakılması, toplumlar arasındaki erken teması kolaylaştıracaktır. Sınırlar açılmalı ki günlük iletişim yeniden canlansın. Barış inşası üzerine seminerler düzenlenmeli ki her iki grup da birbirlerinin şikayetlerini, endişelerini, diğer tepkilerini dinleyebilsin. Tüm bu tedbirlerin alındığı bir dönemin ardından hükümetler için kalıcı bir barışı sağlamak için sadece bir kalem darbesi yeterli olacaktır.

O halde sorunun nihai çözümünü nasıl gördüğünüzü detaylandırabilir misiniz?

Her iki taraf için de en iyi çözümün tekil bir kaybeden değil fakat bir çift kazananın olduğu kalıcı bir çözüm olduğunu düşünüyorum. Ulus devlet sınırlarına daha az ilgili liberal biri olarak ben, toprak bütünlüğü sınırları dahilinde olsun ya da olmasın, kendi kaderini tayin için duyulan hiçbir arzuya karşı çıkmıyorum. Ama otuz yıl önce ya da bugün, yüzbinlerce insanın evlerinden çıkarılmasına mal olacaksa, hiçbir siyasi kararın meşru olmadığının da farkındayım. Bahsettiğim ikinci seçenek üstün gelirse, bu adil bir barış olmayacaktır. Bu nedenle, Ermenistan-Azerbaycan çatışmasına barışçıl çözüm için her iki toplumun da razı geldiği bir uzlaşının alternatiflerini açık tutmanın bir yolunu bulmalıyız. Tabandan gelen bir barış süreci varsa eğer, herhangi bir çözüm başarıya ulaşabilir. Tüm zor zamanlara rağmen, hâlâ bir fark yaratabileceğimize inanıyorum. Her şey ellerimizde…

 Angela Harutyunyan

HARUTYUNYAN: ETNİK ÇATIŞMALAR SOVYET DÖNEMİNDE ÖRTÜLÜ KALDI

Hikayenin başlangıç noktasıyla söze girelim. Tüm siyasi nedenler bir tarafa, Dağlık Karabağ krizi Ermeni halkı için toplumsal olarak ne ifade ediyor? İnsanlar neredeyse otuz yılı bulan çatışma sürecini nasıl görüyor?

Çatışmaya dair toplumsal bakış açıları, mevcut durumun çok daha ötesinde başlıyor. Bunu 1980'lerin sonuna doğru [SSCB'de yaşanan] Perestroyka ve Glasnost politikaları çerçevesi içerisine oturtmak isterim. Ne de olsa bu dönemde toplumun tümü bir değişim içerisinden geçiyordu. Sosyalizmi dönüştürme olasılığına olan inanç, batının sahip olduğu liberal bir demokrasiye doğru kayıyordu. Sovyetler Birliği'nin de çelişkilerine yönelik tek yanıt bu gibi duruyordu. O zaman toplum dışarıya açılıyordu. Gorbaçov'un Perestroyka ve Glasnost ile verdiği sözlerden yola çıkarak Karabağ'daki Ermenilerin haklarını ileri seviyeye taşıyacak bir ihtimal var gibiydi. Dağılmakta olan imparatorluğun ta kendisi tarafından verilen kendi kaderini tayin etme hakkı.

İşte krizin kökleri buraya dayanıyor. Bir tarafta demokrasi için verilmiş liberal sözler var; diğer tarafta ise Sovyetler Birliği'nde örtülü kalmış etnik, ulusal çelişki çatışmalarının ön plana çıkması var. 'Karabağ' ya da Ermenice olarak 'Artsakh' hareketi, felaketle sonuçlanan Sovyetler Birliği'nin yıkılışına denk düşüyordu. Aynı zamanda takibinde gerçekleşen ve buradaki toplum için yıkıcı bir deprem etkisi yaratan olayların birbirine bağlı olduğunu düşünüyorum: Yeni ve bilinmeyen bir dünyanın başlangıcı, toplumsal, siyasi hatta çevresel olarak tamamiyle bir çöküş ve sonra harcanan, uzun süren yıkılış. Son 30 yıl içerisinde çöküş ve kriz aynı zamanda yeni bir demokratik devlet inşası umutlarıyla içiçe geçmişti. Zannediyorum ki bir noktada bu süreç Ermenistan'da 90'lı yıllardaki otoriter bir siyasi rejimin kurumlarıyla birlikte engellenmişti. 1998'i burada tarih olarak gösterebiliriz.

Ermeni halkı 2018'de demokratik bir ulusal devrim yaşadığında, toplum için Sovyetler sonrası demokratikleşmenin yanlış yolundan çıkma ve oligarşik rejimdense halka hizmet eden toplumsal ve siyasi kurumların inşası için umuttu. Bugünkü Artsakh çatışması, 2018 devriminin demokratik toplumsal inşa sürecinin barışçıl yoluna da müdahale ediyor.

Tam da burada bugünün gündemine değinebiliriz. Karabağ'daki güncel krizin bu yıl tekrar alevlenmesinden sonra Ermeni toplumundaki yansımalar nasıl oldu? Hükümet ve askeri mercilerin ne dediği bir tarafa, ulusal duyguları güçlendirme girişimleri toplumda nasıl bir yankı uyandırdı? Şovenist bir damar belirginleşti mi?

Tabii ki, savaş gibi böylesi anlarda militarizm ve milliyetçilik kaçınılmaz, farklı gruplar savaşın yoluna sırtını yaslıyor. Ama şunu da söyleyebilirim, hükümet savaşın başından beri milliyetçiliği ve etnik merkezci, şovenist bir ideolojiyi pompalamamaya gayret ediyor. Ki bu halkı militarize etmek ve hükümetin savaştaki hareketlerini örtmekle sonuçlanabilirdi. Aksine ülkede karizmatik bir figür olan Başbakan Nikol Paşinyan, sürecin başından beri çizgisini Artsakh'daki Ermenilerin kendi kaderini tayin hakkı üzerinden çizdi. Azerbaycan'ın eline geçen bölgelerde azınlıkların bir etnik temizliğe maruz kalma ihtimalinden kaçındı ve mücadele etti.

Bugünkü koşullarda otoriter bir yönetime sahip, petrol zengini ve kendi azınlıklarıyla anlaşmada oldukça kötü bir sicile sahip Azeri yönetimi ile tüm imkansızlığa karşın etnik azınlıkların kendi kaderini tayın hakkı için siyasi bir çözümü öne sürdü. Dolayısıyla bu, kendi güvenlik ve hayatta kalma meseleleri. Etnik, şovenist bir ideolojidense milliyetçilik burada insanların kendi kaderini tayin konusunda eklemlenmiş durumda tabii. Hükümet açısından söyleyebileceklerim bunlar. Tabii farklı gruplar, çeşitli siyasi partiler milliyetçi görüşleri teşvik ediyor. Fakat bu resmi çizgiyi yansıtmıyor.

'ERMENİLER İÇİN KARABAĞ TOPRAK DEĞİL, HAYATTA KALMA MESELESİ'

Karşı taraftan biraz daha söz etmek gerekirse, Azerbaycan'da çatışmaya yönelik tepkileri siz de takip ediyorsunuzdur. Burada her iki toplumda benzeri tepkiler olduğunu düşünüyor musunuz? Gerek toplumsal gerekse siyasi anlamda 'pozitif' ya da 'negatif' olarak değerlendirebileceğiniz herhangi benzerlikler sizce var mı?

Eğer toplumsal seviyeden konuşuyorsak Azerbaycan halkı adına iddialarda bulunamam. Orada bulunmadım. Ancak şunu biliyorum ki Azerbaycan'da sosyal medya alanında bir takım kısıtlamalar var. Fakat burada, Ermenistan'da sivil toplum kuruluşlarında çalışan ve Azerbaycan'daki benzeri kuruluşlarla yirmi yılı aşkın süredir diyalog halinde olan dostlarım, çalışma arkadaşlarım için üzüntü verici olan bir şeyden bahsedebilirim: Azerbaycan'daki mevkidaşları jeopolitik yeniden yapılandırma ve güce başvurma sürecini görmüyorlar. Artık bu Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki bir çatışmadan çok daha fazlası, işin içerisinde Türkiye var, Artsakh üzerinde uçurulan İsrail drone'ları var... Daha önce yargılanmış, hapse atılmış sivil toplum kuruluşları bir anda rejimden yana saf tutmaya başladı. Bu gerçekten hayal kırıklığı yaratıyor.

Bir örnek vermek gerekirse, Noam Chomsky, Tarık Ali, Gayatri Spivak gibi kimi akademisyenler tarafından yazılan ve imza atılan bir mektuba Azerbaycan'daki solcu bir aktivist olan Leyla Caferova'nın yanıtı vardı, Azerbaycan'ın Artsakh'daki saldırısına karşı yazılan mektubu eleştiriyordu. Her iki tarafı da görmek gerektiğini iddia ediyordu, 90'larda evlerinden, memleketlerinden olan Azeri yurttaşlardan bahsediyordu -ki bu doğru, 7 bölge 'güvenlik alanı' denerek Ermenistan tarafından işgal edilmiş durumda, müzakere süreci için bir nevi 'pazarlık aracı' olarak tutuluyordu. Ancak sürekli vurguladı şey, Karabağ'ın insanlar için ev olmasından öte bir 'toprak meselesi' olması. Artsakh'da yaşayan Ermeniler için bu bir toprak meselesi değil, orası onların evi, varolma ve hayatta kalma meselesi.

Tekrar altını çizeyim, kardeş Azeri toplumunun tepkilerini detaylıca bilmiyorum. Fakat bir çok solcu aktivist ve toplumsal aktörler açısından oldukça şaşırtıcı şekilde Aliyev'le bir dayanışma konsolidasyonu olduğu görülüyor. Bizim açımızdan yani daha yeni demokratik devrim yaşamış bir toplum açısından Aliyev, bu çatışma sürecinde kendi toplumunu rehin tutan otoriter bir diktatör.

'HERHANGİ BİR ASKERİ ÇÖZÜM, GEÇİCİ KALMAYA MAHKUMDUR'

Bu çatışmanın, ya da savaşın neden olduğu bedeller düşünüldüğünde her iki tarafta da ölen askerler ve siviller görüyoruz. Kimileri 2000-2001 doğumlu... Hal böyle olunca, insani bir bakış açısıyla tek gerçeğin barış olduğunu da söyleyebiliriz belki, her ne koşulla olursa olsun. Fakat 'barış' kelimesi Ermeni toplumu için ne ifade ediyor? Ne de olsa tarih birden fazla 'barış' örneğine sahip. Gerçek anlamıyla 'barış' Ermeni halkı için ne ifade ediyor?

Gerçekten de 1999 ve 2001 arasında doğan jenerasyonun, bu çatışmanın askerileşmesindeki insan yükünü çekiyor olması çok talihsiz bir durum. Ki -benim iddiama göre- aynı jenerasyonun Ermenistan'daki 2018 devriminde motor güç olması oldukça dikkat çekici.

Evet, çatışmada kesinlikle askeri bir çözüm mümkün değil. Herhangi bir askeri çözüm, sadece geçici bir çözüm olarak kalmaya mahkumdur. 1993'deki ateşkesten beri gördüğümüz de buydu. Örnek olan ise başbakan göreve gelir gelmez, Nikol Paşinyan ve eşi Anna Hagopyan, Ermeni ve Azeri yönetimlerinin kendi toplumlarını barışa hazırlamasını dileyen kimi açıklamalar yaptı. Toplumları barışa hazırlamak da demektir ki yavaş bir kültürel dönüşüm, kültürel yeniden eğitim sürecidir. Tabii bu sürecin araçları tartışılabilir. Savaşın ta kendisiyle birlikte bu süreç durduruldu. Ulaşılabilecek herhangi bir kültürel çözüm için büyük bir gerilemeden bahsediyoruz. Çünkü toplumlara dayatılan herhangi bir askeri, hatta siyasi çözüm bile sadece geçici olacaktır.

'Gerçek barış'ın çok farklı anlayışları vardır. Benim için, kişisel olarak, belki çok romantik ve idealist olacak ama, spesifik özerklikler içeren Kafkaslar'da kurulacak cumhuriyetler konfederasyonudur ki bunun tarihsel deneyimleri var. Böylesi bir yönetim, Türkiye, Rusya ya da diğerlerinden gelecek her türlü emperyal çıkara da bir set oluşturacaktır. Benim barışçıl varoluşa dair önerim bu konfederal cumhuriyet sistemi, hatta biraz daha hayal etmek istersem bu sistemin sosyalist olması gerektiğini de ekleyebilirim.

'ÇÖZÜM, İNSANLARIN İRADESİNE RAĞMEN ULAŞILAMAZ'

Bugünkü hükümetlerin kalcı bir çözüm noktasına ulaşabileceğini düşünüyor musunuz? Yukarıda biraz bahsettiniz, ancak barışın toplumsal olarak gerçekleştirilmesi konusunu biraz daha açabilir misiniz? Sizce barışın toplumsallaşması nasıl ulaşılacak bir nokta?

Üç tane çatışma zamansallığıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Birincisi, acil durum yani askeri çatışmanın tırmanışı. Bu bir seferberlik ve aciliyet durumu, her şey çok hızlı bir şekilde yaşanıyor. İnsanlar yaşamını yitiriyor, uçaklar uçuyor... Askeri uzmanlar ve yetkililerce oynanan bir oyun adeta. Bu, balistik silahların daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde uygulandığı bir savaş, bir nevi deney sahası. Tamamen çılgınca.

Bir de siyasi süreçlerin zamansallığı ile karşı karşıyayız. Açıklamalar, müzakereler, diplomasi -hem bölgesel hem de uluslararası olarak Minsk Grubu ya da benzeri süreçler... Fakat aynı zamanda -az önce değindiğim gibi- oldukça yavaş ilerleyen olası bir toplumsal kültürel dönüşüm süreciyle karşı karşıyayız. Ulaşılacak herhangi bir siyasi çözüm için en azından Ermeni tarafı açısından şunu söyleyebilirim: Mevcut hükümetin önereceği herhangi bir siyasi çözüm, insanların iradesine karşı olmayacaktır. Ermeni halkına hükümetin herhangi bir siyasi çözümü dayatmasının hiçbir yolu yok. Öyle bir an olursa 'devrimci' hükümet onları göreve getiren aynı insanlar tarafından yine aynı 'devrimci' yöntemlerle yerinden edilir.

Halk iradesi derken söylemek istediğim -en azından bu taraf açısından- Artsakh'daki Ermenilerin barışçıl varlıkları. Sadece kendi kaderini tayin etmek değil insanların varolma hakkından bahsediyoruz. Eğer bu hakları, özerklikleri ve bağımsızlıkları uluslararası anlamda garanti altına alınırsa Ermenistan işgal altında tuttuğu 5+2 bölgeden çekilecektir. Resmi açıdan konuşmuyorum, genel toplumsal atmosferden bahsediyorum. Herhangi siyasi çözümün her iki tarafı da etkileyen 1994 döneminde yaşanan şiddetli çatışma sürecini göz önüne alması gerekiyor. Kendi topraklarını terk etmek zorunda kalan Azeri mültecileri, Sumqayıt ve Bakü'yü terk etmek zorunda kalan Ermenilerle ilgili bir çözüm yoluna varmak gerekiyor. Ancak aynı zamanda Artsakh'daki Ermenilerin mevcut durumunu ve kendi kaderlerini tayin hakları var, tıpkı yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan Azeri göçmenlerin geri dönme hakkı olduğu gibi.