Ermenistan-Azerbaycan çatışmasını Rusya mı körükledi?

Azerbaycan’ın Bakü-Tiflis-Ceyhan Hattı’yla petrol taşımacılığında Rusya toprakları yerine alternatif bir güzergah izlemesi, hacmi düşük olmakla beraber niyet açısından Rusya’nın etkin olduğu pazara TANAP üstünden gaz yollaması, iki ülke arasındaki mesafeyi katmerlendirdi. Bununla beraber Rusya'nın, yine de Ermenistan ya da başka bir ülke için Azerbaycan ile doğrudan karşı karşıya gelmesi çok kolay değil.

Mühdan Sağlam msaglam@gazeteduvar.com.tr

Ermenistan ve Azerbaycan arasında 30'dan fazla yıla yayılan gerilim zaman zaman taraflar arasında sıcak çatışmaya neden oluyor. Son olarak 12-13 Temmuz arasında iki tarafın karşılıklı olarak birbirini suçladığı bir çatışma yaşandı. Güney Kafkasya’da taraflar arasında kronikleşen sorunların etkisiyle en büyük çatışma Nisan 2016’da yaşanmıştı. 2016’dan bu yanaysa ilk defa böylesine tansiyonu yükselten bir olay yaşanıyor.

İki ülke arasındaki çatışmalarda Rusya bazen arabulucu oldu, bazen dolaylı olarak Ermenistan’ın yanında yer aldı. Ayrıca Rusya, Ermenistan’ın içinde olduğu Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün de lideri.

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmaya Rusya mı neden oldu? Rusya öncülüğünde kurulan bu örgüt neden çatışmaya dahil olmadı? Rusya’nın Güney Kafkasya politikası ile örgüt arasında nasıl bir ilişki var? Rusya’nın Avrasya’da dengelemeye çalıştığı aktör kim? Bu sorulara yanıt vermek için bölgede yaşanan çatışma uyarınca Rusya’nın bölgeye yönelik yaklaşımına değinmek gerekiyor.

KOLEKTİF GÜVENLİK ANTLAŞMASI ÖRGÜTÜ VE RUSYA’NIN TAVRI

Birer eski Sovyet cumhuriyeti olan Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmanın basına yansıması sonrasında gözlerin döndüğü ilk adres Rusya oldu. Rusya için eski Sovyet coğrafyası kendi güvenliği için hayati. Bir anlamda Kremlin, bu coğrafyada yaşanacak gelişmeleri Rusya’da olabileceklerin provası olarak görüyor.

Rusya, 1993’te yayınlanan Karaganov Doktrini ile bölgeyi “arka bahçesi” olarak gördüğünü ve buranın güvenliği için nükleer dahil elindeki seçenekleri masaya sürmekten çekinmeyeceğini dünyaya duyurdu. Bu doktrinin içeriği ve kullandığı keskin dil, Rusya’nın Monreo Doktrini olarak adlandırılmasının da nedeni.

1993’ten günümüze Rusya siyasetinde ve dış politikasında değişimler yaşandı, ancak eski Sovyet coğrafyası öneminden bir şey kaybetmedi. Dahası her dış politika belgesinde kapladığı sayfalarca alanla önemi hep vurgulandı. 2000’lerde bölgeyi güvenlikten ekonomiye kucaklayacak adımlar atıldı.

Son yaşanan çatışma uyarınca en merak edilen Rusya eliyle 2002’de kurulan ve altı üyesi bulunan (Rusya, Tacikistan, Belarus, Kazakistan, Ermenistan, Kırgızistan) Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün (KGAÖ) tutumuydu. KGAÖ’nün tutumunun önem kazanmasının nedeni, tıpkı NATO gibi bu oluşumun da bir üyeye dönük saldırıya toplu cevap vermeyi benimsemesi. Örgüt antlaşmasının 4. maddesi şöyle: Bu ülkelerden herhangi birisine karşı gerçekleştirilen bir saldırı, tüm üye ülkelere gerçekleştirilmiş gibi karşılanır. İşte bu madde “KGAÖ Azerbaycan’a karşı çatışmaya taraf olabilir mi" sorusuna neden oldu.

Rusya bölgeye ilişkin siyasi pratikleri ve öncelikleri dikkate alındığında bu konuda fikir yürütmek daha kolay. Şöyle ki KGAÖ 2002’de kuruldu. Ancak yazıda Azerbaycan ile Ermenistan arasında Kuzey Karabağ sorunu nedeniyle 2016’da en ciddi çatışmalardan birinin yaşandığının altı çizildi. Buna rağmen, söz konusu dönemde KGAÖ çatışmaya müdahale etmedi. Bir örnek de Rusya’dan verelim. Rusya ile Gürcistan arasında 8 Ağustos 2008’de başlayan savaşta da KGAÖ çatışmaya taraf olmamıştı. Aynı durum Ukrayna krizinde de yaşandı. Yani üyeler birbirlerinin sorunlarına karışmıyor. Dahası örgütü kuran Rusya da kendi sorunlarını KGAÖ’ye havale etmiyor. Bunun yerine başının çaresine bakmayı tercih ediyor. Öyleyse bu örgüt niye var?

KOLEKTİF GÜVENLİK ANTLAŞMASI ÖRGÜTÜ KİME KARŞI?

Örgütün antlaşması incelendiğinde bir başka örgütü hatırlattığı görülüyor. Sır olmayacak şekilde bu örgüt NATO. Rusya’nın 1990’lardaki ekonomik ve siyasal travmasının katmerlenmesi, güvenliği konusunda ABD başta olmak üzere Batı’nın gücünü ve eylemlerini sınırlandırmak için doktrinlerin dışında adım atmasını gerektiriyordu. KGAÖ de bu zeminde inşa edildi. Bu adımı hızlandıran etkenlerden biri SSCB dağıldıktan sonra Ukrayna, Azerbaycan, Gürcistan gibi ülkelerin Avrasya’daki seçeneklerden ziyade ekonomik anlamda Avrupa ile yakınlaşmaya yönelmeleri ve bu çerçevede Rusya ile mesafeli bir ilişki kurmuş olmaları. Nitekim Azerbaycan hariç Rusya söz konusu ülkelerin ikisiyle de çatışma yaşadı. Azerbaycan ile de 1994’teki ateşkese kadar Ermenistan’a örtülü siyasi ve askeri destek sunarak karşı karşıya geldi. Doğrudan bir çatışma olmadığı için Bakü-Moskova ilişkileri, Kiev ve Tiflis ile olandan farklı olarak çatışmacı değil, ancak mesafeli. İşbirliği durumunda bile temkinlilik taraflar için aklın yolu olarak görülüyor.

Azerbaycan’ın Bakü-Tiflis-Ceyhan Hattı’yla petrol taşımacılığında Rusya toprakları yerine alternatif bir güzergah izlemesi, hacmi düşük olmakla beraber niyet açısından Rusya’nın etkin olduğu pazara TANAP üstünden gaz yollaması iki ülke arasındaki mesafeyi katmerlendirdi. Bununla beraber Rusya, yine de Ermenistan ya da başka bir ülke için Azerbaycan ile doğrudan karşı karşıya gelmesi çok kolay değil. Nedenine bakalım.

RUSYA’NIN AVRASYA’DA BAŞ AĞRISI

Rusya, SSCB’nin ardıl devleti olduğunda omuzlarındaki yük sadece SSCB’nin borçları ve “nasıl bir Rusya varlık bulacak” sorunu değildi. Her ne kadar Sinatra Doktrini'yle SSCB dağılma sürecinde 15 cumhuriyete “herkes kendi yoluna” demiş olsa da bunun siyasal ve güvenlik çıktılarının pek de öyle olmayacağı 1993’teki doktrinle billurlaştı. 1996’da ABD’ye dönük şüphecilik yerini dış politikada Avrasya ve Çin ile yakınlaşmayı getirdi. Yevgeny Primakov döneminde temelleri atılan bu çok yönlü girişim ve “Yeninden Avrasya Yaklaşımı” 2000’lerdeki Putin iktidarıyla örgütsel karşılık bulmaya başladı. Güvenlikten ekonomiye Rusya, eski Sovyet cumhuriyetleri ve Çin ile yakınlaşmaya başladı. Yine Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) temelli ve ülkemizde hâlâ böyle anılan “Şanghay Beşlisi” bu dönemin ürünü.

Rusya güvenlik alanında KGAÖ’nün, ekonomi alanında Gümrük Birliği’nden Avrasya Ekonomik Birliği’nin öncüsü olurken kendisiyle sınırlı ilişkiler kurmak isteyen bölge ülkelerinin farkındaydı. Ukrayna gibi bir yere kadar kendisiyle yürüyenlerin sonradan güzergah değiştirmesine tepkisi de nitekim pençelerini göstermekten geçti. Gerek Gürcistan gerek Ukrayna ile yaşanan çatışma Rusya’nın bölgede istediği olmadığında çatışmaya girişen bir aktör olarak görülmesine neden oluyor. Buysa Rusya’nın daha temkinli kavranmasını gerekli kılıyor.

İç dengelerin yanında Rusya için şu ara Avrasya’da endişe uyandıran önce ABD ardından Çin’in buradaki faaliyetleri. ABD görünen ve tepkinin belli olduğu bir kategoride yer aldığı için Rusya açısından mücadele etmesi kolay denemese bile kazanmasına mani olunacak bir güç. Öte yandan Rusya ile stratejik ilişkileri olan ve Rusya aleyhine bağımlılığın olduğu Çin ile ilişkilerde durum öyle değil.

2015’ten bu yana Çin, Orta Asya ülkelerinin en fazla ticari ilişkiye sahip olduğu ülke. Rusya dahil, bölgede artan bir Çin nüfuzu var. Dahası Çin bölgeye askeri ve güvenlik araçlarıyla değil, Rusya’nın zayıf karnı ekonomik araçlarla geliyor. Yatırım, işbirliği, enerji projeleri sözleri veriyor, büyük bir kısmını hayata geçiriyor. Türkmenistan ve Kazakistan’dan Çin’e petrol ve doğal gaz taşımak için inşa edilen boru hatları bu anlamda akla gelen en önemli örnekler. Dolayısıyla Rusya için Çin, Batı’ya "bakın yalnız değilim" demek adına iyi bir alternatif olabilir, ancak Avrasya jeo-ekonomisi ve jeopolitiğinde hiç de iştah açıcı değil.

Özetlemek gerekirse, kısa vadede korona salgını ve onun küresel enerji piyasasına etkisiyle ekonomisi sarsılan Putin yönetimi, bir yandan Suriye, bir yandan Libya’da aktif rol üstlenirken bir yandan da Avrasya’da Çin’i dengelemeye çalışıyor. Bu noktada Moskova’nın en son isteyeceği şey, bölge ülkelerinden birine karşı askeri güç kullanmak. Üstelik Moskova, Ukrayna krizinden bu yana saldırgan bir görüntü çizen küresel imajını pekiştirmek istemiyor. Nitekim itidal çağrısı ve arabuluculuk teklifi bu anlamda bu yaklaşımla örtüşüyor. Son olarak Rusya, Batı’yı uzaklaştırmak için elinden geleni ardına koymadığı bölgeye ne diye arabuluculuk adıyla Batılı aktörlerin dahil olmasının önünü açsın ki? Sonuç olarak Rusya bu çatışmayı körükleyen mi sorusuna “evet” yanıtı vermek bu çerçevede çok anlamlı durmuyor.

Tüm yazılarını göster