Suriye, Türkiye ve Rusya savunma bakanlarının Moskova
buluşmasından sonra dışişleri bakanları sıraya girdi. Dışişleri
Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 16-17 Ocak’ta Washington’da Amerikalı
muhatabıyla hasbihal edecek. Büyük ortağın nabzını ölçmeden kendi
göbeğini kesecek hali yok! Çavuşoğlu sonra Moskova’da Suriyeli ve
Rus mevkidaşları Faysal Mikdad ve Sergey Lavrov’la masaya oturacak.
Liderler buluşmasının zeminini yumuşatacaklar. Bu arada dördüncü
sandalyeye Şam’a ikinci kez giden BAE Dışişleri Bakanı Şeyh
Abdullah’ın da oturtulması yönünde bir isteğin olduğunu anlıyoruz.
Ankara-Şam normalleşecekse yeni sürecin Arap ayağını eksik bırakmak
istemezler. BAE düşman hatlar arasında kıvraklığıyla mübarek bir
'messenger'. Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez’in himmeti için
“İran’a daha fazla kolunu kaptırma” mesajını ileten de Emirlikler.
Artık İsrail’den bir yönlendirme hamlesi olacaksa Emirliklerden
daha iyi ulak bulunmaz. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriyeli
mevkidaşı Beşşar el Esad’ı yoğurma ameliyesinde Rus lider Vladimir
Putin’e bel bağladığından Emirliklere fazla iş düşmeyebilir. Ama
Türkiye-Suriye normalleşmesinin yeniden inşa ile taçlandırmak
isterken finansal ayak BAE ve komşuları olacaktır. O yüzden Şeyh
Abdullah’ın Esad’la muhabbeti Erdoğan için de önemli.
Neyse, taraflar şeytanın bacağını kırdı ve normalleşme treni
istasyondan ayrıldı. Tökezleyecek, sabote edilecek, ara sıra raydan
çıkacak ama ite kaka gidecek!
KÜRTLERİN SEÇENEKLERİ NELER?
Gidecek gitmesine de hasım taraflar fatura ödememek için bedel
ödettirecek taraf ararken potansiyel kurban Kürtler neyle
karşılaşacak? Malum Kürtlerin liderliğindeki fiili özerk yapının
dağıtılması ‘paylaşılan’ bir hedef. Farklılık şurada: Ankara YPG,
SDG ve Asayiş dahil bütün güvenlik şemsiyesiyle birlikte fiili
özerk yapıyı çökertmek, Şam Amerikan-Kürt ortaklığını çözüp
Kürtleri kendi hesabına kazanmak istiyor. Bu da, eğer iddia
doğruysa, Moskova’daki ilk görüşmede YPG-SDG’ye karşı ortak cephe
fikrinin Şam heyetince reddedilmesine sebep oldu.
Diğer kritik mesele muhalif güçlerin fişinin çekilmesi.
Normalleşme girişimi Türkiye destekli gruplarca protesto edilirken
Çavuşoğlu, MİT’in güdümündeki üç muhalif temsilciyi
‘satılmayacakları’ yönünde temin etmeye çalıştı. Elbette
satılacaklar ama pazarlık sürecinde değil. Esad’dan istenilenler
koparılıncaya kadar koz olarak kullanılacaklar.
Muhalif cepheyi başka bir yazıya bırakarak Kürtlerin
seçeneklerine bakalım.
Kürtler çıkışı hangi kapıda arayabilir? Yerel, bölgesel ve
uluslararası gerçekliğin dayattığı üç adres var: Şam, Moskova ve
Washington. Olması gereken diğer kapı Ankara, lakin orası Kürtlere
zinhar kapalı. Adeta yeminli düşmanlık üretme kuluçkası. AKP
iktidarı “Rojava’daki fiili özerklik dağıtılsın”, “Kürtler Özgür
Suriye Ordusu’na (ÖSO) katılsın” ve “Şam’a cephe açsın” koşuluyla
müzakere masasına tekme atmasaydı içerdeki Kürtlerle sorunun çözümü
bölgesel barış için katalizör olabilirdi. Milliyetçi-ulusalcı
zemine mıhlanmış Türk-Kürt çelişkisinin aşılmaması bölgesel
sorunların çözüm yollarını da tıkıyor.
ŞAM KAPISI, WASHINGTON KAPISINA KARŞI
Şam kapısı, Kürt hareketi içinde Suriye yönetimi ile 1998’e
kadar iştigali olan kanat için çözümün gerçekçi adresi. Amerika ile
sahada etkileşimi olan unsurlar bu görüşe direniyor. “Çözümün
adresi Şam’dır” değerlendirmesi, ABD’nin NATO ortağı Türkiye’yi
örselemeyi daha fazla göze alamayıp Kürtleri yarı yolda bırakacağı
öngörüsüne dayanıyor.
Rusya’nın teşvikleriyle Şam ve Lazkiye’deki görüşmelerden çözüme
yönelik vaatkâr bir sonuç çıkmadı. Sahada günlük işleyişe dair
koordinasyon ise çözüm perspektifi içermiyor. Diğer ülkelerin
Şam’la ilişkilerini normalleştirmesine karşı çıkan ABD’nin
Kürtlerin Esad yönetimiyle müzakerelerine engel teşkil etmediği
izahatı ikna edici gelmiyor. Şam’la müzakerelerin temel koşulunun
SDG’nin ABD ile işbirliğini bitirmesi olduğunu bilmeyen yok. ABD
bölgede kalmak için bir çengel olarak kullandığı SDG’nin bu yola
girmesini ister mi? Fakat ABD, Kürtlerle askeri ortaklığa siyasi
boyut da katmıyor. Özerk yönetimin geleceğine dair bir perspektif
koymadığı gibi Kürtlerin Cenevre sürecinde temsil edilmesi için
yeterli ağırlık kullanmadı.
Yine de Washington kapısı birkaç nedenle Kürtler açısından önem
arz ediyor:
- Şam’da çözüme kadar Amerikan güçleriyle ortaklık
Kürtlere koruma sağlıyor. Amerikan güçleri varken SDG alanlarına
karşı askeri bir seçenek geliştirmek zor.
- Kürtlerin Araplarla ortaklığında ABD’nin etkisi
büyük. Amerikalıların aradan çekilmesi Arap aşiretlerini Kürtlere
karşı bir istikamete çekebilir. Şam’ın üzerinde durduğu bir
senaryodur bu.
- Amerikan varlığı bölgedeki petrol sahalarının
kontrolü ve Irak tarafına transferinde de işlevsel.
- Amerikan desteği özerklik unsurlarının Batı ve
Körfez ile ilişkilerini de kolaylaştırıyor.
- Apocu çizgiyi takip eden YPG’nin IŞİD’le
mücadelesi ve ABD ile ortaklığı PKK’nin ‘terör örgütleri’
listesindeki yerini sorgulatan bir psikolojik etki yaratıyor.
- ABD’nin silah ve teknik yardımları da kontrol
operasyonlarının sürmesini kolaylaştırıyor.
- Kürtler arası uzlaşmazlıklara rağmen ABD’nin
baskıları ile KDP Irak Kürdistan’ına açılan kapıları açık tutmak
durumunda kalıyor. Oralar ekonomik olarak da Kuzey Doğu Suriye’nin
nefes boruları.
- İlaveten Amerikan varlığı Türkiye-ABD
ilişkilerini geriyor. Oluşan çatlaklar Kürtlere manevra imkanı
sağlıyor.
Kürtlerin göz ardı edemedikleri faktörler bunlar. Ancak Amerikan
kapısındaki bütün bu hesaplar, Şam kapısının kapanma nedeni. Müthiş
bir açmaz bu.
Ayrıca Kürtlere Amerikan desteği Ankara’yı, “Akdeniz’e kadar Kürt
koridoru kuruluyor” korkusuna ve buna karşı güvenli koridor
hesabıyla askeri müdahalelere iten kışkırtıcı bir faktör.
ANKARA’NIN BIDEN YÖNETİMİNİ İKNA İHTİMALİ
Kürtlerin Amerikan desteğine dair hesaplarını bozabilecek karşı
hamleler de gelebilir. Eski oyuna dönme ihtimalinden söz ediyorum.
Nedir bu oyun? Türkiye’nin bölgesel rolünü İran etkisini kesecek
unsur olarak Irak ve Suriye’de öne çıkarmak. Buna Yemen ve Lübnan
gibi halkaları da eklemek mümkün. AKP kadroları “Ankara ve
Washington’ın dış politika öncelikleri yüzde 90 uyuşuyor” diyerek
kendilerine kredi çıktıkları günlerde bu misyonu iyi oynamıştı.
Ankara şimdi Şam’la normalleşmeye karşı itirazları yumuşatmak,
Kürtlerle ilişkisini bitirmek ve Sezar Yaptırım Yasası’ndan
muafiyet sağlamak için Amerikalılara karşı üç açılı bir söylem
geliştirebilir:
- Türkiye’nin Şam’la normalleşmesi İran’ın
Suriye’deki nüfuzunu geriletirken Rusya’nın etkisini de
dengeleyebilir.
- Türkiye normalleşme ve yeniden inşa sürecinde
üstleneceği rolle Şam’ı tutum değiştirmeye itebilir.
- 2008’de İsrail-Suriye arasında dolaylı
görüşmelere arabuluculuk eden Türkiye yeniden müzakere kanalı
haline gelebilir.
Belli ki Ankara’daki karar vericiler, Türkiye’nin kendi içinde Kürt
sorununu bir yere bağlamadan Suriye’de Kürtlerin statü elde
etmesini tehlikeli buluyor. Bu, Kürtlerle çözüm sürecini yeniden
başlatma seçeneğini Amerikalılarla pazarlıklarda araçsallaştırırlar
mı emin değilim.
Elbette Kürtleri düşmanlaştırmak yerine haklarını teslim eden bir
yaklaşım sergilenseydi hem Türkiye hem Suriye’nin işi kolaylaşır,
mevcut düğüme kör düğüm atmak gerekmezdi. Ankara kapısı barışa
açılmadıkça Türkiye, Moskova ya da başka kapılarda kurulan masalara
oturmaya mecbur kalacak ve dış ilişkiler ağını kendi elleriyle
sorunlu hale getirmeye devam edecek.
Beri tarafta Şam’la normalleşmenin hedeflerinden biri
sığınmacıların geri dönmesini sağlayacak koşulların temin edilmesi.
Bu da Avrupa’nın göçmen korkusunu azaltabilir. Tabii bu mesele
ABD’nin umurunda olmayabilir. Ancak sığınmacıları geri göndermek
için normalleşme ve Suriye’nin yeniden inşa sürecinin başlatılması
şart. Ankara Batılı ortaklarına buradan yürüyebilir.
ŞAM KAPISINDA NE TÜR HESAPLAR YAPILIYOR?
Şam kapısında da hesaba katılması gereken bir sürü denge var.
Kürtlerin liderliğindeki özerkliğin bitirilmesi, Türkiye-Suriye
barışının önkoşuluna dönüşürken Esad yönetimi bir bakıma cendere
altına giriyor. Türkiye ile uzlaşmanın getirileri ile Kürtleri
karşıya almanın götürülerini teraziye koymak zorundalar.
Kürtler arasındaki değerlendirmelere baktığımızda şu noktalar öne
çıkıyor:
- 11 yılda çok zayıflayan Suriye ordusu
YPG-SDG’nin yerini dolduramayabilir. Dera gibi yerlerde muhalif
güçlerle sağlanan uzlaşmadan sonra merkezi güçlerin kontrolündeki
açıklar giderilemedi. Dürzi bölgesi Süveydiye’de de merkezi
sıkıştıran gelişmeler yaşanıyor.
- Fırat’ın altında IŞİD’den geri alınan bölgelerde
Suriye ordusu sıklıkla kayıplar veriyor.
SDG’nin dağıtılması, IŞİD’in etkinlik alanını genişletebilir. Bu
merkezin karşı karşıya olduğu sorunu büyütür.
- Arap aşiretleri devleti “koruyucu güç” olarak
arkalarında hissetmedikleri sürece yeni bir pozisyon alamayabilir.
Eski ABD Başkanı Donald Trump Erdoğan’a “Suriye artık senindir”
diyerek güçlerini çekeceğini ilan ettiğinde Amerikan teşviki ve
IŞİD korkusuna dayalı Arap-Kürt ortaklığının çözüleceği
düşünülmüştü. Fakat aşiretler acele etmedi. Aşiret liderleri
güvencelere ve gücün kaynağına bakar!
- SDG’nin dinamik ve savaş tecrübesi edinmiş 100
binin üzerindeki askeri varlığının Suriye güvenlik şemsiyesi ile
birleşmesi dengeleri değiştirir. Aksi yola sapılması Suriye’yi
parçalayacak senaryoları tetikleyebilir.
- Suriye ordusunun yetersiz kaldığı bir seçenekte
boşluğu doldurmaya İran unsurları gelir. Bu da Türkiye’nin istediği
bir sonuç değil.
Bütün bu hususlar Şam’a Erdoğan’ı memnun edecek şekilde Kürtleri
karşı cepheye koymaması gerektiğini telkin ediyor.
MOSKOVA KAPISINDA NE VAR?
Moskova kapısı da Kürtler açısından Şam’a açılıyor. Rusya,
Amerikan varlığını zora sokacak, Kürtleri Şam’a itecek ve Suriye
hükümet güçlerinin YPG-SDG alanlarına dönmesini sağlayacak şekilde
Türkiye’nin operasyon ve kara harekatı tehditlerini kullanıyor.
Rusya 20 Kasım'dan itibaren Türkiye’nin karadan askeri
müdahalesinin önünü kesen bir duruş sergilerken Tel Rıfat, Menbic,
Kobani, Ayn İsa ve Tel Temir hatlarına hükümet güçlerini kaydırdı.
Güç kaydırma operasyonu devam ediyor. Bu, YPG-SDG unsurlarının
alanını daraltan bir operasyon sayılır. Amerikalılar bu hamleden
rahatsız. Onlar da 2019’da çekildikleri yerlerde zaman zaman bayrak
göstererek denge kurmaya çalışıyor. Fakat bunun süreci tersine
çevirmesi olası değil.
Rusya stratejik çıkarları için Ankara’nın hassasiyetlerini gözeten,
Türk-Amerikan çatlağını büyüten, Türkiye-Suriye yakınlaşmasını
olgunlaştıran bir süreci yönetirken Kürtlerin ‘etkisiz eleman’
olamayacağını da görüyor. Yani Kürtleri Erdoğan’ın istediği gibi
silmenin sorunu çok büyüteceğini biliyor. O yüzden SDG’yi Suriye
ordusuna yazdırmanın daha akıllıca olacağını düşünüyor. Bunun için
yapılması gereken Türkiye’yi yumuşatmak ve Şam’ı özerkliğin esnek
formları için cesaretlendirmek. Üçlü buluşmaya kadar Rusya,
Erdoğan’ı esnetecek yaratıcı yaklaşımlar bulabilir mi, bekleyip
göreceğiz.
MUHALEFETLE ORTAKLIK: BEYHUDE BİR ÇABA
Kürtlerin bu kritik süreçte yapmayı denedikleri başka bir şey
daha var: Türkiye’ye angaje olmamış Suriye muhalefetiyle ilişkileri
geliştirmek. Fakat silahlı gruplar, Kürtleri rejim işbirlikçisi
olarak görme eğilimini sürdürüyor. Tabii Türkiye’nin bunların
fişini çekmesi yeni değerlendirmelere yol açabilir. Şu aşamada
Kürtlerin diyalog kurabileceği muhalif figürlerin sahada
karşılığının olduğunu söylemek zor.
Kürtlerin hem Türkiye hem Suriye’yi karşılarına alacakları bir
seçenek ise iki tarafın yok etme iradesini ortaklaştırabilir. Bu da
ölümcül bir senaryo olur.
Üç kapı ve üçüne de yetecek bir kilit; Kürtlerin oturduğu denklem
bu. Zor mu, zor.