Esad’ın gözünde Erdoğan’la görüşme

Mevcut iktidar, Ankara’nın uluslararası sorunlardaki gelenekselleşmiş sündürme politikasına ilaveten, iç siyasette en önemli başlıklardan biri haline gelen ve kendisine puan kaybettiren sığınmacılar konusunda adım atıyor görünmek için, “tamam, oturduk, hallediyoruz, sıkıntı yok” havası yaratabilmek için bu en üst düzey görüşmeyi sahnelemek istiyor. Somut sonuç ve değişim, gerçek hedef değil. Ve öyle görünüyor ki, bu “karşıdan” da belli oluyor.

Ümit Kıvanç yazar@gazeteduvar.com.tr

Annaharar gazetesi yazarı Sarkis Kassargian, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Şam-Ankara ilişkisine ve muhtemel bir “başkanlar” buluşmasına dair söylediklerini madde madde aktardı. Dün çeşitli kaynaklardan toparlayabildiklerimizle uyum içindeki bu bilgilere dayanarak Esad’ın tutumu hakkında artık daha kesin konuşabiliyoruz. Ve diyebiliyoruz ki: Yakın zamanda görüşmeleri zor, görüşseler de bundan sonuç çıkması mucize olur.

Suriye’de, ordu ve resmî hükümetin denetimi altındaki bölgelerde yapılan parlamento seçimlerinde oy kullandıktan sonra gazetecilerin karşısına geçen Esad’a, en çok, Türkiye ile ilişkilerdeki güncel gelişmeler ve Erdoğan ile biraraya gelip gelmeyeceği soruldu, Esad da meramını açıkça ortaya koyan, açık ve net cevaplar verdi. Bunlar şu ana kadar genel olarak aktarıldı, ama ilgili okuru televizyonlardaki ve kimi iktidar propaganda bültenlerindeki sallama ve atıp tutmalara karşı ufaktan aşılama maksadıyla ve kolay başvurulabilir kaynak olsun diye daha geniş aktaracak ve değerlendirmelerimi de katacağım.

Öncelikle, Beşar Esad’ın, Erdoğan ile bizzat görüşmeye temaslarda özel bir aşama anlamı yüklediği anlaşılıyor. Suriye devlet başkanı, biraraya gelişin, temel meselelerde anlaşma yolunda belirleyici bir adımı izlemesi gerektiğini düşünüyor. Yoksa, iki devletin temasının zaten sürdüğünü, arada arabulucuların çalıştığını, “güvenlik düzeyinde” bir görüşmenin ayarlandığını belirtiyor. Şu andakinden daha üst düzeyde temas olursa bunu gizlemeyip açıklayacaklarını da ekliyor.

Bu aleniyet resti boşuna değil. Sözkonusu temel meseleleri Esad, uluslararası hukukun ve Suriye’nin hükümranlık haklarının gereği olarak tanımlıyor, “normalleşme” kavramının kullanılmasına bile itiraz ediyor, “anormal olan her şey” ortadan kaldırıldığında mesele kalmayacağını demeye getiriyor. “Anormal”den kastını da “işgal, terör, devlet egemenliğine ve uluslararası hukuka saygısızlık” diye tarif ediyor. Bunlardan kastı, (1) Ankara’nın Suriye topraklarındaki -kaymakamıyla, okuluyla, postanesiyle…- askerî-idarî varlığı, (2) Suriye’nin bir kısmında (İdlib) devlet dışı güçlerin (Heyet Tahrir el-Şam) otoriteyi ellerinde tutmasını TSK korumasıyla mümkün kılması ve (3) komşusunun topraklarında organize silahlı güçler (Suriye Millî Ordusu) beslemesi!

Esad açıkça “normalleşme”den anlaşılması gereken şeyin “savaş öncesi koşullarına dönüş” olduğunu vurguluyor, öyle bir durumda “sınırların korunmasının Suriye ile Türkiye arasındaki doğal ilişkiden ibaret” olacağını belirtiyor.

Beşar Esad hernekadar “şartlar ve talepler koymuyoruz” dese de, hem “TSK’nın Suriye topraklarından çekilmesi”ni açıkça telaffuz ediyor hem de “uluslararası hukukta açıkça ifade edilen gerekliliklerden bahsediyoruz” diyor.

Peki Rusya’nın, İran’ın Erdoğan-Esad görüşmesi ayarlama konusunda girişimi var mı? Esad “var” diyor, ama şu kayıtla: “Arabulucu devletlerden temel gereksinimleri karşılama konusunda bize herhangi bir garanti verilmedi.” Yani kimse Esad’a, “Tamam, Türkiye çekilme garantisi verecek,” dememiş.

Esad’ın tutumunda ilk ağızda dikkate alınması gereken önemli iki nüans var. İlki, Ankara’nın Suriye topraklarından çekilmesi ve muhalif silahlı gruplarla ilişkisini kesmesi taleplerini “uluslararası hukukun gerekleri” olarak ortaya sürmesi -ki, bunun aksini iddia ederek herhangi bir görüşmeye nasıl başlanacağını hayal etmek zor. O zaman Ankara açısından esas zorluk kaynağı olan çetrefil vaziyet pazarlık dışı kalır, Ankara’ya kıpırdayacak yer kalmaz. İkincisi de, Erdoğan’la biraraya gelişin kendisini başarı-başarısızlık olarak değerlendirilebilecek aşama sayması. İlkine yönelik olarak Esad, “Prensipleri ve gereklilikleri vurguladığımızda bu, katılıktan veya tereddütten değil, sürecin başarısına yönelik kaygılarımızdan kaynaklanıyor,” diyor. İkincisine ilişkin olaraksa, “Erdoğan'la görüşmenin başarısızlıkla sonuçlanması kötü olur,” diye vurguluyor. Kendi açısından haklı, çünkü kurulacak masa “anlaşamadık” diye dağılırsa topraklarındaki yabancı silahlı gücü çatışarak çıkarmak dışında seçeneği kalmayacak.

Beşar Esad son olarak, bizde niyeyse pek üzerinde durulmayan bir eksikliğe işaret ediyor: “Şu ana kadar Erdoğan'dan görüşmenin hedefinin ne olduğuna dair herhangi bir söz duymadık.” Gerçekten de böyle değil mi? Niye böyle olduğuna dair bizim elbette tahminimiz, hattâ tesbitimiz var -ve galiba artık bunu yüksek sesle dile getirmenin zamanı: Suriye ile en üst düzeyde, “başkanlar” düzeyinde temastan Ankara’nın hele kısa vadede, somut beklentisi olmayacaktır. Zaten görünür vadede sınır ötesindeki askerî-idarî varlık ve Suriye’de muhalif silahlı güçlere sağlanan bilumum destek hususlarında geri çekilmenin kolay kolay sözkonusu olamayacağını konuyla az buçuk ilgili herkes kestirebilir. Hattâ görüşme masasında ele alınacak konuların, Türkiye’nin desteği olmaksızın, değil konumlarını koruma, sağ kalma ihtimalleri bile şüpheli on binlerce savaşçı, bunların aileleri, çoluk çocuk Suriye topraklarına yerleşmiş örgütlü göçmen cihatçılar vs.’den Türkiye’deki sığınmacılara gelmesi için bile aylar geçecektir. Mevcut iktidar, Ankara’nın uluslararası sorunlardaki gelenekselleşmiş sündürme politikasına ilaveten, iç siyasette en önemli başlıklardan biri haline gelen ve kendisine puan kaybettiren sığınmacılar konusunda adım atıyor görünmek için, “tamam, oturduk, hallediyoruz, sıkıntı yok” havası yaratabilmek için bu en üst düzey görüşmeyi sahnelemek istiyor. Somut sonuç ve değişim, gerçek hedef değil. Ve öyle görünüyor ki, bu “karşıdan” da belli oluyor.

Esad’ın “şart koşmuyoruz ama…” diyerek öne sürdüğü şart, yani Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesi ve “teröre desteği” kesmesi hangi olağanüstü zorluklarla yüklü, nasıl yolu tıkalı bir süreç, bunun ayrıntılarını ayrıca konuşalım. Fakat şu andan idrak etmemiz gereken gerçek şu ki, muhtemel bir zirvede Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar konusuna çözüm bulunması ihtimali sözkonusu değil. Hattâ, tartışmanın buraya kadar uzanabilmesi bile pek mümkün görünmüyor. “Ayrıca konuşalım” dediğim başlığın altını kabaca doldurmaya başladığımızda, Ankara’nın komşu ülke topraklarında kalkıştığı işin boyutları ve yarattığı dallı budaklı sorunlar iyice anlaşılacak, hele iş kötü ihtimalleri sıralamaya geldiğinde belki bugünkü durum bile mumla aranacaktır.

Tüm yazılarını göster