Türkiye muhalefet koalisyonunun ana partisi CHP, Suriye meselesine el atıyor. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, “Madem onlar yapmadı,” dedi, “şimdi biz CHP olarak Türkiye konferansı yapacağız. Suriye gerçeğini sonbaharda masaya yatıracağız. Uluslararası tüm önemli aktörleri de davet edeceğiz…”
Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya’ya partisinin yeni atılım planını açıklayan Kılıçdaroğlu, planın çekirdeğine “Esad ile görüşme” unsurunu yerleştiriyor. Kılıçdaroğlu, Suriye tek-adamıyla görüşülürse her şeyin hallolacağını meğer üç senedir biliyormuş: “Bunu [ilk defa] bugün değil, 2015 Haziran seçimi sonrası dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile koalisyon görüşmeleri sırasında da dile getirdiğini açıkladı,” diye aktarıyor Sarıkaya. Üstelik, “zaman, düşüncelerinin doğru olduğunu ortaya çıkar”mış. Ne dedi o vakit acaba, İstikşafî Ahmet Bey’e? “Adamı devirmeseniz de görüşseniz?” filan mı?
Partisinin uluslararası projesini şöyle ayrıntılandırmış CHP genel başkanı: “Suriye’deki bütün aktörleri ve karşı tarafı da davet edeceğiz. Esad’ın izlediği politikayı savunan veya yeren her kesimi davet edeceğiz. (…) Terör örgütleri ile ilişkili olanlar hariç tabiî” (vurgular benim -ük).
Bunun üzerine gazeteci, “YPG/PYD’den temsilci olmayacak mı?” diye sormuş haliyle. Kılıçdaroğlu “Onlar hariç,” diyor, “onların dışında. Suriye’nin dışişleri bakanlığından bir yetkili olabilir, gelebilir. Suriye, Esad politikasını aktarabilir. Ama bunun karşıtı da olacak aynı masada. Onu hedefliyoruz. Cenevre benzeri bir toplantı; göçmen dernekleri de var, onların da katılımını sağlayacağız. Suriye tablosunu bütün taraflarla masaya yatırma gibi bir amacımız var” (vurgu benim -ük).
Söylenendeki mantıksızlık öylesine ortada ki, gazeteci üsteliyor, “Suriye’nin kuzeyi sorununa da çözüm olur mu?” diye soruyor; “kuzey”deki hakim siyasî-silahlı gücün temsilcilerinin bulunmayacağı bu görüşme masası. Kılıçdaroğlu rahat: “Esad ile doğrudan doğruya görüştükten sonra Suriye’nin kuzeyinde yaşanan pek çok sorun daha rahat aşılabilir.” Rojava’nın geleceğini Şam yönetimiyle birlikte şekillendirmeyi düşünüyor, PYD veya yerel meclisler aracılığıyla yürütülen yönetim modelinin unsurlarına herhangi bir söz hakkı tanınmasını gerekli bulmuyor.
Eğer gazetecinin bir sıralama-toparlama yanlışının sonucu değilse, “kuzeye de çözüm olur mu?” sorusuna Kılıçdaroğlu’nun cevabı, bu sözlerden sonra şöyle devam ediyor: “Türkiye’deki göçmenlerin oluşturulacak bölgeye yerleştirilmeleri, oluşturulacak okul, donatıların yapımı; bütün bunları gerekirse Türkiye, AB desteğini de alarak yapmalı. Çünkü ben AB yetkililerine de Suriye ile ilgili bu tip konularda destek vermesi gerektiğini söylemiştim, onlar da, evet haklısınız, demişlerdi. Dolayısıyla inadından vazgeçmesi lazım; söz konusu olan Erdoğan’ın çıkarı değil, Türkiye’nin çıkarıdır. Dış politikada kan davası olmaz. Tam tersine bir ülkenin çıkarlarının önceliği vardır…”
Bunun üzerine, artık gündelik kültürümüzün parçası haline gelmiş “insan bazen gerçekten hayret ediyor” klişesi dışında söz söylemek zor.
'BAŞKA ÜLKEYE GİRERKEN YETKİLİYLE GÖRÜŞÜN!'
Gazeteci soruyor: “Suriye’nin PYD hakimiyetindeki kuzey bölgesine Türk askerinin girmesine nasıl bakıyorsunuz?” CHP genel başkanı, “...başka bir ülkeye girerken,” diyor, “güvenli bölge oluşturmak istiyorsanız, o ülkenin yetkilileri ile bunu konuşmalısınız.” Yani girme-girmeme diye bir tartışma, girmeme seçeneği filan yok, CHP liderinin aklında. “Esad ile görüşün dememin nedeni budur zaten,” diye vurguluyor tavrını. Şöyle olmalıymış: “Esad ile görüşüp, ‘Türkiye açısından güvenlik riski var, bunu telafi etmek istiyoruz, oturalım beraber konuşalım, siz de ben de Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz. Biz Suriye’deki halklara saygı duyuyoruz. Kaldı ki Suriye’de Irak’ta yaşayanlarla Türkiye’de yaşayanlar arasında bir akrabalık da var. İki tarafta da Araplar, Kürtler, Türkmenler, Ezidiler var’ diyelim.”
Buradan açıkça anlıyoruz ki, Suriye Kürtlerini temsil eden herhangi bir irade, Kılıçdaroğlu’nun denkleminde yer almıyor, dolayısıyla öngördüğü “çözüm” girişiminin de parçası olamıyor.
Bunu nasıl izah edebiliriz?
Kılıçdaroğlu söz konusu olduğunda, niyeyse, kasıttan önce kasıtlı ihmal geliyor insanın aklına. Mâsumâne bir tutumla karşı karşıya olduğumuza inanamayız, ancak “nasıl yani?” diye sormaktan da kendimizi alamıyoruz. Suriye Kürtlerine yönelik duygularla, PYD’nin PKK ile ilişkisinden doğan kaygılar veya tepkilerle ilgili değil mesele. Ortada bir savaş alanı var, fiilî iktidar bölgeleri oluşmuş, fiilî sınırlar, güç ilişkileri var; siz burada çatışmaları durduracak ve zaman içinde barış ve huzur ortamı oluşturacak çözüm arıyorsunuz; fakat hepsi on binlerce kurban vermiş topluluklardan birini bu arayıştan, bunun için gerekli temas ve görüş alışverişinden dışlıyorsunuz. Daha baştan. Açıkça ortaya konabilir, savunulabilir gerekçesi olmaksızın.
'BÜTÜN AKTÖRLER'E KÜRTLER DAHİL DEĞİL Mİ?
Nitekim, CHP ve genel olarak AKP muhalifi kesimlerce “kafa kesen cihatçılar” olarak algılanan silahlı muhalif örgütleri Kılıçdaroğlu’nun CHP himayesindeki muhayyel uluslararası barış konferansından dışlamadığı anlaşılıyor. Suriye yönetiminden yetkili gelsin, politikasını anlatsın, ama tabiî “bunun karşıtı da olacak masada”, derken kastedilen başka kim veya ne olabilir? Kimdir Şam’ın “karşıtı”? Ankara’nın himaye, denetim ve komutasında örgütlenmiş “Millî Ordu” mu? Heyet Tahrir el-Şam dışındaki cihatçıların -Ankara destekli- Ulusal Kurtuluş Cephesi mi? Türkistanlılar, Özbekistanlılar, Çeçenistanlılar ve Asyalı, Kafkasyalı başka savaşçılardan meydana gelen, Taliban veya El-Kaide’ye biatlı -Ankara’yı karşısına almayan- militan örgütler mi? Veya bizzat Heyet Tahrir el-Şam mı? Kılıçdaroğlu, “Araplar, Kürtler, Türkmenler, Ezidiler var” diye sayıp döküyor. Şu sıraladıklarımdan hangisi Arapların, hangisi Türkmenlerin, hangisi Ezidilerin temsilcisidir? Kürtleri sorayım mı? Kılıçdaroğlu, “Sormayın,” diyor, “onlar olmayacak.”
Kılıçdaroğlu’nun ağzından sunulan, görüleceği üzre, hem ciddîye alınacak bir yaklaşım değil hem de aslında “Suriye meselesi”ne dair bir çözüm planı olarak geliştirilmiş değil. İmkânsızın peşinde koşulacağına dair iç bunaltıcı, yürek tüketici bir ezber tekrarı: Esad’la görüşülsün. Ee? Görüşülmüyor mu sanki arka odada? Eğer Kılıçdaroğlu’nun demeye çalıştığı, “Ankara Esad’ı yeniden resmen Suriye’nin meşru devlet başkanı olarak tanısın” gibi bir şeyden ibaretse, bunu değil çözüm, girişime benzer bir kavramla anmak bile hepimizi aptal yerine koymak olur.
Peki o halde soruyu daha bir kravatlı ceketli kılalım: Kılıçdaroğlu Suriye Kürtlerinin temsil edilmediği bir platform mu öneriyor? Ve Suriye Kürtlerinin Suriye içindeki varoluş koşullarını Esad belirlesin mi demek istiyor? Sırf Kürtler de değil. Suriye Demokratik Güçleri bünyesinde Kürtlerle müttefik Araplar hakkında da Esad karar versin. Bütün bu insanlar, daha iyi yaşayabilmek için kendisine karşı isyan bayrağı açtıkları adamın -ve temsil ettiği iktidar çevresinin- insafına terk edilsin. Buna karşılık, bizim vergilerimizle beslenen silahlı cihatçılar temsilci yollasın, görüşme masasına otursun. Bu mudur?
Peki Kılıçdaroğlu buna Kürtleri nasıl razı edecek? Genel başkan diyor ki: bir ülkeye girecekseniz oranın yetkilileriyle görüşmeniz lazım! Yani Esad’la görüşmek yeterli. Kürtleri razı etme diye bir kaygı da yok. Dikkat ederseniz, Kılıçdaroğlu, “PYD-YPG, gerçekte PKK’nin uzantısıdır, bu yüzden Kürtleri şu siyasî parti/hareket temsil etsin” de demiyor. “Bütün aktörler”, “bütün taraflar” ve “her kesim”e Suriye Kürtleri dahil değil mi?
İLÂHÎ GÜÇLER Mİ İŞBAŞINDA?
Ve şu işe bakınız ki, bu açıklama, avukatlarıyla görüşmesine ve dışarıya mesaj iletmesine yeniden fırsat verilen Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla aynı gün karşımıza çıktı! Öcalan’ın, “Kürtlere yer açmaya çalışıyorum. Gelin Kürt sorununu çözelim,” diye mesaj yolladığı gün, Kılıçdaroğlu, “açamazsın” demiş oldu.
Kim bilir, belki bu da tesadüf gibi görünen şu meşum ilâhî çakışmalardandır: “Kürt sorunu diye bir şey neden var”, herkes anlayabilsin diye var edilmiştir. Kürtler neden bir vakit AKP’den medet umdu, bu iyice anlaşılabilsin diye ilâhî kuvvetler CHP genel başkanına o sözleri söyletmiştir. Aynı ilâhî güçler, belki, Deniz Baykal’ın fazla unutulduğunu ve kenara itildiğini CHP’ye hatırlatmayı, eski genel başkan için “kendi gitti, ruhu burada” havası yaratmayı istemiştir. Belki kimilerinin çaresizce kurtarmaya çabaladıkları müflis AKP’yi “kuruluş felsefesine” dönmeye çağırması gibi, ilâhî güçler de, son zamanlarda beliren azıcık geniş ufuklu ve basiretli siyasî eğilime kapılıp gitmesin, kainattaki varoluşunun anlamını hatırlasın diye CHP’yi silkelemek istemiştir.
Ya da belki Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları bunları yaptığı sırada henüz duymadığı Öcalan çağrısına gayriresmî cevap niteliğindedir. Kılıçdaroğlu, Kürt meselesini Kürtlerin kendi temsilcileri sayacakları birileriyle değil, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan veya o müsait değilse Savunma Bakanı Hulusi Akar’la görüşerek halledeceğini, böylece “bütün aktörler”le görüşmüş olacağını mı imâ etmiştir? Biraz tuhaf görünüyor ama bilmem ki… Suriye’deki Kürtlerin kaderi, onların bulunmadığı ortamda Esad’la görüşülecekse..?
Ha, bir de sorarlar adama, “Sen kim oluyorsun da DAİŞ’le savaşta binlerce gencini kurban vermiş bir halk topluluğunu yok sayıyorsun?” derler.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Suriye planı”, gerçekle uyuşmazlığının, ayağı yere basmazlığının, öngörüsüzlüğünün, isabetsizliğinin, hakkaniyetsizliğinin yanı sıra, feci ayıptır. Büyük ayıp.
Öte yandan… tabiî eğer böyle bir plan varsa!