Esaret değil, özgürlük 'Hücre'si
Ailesi Almanya'da işçi olan Erdin Ersoy Berlin doğumlu. 14 yaşındayken ailesiyle birlikte Bandırma'ya dönüyorlar. Ersoy ise kendini önce Ankara'da öğrenci, sonra Antalya'da satış ve pazarlamacı ve en sonunda da tarihi Valide Han'da tasarımcı olarak buluyor...
DUVAR - Kubbesinde İstanbul manzarasıyla fotoğraf çektirilen han olarak bilinen Valide Han'da (Büyük Valide Han) dolaşırken ustaların çekiç seslerinin arasından bir de müzik sesi geliyor; hem de rock! Doğal olarak sese doğru gidiyorum ve kendimi Hücre 82'nin içinde buluyorum. Yani 82 numaralı han odası. Şimdilerde ise Erdin Ersoy'un hem atölyesi hem de sergileme alanı.
Artık hanın çatısında fotoğraf çektirilemiyor çünkü çökme tehlikesi var. O nedenle popüler olduğu zamanlar kadar gelip giden yok buraya. Ustaların üretim yapması için iyi ama üretimleri nakde çevirmeleri içinse kötü bir şey. Üretim için gerekli huzur, yaşamak için gerekli parayla ters orantılı. Fakat Erdin Ersoy bu kalıbın dışında. İşin aslı onun üretim alanı da handaki genelin dışında bir yapıda.
“Farklı yapıda bir insanım. Rock müzik dinlemeyi severim. O tarza uygun bir koleksiyon hiçbir zaman bulamamıştım. O yüzden kendime bir şeyler yaparak başladım. Sonra devamı geldi. Baktım fikirler bitmiyor, sürekli kafamın içinde dolanıyor, bir şekilde üretimin içine girdim,” diye anlatmaya başlıyor Erdin Ersoy. “Ne üretiyor?” diye sorarsanız, ağırlıklı olarak erkek, daha az ağırlıklı olarak kadın takıları, film kahramanlarının figürlerinden bunları sergilediği ya da üzerinde çalıştığı masaya kadar birçok şey. Fakat lokomotif takılar.
Erdin Ersoy, 1971 Berlin doğumlu. “Anne ve babam gurbetçi işçilerdi. Toplam 14 sene Almanya'da kaldılar. Sonra memlekete döndük. Bandırmalıyız, oraya. Babam dönünce eski mesleği olan berberliğe devam etti. Annem emekli olmuştu. Sonra annemi kaybettik. Babam ise emekli hayatını sürdürmeye devam ediyor. Ailemin de kültürel altyapısı vardı. Çok gezerdik, bazı sanatsal üretimler yapardık. Mutlaka onların da katkısı olmuştur bugün yaptığım işe,” diyor Ersoy ve devam ediyor:
“Üniversite için Ankara'ya gittim; Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü. Öğrencilik döneminde Antalya'da kuyumculuk sektöründe çalışmaya başladım. Animasyon ve otelcilik tecrübesinden sonra. Okul bitine kadar her yaz orada takılmaya devam ettim. Okul bittikten sonra da 2 yıl kadar Side ve Kemer bölgelerinde bu işe devam ettim. Kuyumculuğu bayağı bir öğrenmiş oldum temel anlamda.”
Neden mezun olduğu alanla ilgili devam etmediğini ise şöyle anlatıyor: “Okuldan mezun oldum fakat yazın yaşadığım deneyimlerin cazibesi baskın geldi. Maddi yönü de bir artı oldu. Okulla ilgili yapabileceğim öğretmenlik, çevirmenlik ya da akademisyenlik gibi şeyler vardı. Ama onlara uygun birisi değilim. Hareketi ve canlılığı seviyorum. Çevirmenlik yaptım bir süre ama ilgi alanım olmayan bir dolu metni çevirdim sadece. Herhangi bir yaratıcılığı olmayan, sadece başka bir dilden anlam transferi yaptığım, sırf para kazanmak için yapılan bir şey.”
Erdin Ersoy, üretim yapmadan önce iyi bir satıcıymış. İşin pazarlama yönünde uzun süre çalışmış: “Bir gün çalıştığım firmanın sahibi yurt dışına ihracat yapmamızı önerdi. Onunla birlikte fuarlara gitmeye başladım. İlk önce İstanbul, sonrasında yurt dışındaki fuarlar. Sadece fuarlara değil, mesela 99 yılında Dubai'ye gidip burada üretilen takıları pazarladık. O esnada bu işin mutfağını da öğrenmiş oldum. Bir zaman sonra 'artık kendim bir şeyler üretmeye başlamalıyım' dedim. Kendi zevkime göre bir şeyler bulamadım. Sattığımız şeyler klasik, pırlanta vesaire; kadınlara hitap eden şeylerdi. Kendime göre tasarımlar üretmek zorunda hissettim. Yavaştan bir şeyler yapmaya başladım.”
Kuyumculuğun hem sanat hem de ticari olarak merkezi Kapalıçarşı. Erdin Ersoy da ilk burada kendini göstermeye başlıyor: “Kapalıçarşı'da bir arkadaşım vitrininde bana ufak bir yerdi ayırdı, orada ürünlerimi sergiledim. Onun akabinde bir yer aramaya başladım. Büyük Valide Han'da uygun bir yer bulduk. Bilge Öktem'le birlikte kurduk burayı. O da tasarımcıdır. Bir buçuk sene filan oldu burayı açalı. Buraya 'Hücre 82' dedik ama kendi ismimle kullanıyorum daha çok, tasarımcı kimliğim öne çıksın diye.”
“Açıkçası, bu işin iyi yapıldığı yerler için bütçem yoktu. Başka alternatifler düşünürken kız arkadaşımın beni cesaretlendirmesiyle buraya geldik,” diyen Erdin Ersoy şöyle devam ediyor: “Burası iki katlı bir yapı; üst kat atölyem, alt kat ise sergileme alanı ve gerektiğinde satış yaptığım yer. Burada her yerde bulamayacağınız bir ortam var. Çok fazla rekabet yok. Aslında tek başımayım burada. Halil Altındere ve Canan Topaloğlu gibi isimlerin de burada yerleri var. Burada da sanata yönelik bir oluşum mevcut, onun bir parçası da benim. İnsanlar geldiklerinde farklı bir mekanla karşılaşıyorlar, bu da buranın cazibesini artıyor.
“Burasının karakteriyle benim yaptığım işin karakteri birbiriyle örtüşüyor. Nişantaşı gibi popüler yerlerde işin maddi değeri daha öndedir. Buradaki talep daha farklı. Buraya gelen insanlar da daha alternatif şeyler talep ediyor. Buraya gelip, bu halini görüp seven insanlar var. Buranın kendine özgü bir kitlesi var. Burada topuklu ayakkabıyla gezmek kolay değil. Üstelik Osmanlı'dan kalma eski bir yapı; tarih var, kültür var, manzara var, çok güzel el sanatlarıyla uğraşan ustalar var. Severek burada bulunuyorum, keyif alıyorum. Buradaki tarihe saygı duyacak insanların buraya gelmesi önemli olan.
“Takı tasarımı yapıyorum. Antika ürünlere ve resme de meraklıyım. Onlardan da örnekler var burada. Ama ağırlıklı olarak takıların sergilendiği bir yer burası. Şu anda tamamen buraya yönelik özgün üretimler yapıyorum. Daha yeni Amerika'dan bir iş teklifi geldi, ürünlerini burada satalım diye. Fakat ihracatını da kendim yapmak istiyorum. Yabacı dil bilgim ve iş tecrübem var. Gitmediğim fuar neredeyse kalmadı. Koleksiyonumu kendim üretiyorum. O nedenle bütün işi kendim yapmak istiyorum.
“Türkiye'de kadın takısı çok fazla üretiliyor. Ama ben ağırlıklı olarak erkek takısı üretiyorum. Erkek takısında hatlar serttir, daha figüratif unsurlar kullanılır ve takılar daha ağırdır. O nedenle, gümüşe yöneldim. Bu malzemeyle 60 gram gelen bir kolyeyi düşünelim, altın olduğunda 75 gram gelir. Bu da sadece altın maliyetinin bile 10 bin lira olması demek. Bunu yapsam bile alıcısını bulmak çok zor olur. Gümüşte istediğim ağırlıkta tasarımlar yapabiliyorum. Altın ve pırlantaya kıyasla ucuz bir materyal. Artı, gümüşü daha çok seviyorum, saf bir materyal, güzel bir maden. O yüzden çalışması da zevkli.
“Erkek takısı dünyada da çok az yapılan bir şey. Öncü olmak istiyorsanız, farklı bir deneyime girmeniz lazım. Ama girdiğim bu riskin sonuçlarını alıyorum. Fakat kadınlar her zaman çok daha iyi alıcılar erkeklere göre.
“Birçok müzeyi gezdim. Sanatsal olayları takip ederim. Sanatçı arkadaşlarım var ve çoğuyla iyi diyalog kurabiliyorum. Onlardan da esinleniyorum. Mesela Jeff Koons'tan esinlenip bir balon köpek yaptım. Sinemadan esinlenip onlarla ilgili figürler yaptım. En son Marvel ve DC Comics serisinden figürler yaptım. Alien, Jaws, Gladyatör, 300 Spartalı gibi filmlerden esinlenip ürettiğim figürler var. Miğferler yaptım, Mad Max yüzüğünü yaptım.”
Eminönü, Sirkeci, Tahtakale, Kapalıçarşı... Burası yüzyıllardır bu şehrin en önemli ticari merkezlerinden biri. Zamanla çeşitli dalgalanmalar yaşasa da kendini yaşatmayı ve dönüştürmeyi biliyor. Yüzlerce han ve binlerce han odası içinde hâlâ hummalı bir koşuşturma ve üretim var. Hem zanaatkârları, hem sanatçıları hem de tüccarları bir arada tutan bir yapı. İyi ve kötü iç içe; düzen ve karmaşa, eski ve yeni, üretim ve tüketim de.
Erdin Ersoy kendine has bu dünyanın içerisinde özgün üretimlerle yoluna devam eden bir tasarımcı. Ve bir tasarımcıya gerekli yeni fikirler, eski yapılar, farklı bakış açılarını bolca sunan bir bölgede. Bugün ona denk geldim; buradaki binlerce öyküden birine...