Cumhuriyetin kurucu metni malum 1924 Anayasasıydı. O zamanki adıyla Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, zaman içerisinde yapılan değişiklikler, ekleme ve çıkarmalarla birlikte, yeni rejimin paradigmasını inşa eder. Temel atılır, sistem inşa edilirken kadın erkek eşitliğini siyasal haklar çerçevesinde tanıyan anayasa taslağının genel kurulda ne şekilde değiştiğini Meclis tutanaklarından izleyerek yazmıştım daha önce. 20 Ocak 2018 tarih ve “Bir kadın seçildiğinde…II” başlıklı yazımda anayasanın 10 ve 11’inci maddeleri üzerine yürütülen genel kurul tartışmalarından örnekler yer alıyordu. 24 Anayasası'nın komisyonda yazılmış taslak metninde, 10’uncu madde ile “18 yaşını dolduran her Türk seçme hakkına sahip” ve 11’inci maddede ile de “30 yaşını doldurmuş her Türk seçilme hakkına sahip” kabul edilmişti. O tarihte Anayasa Komisyonu (Teşkilât-ı Esasî Encümeni), tüm yurttaşları Türk lafzını bir üst kimlik olarak tanımlayıp, diğer etnisiteleri görünmez kılarak ayrımcılık yapan paradigmayı inşa etmiş oluyor. Ancak diğer yandan ve özellikle bu yazının konusu açısından üzerinde durmak gerekir ki cinsiyet ayrımcılığı yapmıyor. Cinsiyet eşitliğine dayalı çiziliyor siyasal haklar çerçevesi. Üstelik seçme hakkını tanımlayan 10’uncu madde oybirliğiyle (müttefikan) kabul ediliyor genel kurulda. Fakat sıra 11’inci maddeye, seçilme hakkına geldiğinde bir anda değişiyor Meclis'in atmosferi. Kadınların seçilmesine itirazlar geliyor, uzun tartışmalardan sonra “her erkek Türk” düzeltmesi ile açıklık (tashih ve tasrih) getiriliyor maddeye. İşin tuhafı oybirliğiyle kabul edilip tamamlanmış olan seçme hakkı maddesi de geri dönülüp değiştiriliyor ve kadınların seçme hakkı da gasp ediliyor. Hatta bu ikinci oylamalar sırasında Dersim Mebusu Feridun Fikri Bey’in, karar yeter sayısı olan üçte bir çoğunluğun (sülüsan ekseriyet) bulunmadığı yönündeki itirazları da dikkate alınmayarak yeniden yoklama yapılmadan, oylama tamamlanmış kabul ediliyor.
Cumhuriyetimizin 98’inci yılını idrak ettiğimiz bu günlerde, siyasal alanda cinsiyet eşitliğini nasıl da kıl payı kaçırdığımızı bir kere daha hatırlamakta fayda var. 24 Anayasası'nın yazılıp oylandığı o günlerde Kadınlar Halk Fırkası kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı'na (Dâhiliye Vekâleti) vermiş, sekiz aydır dilekçesine cevap beklemekteydi. Ülkemizde kadınlar 1908’den beri siyasal haklar mücadelesini yükseltmiş ve parti kurmayı başarmışlardı. Cumhuriyet Halk Fırkasından bile önce kurulup hatta isim ilhamı veren ilk partisidir Cumhuriyetimizin, Kadınlar Halk Fırkası. Başvurudan dokuz ay sonra, anayasanın yazım, kabul, onay aşamaları tamamlanınca ve kadınların siyasal hakları olmadığı gerekçesiyle ret cevabı gelmişti bakanlıktan. Kurucu irade kadınların siyasal haklarını gasp ettiğinde gerek siyasal gerek toplumsal anlamda bu kadınlara “deli” gözüyle bakılmış ve medeni ölüme mahkum edilmiş, bilinçli şekilde toplumun varlıkları hakkında haberdar olması önlenmişti. Tıpkı aynı yıllarda sendikal haklar mücadelesi verip işçi grevleri düzenlenmesine katılan Yaşar Nezihe gibi. Kadınlar bunca bilinçli, istekli ve örgütlüyken anayasa taslağında olduğu gibi cinsiyet eşitliğine dayalı siyasal haklar teslim edilmiş olsa, yaklaşık yüz yılda ülkemizde kadının statüsü ne denli güçlü konuma gelmiş olurdu. Hayal gibi ama bu ihtimale itiraz edenler de olacaktır. Siyasal hakların gaspı sadece on yıl sürdü, on yıl sonra seçme ve seçilme hakları kadınlara “ihsan edildi” diyecektir çok kişi. Fakat o on yılda bilinçli ve örgütlü, eşit hak talebinde cesur ve kararlı kadınlara ne olduğunu hiç düşünmeyeceklerdir. Yine de hatırlatmış olayım örneğin sendikal hak mücadelesi veren Yaşar Nezihe türlü cezalarla toplumsal bilincin dışına bilinçli olarak atıldı. Sosyal haklar ve yaşam bakımından ölüme mahkum edilmiş oldu. Öyle ki 70’lerde yazılan ve Yaşar Nezihe’nin hayatını ve mücadelesini anlatan bir kitap bugün bile hala yasaklı kitaplardan. Nezihe Muhiddin tedavi adıyla İsviçre’ye gönderildi (o yıllarda İsviçre kliniklerinde çok moda olan lobotomi uygulanmış olma ihtimali, kadınlar zihninde ve gönlünde hala cız etmekte. Kadınlar Halk Fırkası kurucularından olan arkadaşları da çeşitli şekillerde sindirilip bastırıldılar. Ve sonrasında kurulan Türk Kadınlar Birliği derneği başkan ve üyeleri “siyasetle değil yardımlaşma ve kültürel faaliyetlerle” ilgilendiklerini açıklamak zorunluluğu hissettiler. Siyasal haklar bilinci kadınlarda öldürüldükten sonra gelen siyasal hakların toplumsal yaşama olumlu katkısının sınırlı böylece sistematik bilinçli şekilde sınırlı tutulduğunu biz kadınlar biliyoruz.
Evet, o günden yüz yıl sonra bugün bile hala siyasal ve toplumsal hayatın her alanında #EşitTemsil talebini yükseltmek, savunuculuğunu yapmak zorundayız. Ve üstelik bu ülkenin erkek siyasetçilerini ikna etmek için dil dökmek zorunda kalıyor, uzun müzakerelere girişme ihtiyacı duyuyoruz. Çünkü tam da bu günlerde yeni bir sistem inşa edilmeye çalışılıyor. Gerçekleşir ya da gerçekleşmez o ayrı bir konu ama Cumhuriyetin ikinci yüz yılına girerken hala eşit temsil için bazı erkekleri ikna etmek zorunda kalışımız ülke adına utanç verici ama bir de ikna etmenin çok zor olduğunu hala ikna olmayanlarla uğraştığımızı herkesin bilmesinde fayda var. Altı Muhalefet partisi bir masa kurdular malum. Orada pek çok partinin kendi içinde oluşturduğu çerçeve metinler üzerine temel ilkeler oluşturup tam mutabakat esasıyla müzakere yürütüyorlar. Altı erkek, partileri adına ülkenin geleceğini planlamak olarak tarif edebileceğimiz temel ilkeleri müzakere ederken yanlarında hiç kadın politikacı yok. Kadın politikacılar o masada yer almadığı gibi tam mutabakat için görüştükleri konular arasında kadın erkek eşitliğine hiç atıf yok.
Yeni inşa sürecinde eşitlik temel ilke olmadan kuracakları sistem ancak bugünkü iktidar bloğunun kadın kazanımlarını gasp eden yürüyüşüne uygun adımla eşlik etmek olacaktır. Muhalefet ülke siyasetinde iktidar alternatifi olarak seçmen karşısına çıkmak istiyorsa müzakere masasında kadınlar ve mutabakata varılan konular arasında kadın erkek eşitliği mutlaka yer almalı. Aksi takdirde bir yüz yıl daha bu Cumhuriyet bu haliyle zor dayanır. Hele müzakere masasındaki bazı temsilciler gibi “biz kadın konularını henüz ele almadık ki daha güçlendirilmiş parlamenter sistem üzerinde çalışıyoruz” aymazlığı kabul edilir şey değil. Eşit temsil olmadan, kadınlar için şiddetsiz güvenli yaşam kurulmasını öncelemeden nasıl olur da sırf adı güçlendirilmiş parlamenter sistem olduğu için o yönetim anlayışının demokratik olacağı varsayılır ki? Dilime pelesenk oldu ama tekrarda fayda var eşitlik yoksa demokrasi yok. Demokrasi yoksa o sisteme vereceğiniz ismin de ve varsayalım ki kazandığınızda sahip olacağınız iktidarın da önemi ve anlamı yok. Kadınları ve kadın haklarını eşitlik bilincini görmezden gelen bir iktidarın yerine yine aynı şekilde kadınları ve kadın haklarını, eşitlik bilincini görmezden gelen bir muhalefeti geçirmenin de önemi ve anlamı kalmaz. Toplumsal yaşamın ve siyasal sistemin her alanında eşitlik vurgusu hem ilkelere hem alt başlıklara kesin ifadelerle yerleştirilmeden bir sistemin güçlü demokrasi inşa edemeyeceği ortada. Eşit yurttaşlık haklarımızın, eşit temsilin sağlaması için fermuar sisteminin ve karar mekanizmalarında cinsiyet eşitliği için gerekli düzenlemelerin yapılmadığı bir mutabakat metni görmek istemiyoruz. Ve o masada her erkek genel başkan yardımcısıyla birlikte partisinin ve kadınların temsilcisi olarak her partiden bir kadın genel başkan yardımcısı ve kadın kolları başkanı eşit söz ve karar hakkıyla yer almadan bir mutabakat masası fotoğrafı daha görmek de istemiyoruz.