Eski Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kaya: Sermaye göçü başladı

Bir dönem Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı yapan Mehmet Kaya, barış sürecinden sonra bölgede yatırımların durma noktasına geldiğini belirtirken, "Sermaye göçü başladı" dedi. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yaşanan krizin bütün Türkiye’yi etkilediğine dikkat çeken Kaya, belediyelere kayyım atanmasının ise AK Parti’nin oy kaybetmesine neden olduğu görüşünde.

Abone ol

DİYARBAKIR - İş hayatına eczacı olarak başlayan Mehmet Kaya, daha sonra inşaat ve eğitim sektöründe de yatırım yaptı. Diyarbakır Bölge Eczacılar Odası’nda yöneticilik yaptı. Bir dönem Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) başkanlığı görevini yürüttü. Halen Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütmekte olan Kaya, 21 Ekim’de yapılması gereken seçimde DTSO başkanlığına adaylığını koymuştu. Ancak hükümet tarafından seçimler Nisan 2018’e ertelendi. Kentteki iş çevrelerinden büyük destek aldığını söyleyen Kaya, hükümet, DTSO seçimini bir kez daha ertelemezse Nisan ayında yine aday olacağını söyledi.

Mehmet Kaya’nın DTSO için projeleri var elbette. Ancak biz onunla son bir yılda Türkiye’deki siyasi gelişmelerin ekonomiyi nasıl etkilediği üzerine konuştuk. Ekonomiyi konuştuk ancak Türkiye’nin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetmi (IKBY)  ile bozulan ilişkilerin, OHAL’in, çatışmalı ortamın ekonomiye etkilerini de değerlendirmesini istedik. Bölge ekonomisini konuşurken Türkiye’nin Kürt sorununu konuşmamak mümkün değildi. Kaya, sorunun çözümü konusundaki düşüncelerini de paylaştı.

'BÜYÜME TAMAMEN SANAL'

Geçtiğimiz günlerde Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), üçüncü çeyrek büyüme rakamlarını açıkladı. TÜİK'e göre Türkiye ekonomisi Temmuz-Ağustos-Eylül aylarını kapsayan üçüncü çeyrekte yüzde 11,1 gibi rekor düzeyde büyüdü. Buna yönelik eleştiriler de peşinden geldi. Örneğin CHP buna 'illüzyon' dedi. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu büyüme bölgede de görüldü mü?

Uzmanların değerlendirmesi, büyüme oranının reel anlamda topluma ve sanayiye yansımadığı, ülkenin reel anlamda büyümesini sağlamadığı yönünde. Yüzde 11.1 büyüme, sizin ve çevrenizin iş hacminin büyümesi demektir. Bölgedeki iş insanlarına baktığımız zaman ise bu büyümenin tamamen sanal olduğu görülüyor. Gerçek anlamda bir büyümeden söz edemiyoruz. Ancak şu var, 8 ay önce açıklanan Kredi Garanti Fonu (KGF) kredisi dağıtıldı. Yaklaşık 200 milyar piyasaya dağıtıldı. Bu piyasayı oldukça rahatlattı ve bunun büyümeye yansıyacağı da belliydi. Zaten söz konusu büyümenin, nispeten o dönem verilen KGF kredilerinden kaynaklandığını da görmek mümkün. Ancak bu kredilerin gerçek anlamda sanayi büyümesine, istihdam büyümesine yansıyıp yansımadığını görmek için sadece büyüme rakamlarına değil, sanayi ve istihdam rakamlarına da bakmak gerekiyor. Buradan bakınca büyümenin yansımadığını görüyoruz. Gerçek anlamda hedeflenen alanlara yansıyan bir büyüne değil. Daha çok bazı sektörlerde bu rakamı yakaladı. Ne sanayici ne iş insanları bu büyümeyi kendi bünyelerinde görmüyorlar.

Hangi alanlarda büyüme görüldü?

Genel olarak turizm ve hizmet sektöründe görmek mümkün. Tüketici rakamlarına baktığınız zaman büyümeyi görüyorsunuz ama tüketici rakamları reel anlamda büyümeyi göstermiyor. Süreç içerisinde bu hem devletin hem de özel kesimlerin bütçe açığına, borçlanmasına neden oluyor. Geçmişte yaşadığımız krizlerin de bu borçlanmalar nedeniyle olduğunu görüyoruz.

BARIŞ SÜRECİNDEN SONRA

Türkiye, 2013-2015 arasında bir barış süreci yaşadı. Ardından çatışmalı bir dönem başladı. Barış süreci ve sonrasındaki gelişmeler dikkate alarak bir karşılaştırma yapacak olursak nasıl bir sonuçla karşılaşırız?

Barış sürecini değerlendirirken geçmişte yaşananların getirdiklerine de bakmak lazım. 1990’lı yıllarda yaşananlardan sonra, AK Parti iktidarıyla birlikte, bölgede nispeten bir rahatlama yaşandı. Özellikle 2007-2011 ve 2013’e kadar AK Parti’nin Kürt sorununda çözüm sürecine hazırlık diyebileceğimiz, Avrupa Birliği’ne uyum yasaları hayata geçirmeye çalıştığı dönemde, ülkenin Kürt sorununun çözümü yönünde doğru bir yola girildiğine olan bir inancı vardı insanların. Bölgede de durum buydu, nispeten bir rahatlama vardı. Üstüne çözüm süreci gelince toplumda bu iş çözülüyor inancı artmaya başladı. Bu çok önemliydi. o zamana kadar Kürt sorunuyla ilgili sayısız paketler açılmış, hiçbirine güvenememiş halk. Çünkü bunun politik bir malzeme olarak kullanıldığını ve gerçek bir çözüm içermediğini görüyorlardı. İlk defa çözüm sürecinde yöntem olarak doğru adımların atıldığını görüyorlardı.

Neydi, Kürtler ülkenin yaşayan bir halkıdır, hakları vardır ve geçmişte bu insanlara yönelik, Cumhuriyet kurulduğundan beri baskı ve zulüm uygulanmıştır. Kürt sorununu kendini şiddetle yansıtan bir PKK unsuru ve Kürt halkı vardı. Her ikisine yönelik bir adım atılması söz konusuydu ve bu doğru bir adımdı. Bu her kesime yansıdı, topluma, iş insanına, çalışanlara yansıdı. Bölgede 2013-2015 arası gerçekten gerek dışarıdan gelen yatırımcılar olsun gerek burada iş yapanlar açısından olsun, herkes için bir cazibe merkezi olmaya başlamıştı. Ortadoğu’ya açılan kapı olacak, ticaret hacmi büyüyecek diye umut olmaya başladı.

Hatırlayın, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarını, “Sınırdaki mayınları, tel örgüleri kaldıracağız” diyordu. Bunların hepsi barışın tesisine ve ekonominin gelişmesine yönelik adımlardı. Şimdi bu söylemlerden sonra insanlar gelip yatırım yapmaya başladı. Özellikle bölge insanları yatırım yapmaya başladı. Devletle halk barıştı. Bunu yaşadı Türkiye ve bu çok önemliydi. Özellikle 7 Haziran seçiminden sonra, bu yaşananların hepsi sanalmış gibi bir davranış gösterdi hükümet. Süreç nedeniyle hem Kürt siyasetçilerinin hem de bölgede yaşayan insanların cezalandırılmaları, üst üste gerçekleşen gözaltılar, ekonomideki gerileme… Bütün bunlar büyük bir kırılma yarattı. Şimdi bu büyük kırılmayı yaşıyoruz. Beyin göçü başladı. Bölgede yaşayan insanlar Batı’ya, Avrupa’ya gitmeye başladı. Sermaye göçü başladı, insanlar buraya yatırım yapmamaya başladı.

Bu öyle büyük bir kırılma ki bir daha geri dönülemeyecek gibi. Neden, çünkü bir çözüm yakalanmıştı ve bu çözüme inanan herkes, örgüttü, halktı, hükümetti, iş insanlarıydı ve şimdi özellikle devlet bu çözüme saldırır hale geldi. Şimdi düşünün, hayatınızdaki en büyük değişimi dönüşümü yaşarken, devlet dönüp ona saldırıyor, ‘hayır öyle bir şey yoktu, bundan sonra da olmayacak’ diyor. Tabi ki insanlar her anlamda büyük bir kırılmaya maruz kaldı.

İşin kötü tarafı, insanlar yeniden böyle bir sürece dönüleceğine inanmıyor artık. Kırılmanın daha da büyüyeceğine inanmaya başladı. Kürt sorununun daha büyük sıkıntılara neden olacağını, Türkiye’nin Kürt sorununu kendi içinde çözemeyecek duruma geldiğini ve sorunun uluslararası politika haline geldiğini net olarak okuyorlar. Ve Türkiye’nin bu uluslararası ortamda sorunu çözebilecek kabiliyette olduğuna inanmıyorlar.

'TURİZM BİTTİ, TEŞVİK POLİTİKALARI TUTMUYOR'

Az önce turizmde belli bir büyümeden söz ettiniz. Aynı şeyi bölge içinde söylemek mümkün mü?

Bölgenin iki büyük sektörü var. Biri turizmdir. Şu anda neredeyse tamamen durmuş bir noktada. Barış sürecinde yapımına başlanan birkaç tane beş yıldızlı otel projesi vardı. Ve şimdi otel mi yapsak iş merkezi mi yapsak, yatırımcılar bu çelişkiyi yaşıyor, çünkü turist yok.

İkincisi, tarıma bağlı sanayinin gelişmesi. Bunun için de bölgenin gerçek anlamda desteklenmesi, teşvik edilmesi gerekiyor. Sadece üreticiye verilen tarım desteği değil, üreticinin ürettiğinin doğru alanlarda pazarlanması ve satışı gerekiyor.

Bölge ihracatının yüzde 85’i Kürdistan Bölgesi’ne gerçekleşiyor. Yaşanan olaylardan sonra bölge ile ticaret yapmak insanları ürkütüyor. Çünkü paralarını alıp alamayacakları yönünde bir belirsizlik var. İhracat durma noktasına geldi. Öte yandan bölge bir anda çatışma alanına döndü. Yani Kürt sorunu barış içinde seyrederken, Türkiye’nin batısındaki firmalar burada bayilikler verip yoğun iş yaparken bir anda bunlar kesildi. İki nedeni var. Bir, batıda bölgeyle ilgili bir belirsizlik var. Bölgenin geleceği ile ilgili batı kamuoyunda bir belirsizlik hakim. Bu algı nedeniyle batılı iş insanı bölgeye yaptığı satış ve bayilik işlerinde finansal anlamda kendini garantiye alacak yöntemler kullanmaya başladı. Yani ya teminat mektubu vereceksiniz ya da peşin çalışacaksınız. Zaten bölgenin en önemli sorunlarından bir finans sektörüdür. Bölgede hiçbir insanın kendi öz kaynaklarıyla gelişme olanağı yoktur, finansal desteğe ihtiyacı vardır.

Kürt sorununda bir çözüm süreci yaşandı ama finansal alanda bir çözüm süreci bile yaşanmadı. Bankalar sizden batıdan ipotek istiyorlar, buradaki daireleri ipotek olarak kullanmanıza izin vermiyorlar. Verdiğiniz ipoteklerin gerçek anlamda değerlendirmesini yapmıyorlar. Kredi limitiniz fazla olduğunda ‘şirketinizin merkezini batıya taşırsanız olur’ diyorlar. Raporlar oldukça olumsuz yazılıyor. Bir milyonluk arsanız için 100 bin, 200 bin civarında rapor hazırlıyorlar. Şimdi bölgeyle ilgili olumsuz bir algı varken ve finansal sorunlar yaşadığınız zaman ister istemez batıyla olan bağınız giderek zayıflıyor, kopuyor. Biraz önce sözünü ettiğim beyin ve sermaye göçünün temel nedeni de budur. Ya büyüme olanağı bulamadan burada kendi yağınızda kavrulacaksınız ya da şirket merkezinizi batıya taşıyacaksınız. Bu da Türkiye’nin en büyük sorunlarından biridir. Bölgeler arasındaki kalkınmışlık farkının derinleşmesine neden oluyor. Bunun çözümünü devletin merkezden ürettiği teşvik politikalarıyla üretmenin olanağı yok. “Cazibe Merkezi” projesi vardı, bir yıl önce başbakan gelip burada açıkladı. Nispeten proje, yatırım olanaklı bir çalışmaydı ve önemliydi. Diyarbakır’dan 380’e yakın proje vardı. Gelin görün ki bir yıl sonra hükümet, cazibe merkezi projesini askıya aldığını, 6. Bölge teşviki içinde değerlendirileceğini söyledi. 6. Bölge teşviki çözüm olsaydı sonuç alırdı zaten, üzerine cazibe merkezi oluşturulmazdı. Demek teşvik politikaları tutmuyor.

'ÇÖZÜM SÜRECİNİ YAPILAN HATALARDAN ARINDIRARAK GÜNDEME GETİRMEK GEREKİYOR'

Çözüm nedir?

Kürt sorunu ne zaman bir şiddet sarmalına girse, bir anda ekonomiyi öne çıkarıyorlar. Bölgenin, Kürt sorunu ekonomi sorunuymuş gibi gösteriyorlar. Bu bölgenin gerçekten ekonomik anlamda kalkınmasını istiyorsan, öncelikle çatışmayı sonlandıracaksın, Kürt sorununun çözümüyle ilgili doğru adımlar atacaksın. Bunun yöntemi de belli, çözüm sürecini, çözüm sürecinde yapılan hatalardan arındırarak gündeme getirmek gerekiyor. Evet, örgütün bölgedeki şiddet yöntemine karşıyız, ama sonuçta bunun sonuçlandırılması için adımların atılması gerekiyor. Bu yapılmıyor şu anda.

Şu anda yapılan şudur: Ülkenin kaynakları sürekli bölgeye aktarılıyor gibi bir algı yaratılıyor. Bu da iki şeye neden oluyor. Birincisi, bölge insanı böyle bir kaynağın aktarılmadığını net olarak görüyor. ‘Demek ki bu bölge ekonomik olarak gelişmeyecek, ben yatırımı buraya yapmayım’ diyor. İkincisi, batıdaki kamuoyu, 'benim benzinime mazotuma yapılan zam, doğuya aktarılan bu teşvikten kaynaklanıyor' diye düşünmeye başlıyor. Bu algı da toplumsal ayrışmanın altını dolduruyor. Bunların bir faydası yok ve toplumsal ayrıştırmaya neden olacak açıklamalar yapmaktan vazgeçilmeli.

Gerçek anlamda adımlar atılacaksa bölgedeki dinamiklerle tartışılmalı ve bu şeklide çözüm üretilmeli. Şimdi bakın, iş insanları neden OHAL’i istemiyor, kaldırılsın diyor? Çünkü OHAL’de yatırım olmaz, insanlar riske girmek istemez. Bölge ise 35 yıldır OHAL’de yaşıyor. Böyle dezavantajlı bir durumdayken ‘hadi yeni bir teşvik sistemiyle sizi de normal bir hale getirelim’ diyemezsiniz. Bir kere 35 yıllık dezavantajlı durumu avantaja dönüştürecek doğru bir pozitif ayrımcılık denemelisiniz. Sadece söylemlerle, hayata geçmeyen rakamlarla bu iş olmaz. İş insanı için, ‘Ben bölgede yatırım yapayım, teşvik iyidir’ diyecek bir ekonomik model yok. Üstüne bir de çatışmalı ortam var.

'GÖZALTINA ALINAN İŞ İNSANLARI'

OHAL’den sonra çok sayıda iş insanı gözaltına alındı. Ekonomiyi, yatırımları bu durum nasıl etkiledi?

800’e yakın insanın terör örgütleriyle temas ettiği söyleniyor. Birçoğu gözaltına alındı, haklarında dava açıldı, şirketlerine kayyım atandı. Bölgede iş yaparken temas ettiği yerel yönetimleri bir anda 'terör örgütü' tanımlamasına sokarsanız, iş insanları durmak zorunda kalıyor. Yarın ne olacağına yönelik insanlar önünü göremiyor çünkü. Hükümetten iş insanlarını gelecekle ilgili rahatlatacak açıklamalar duymuyoruz. Tam tersine gerginliği arttıracak açıklamalar duyuyorsunuz. Bu açıklamaları duyan iş insanının değil burada yatırım yapması, burada durması bile olanaksız. Eskiden iş insanlarıyla oturup yatırımları konuşurduk. Kürt sorunun çözümünü konuşurduk ve beraberinde yatırım olanakları, Kürdistan Bölgesi’nde ticaret nasıl gelişir konuşurken şimdiyse konuştuğumuz tek konu hangi insan içeride, hangi insan çıktı. Düşünebiliyor musunuz, iş insanları bunları konuşuyor. Kürt sorununda bir çözüm görünüyor mu? Hayır, tam tersine AK Parti, MHP ile birlikte yeni bir milli kimlik oluşturarak bölge insanını bu kimliğin içine sokmaya çalışıyor. Ekonomik anlamda bir güvence yok. Yarın cazibe merkezlerine başvuran bütün projeler kabul edilse bile o projelerin fiili olarak gerçekleşme oranı çok küçük olacaktır. Çünkü devletin verdiği muafiyetlerle bu yatırımı yapamazsınız.

Mehmet Kaya, bağımsızlık referandumundan sonra Türkiye ile IKBY arasında yaşanan gerilimin iş insanlarını tedirgin ettiğini belirtiyor.

'İŞ İNSANLARI KORKMAYA BAŞLADI'

Bağımsızlık referandumunun ardından Türkiye ile IKBY arasındaki ilişkiler bozuldu. Bu ticareti nasıl etkiledi?

Kürdistan Bölgesi ile ilişkilerin bozulması sadece bizi etkilemedi, bütün Türkiye’yi etkiledi. Kürdistan Bölgesi’nin tükettiği gıda, inşaat sektörü malzemelerinin tamamı Türkiye’den gidiyor. 16 milyar dolarlık bir ticaret hacminden bahsediyoruz. Siyasi ilişkilerin nereye gideceğinin belirsizliği, elbette olumsuz olarak yansıdı bize. Orada iş yapan insanlarımız var. Demirini, çimentosunu, işçisini buradan götüren, orada devlet işi yapan müteahhitler var. Merkezi hükümetten para alamadıkları için işleri durmuş durumda. Bir de iç borçları var bu insanların. Dolayısıyla buradan orya ürün götüren iş insanları da korkmaya başladılar, paramızı alamayabiliriz diye. İhraç edilen ürünlerle ilgili sorunlar da yaşanıyor. Türkiye nasıl bir yol izleyecek? Kürdistan Bölgesi’ni tanımayan politika devam ederse, biz şunu mu bekleyeceğiz: Irak’taki durum netleşsin, merkezi hükümet sınır kapılarına, bölgedeki yönetime tam hakim olsun daha sonra ticari ilişkileri geliştirmek için çalışırız. Eğer böyle düşünülüyorsa daha çok bekleyeceğiz. Bölgeye gidip geliyoruz, bu mümkün değil. Kaldı ki Türkiye, Filistin’in haklı kavgasını destekliyorsa orada da Kürtlerin yüzde 70’in üstünde bir katılım ve yüzde 90’ın üzerinde bir referandum sonucunu desteklemek zorunda. Bakın, sadece ürün ihracatından söz etmiyoruz, ayrıca 200 bine yakın bir taşımacılık sektörü var. 200 bin insandan, araçtan söz ediyoruz. Şimdi kapıya baktığımız zaman kapı durma noktasına gelmiş. Diyarbakır’ın otobüs firmaları bölgeye yoğun sefer yapıyordu. Şimdi soruyoruz, hepsi sefer sayılarını 1’e, 2’ye düşürmüş. Kriz yeni olduğu için ülke bunu tam hissetmiyor belki ve Ortadoğu’daki sorunlar ile Türkiye’deki kutuplaşma daha çok konuşuluyor ama yarın öbür gün dönüp baktığımızda ekonomik anlamda altımızın boşaldığını göreceğiz. Bu krizleri 2018-2019’da daha derin yaşayacağız. Bu sadece bölgeyle ilgili bir kriz olmayacak, bölge zaten sürekli bir krizin içinde. Devletin Kürt refleksi bütün ülkeyi etkileyecektir.

'İNSANLAR SESSİZ GÖRÜNÜYOR AMA 90'LARDA DA SESSİZDİ'

HDP Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir, Meclis’te yaptığı konuşmada Kürdistan ifadesini kullandı ve bu nedenle kendisine iki oturumdan çıkarılma ile para cezası verildi. Bunun yansıması nasıl oldu?

Kürdistan bu bölgenin adı. Dünya yuvarlaktır gibi bir şey bu. Bu dönem Kürdistan demek yasak, bir dahaki dönem serbest bırakırım gibi bir anlayış doğru değildir, korkutan bir anlayıştır. Coğrafi tanımlardan isimlerden korkmamamız lazım. AK Parti’yi iktidar yapan temel söylemlerden biri de buydu, bunu unutmaması gerekiyor. Yani bu ülkede insanlar çocuklarına Kürtçe isim koyamadığı için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Meclis kürsüsünden bunun zulüm olduğunu defalarca anlattı. İnsanlara böyle bir yasağın olmaması gerektiğini anlattı. Dünkü konuşmasında Filistinliler için söyledi. Adaletsizlik başkaldırıyı getiri, isyanı getirir dedi, bunu meşrulaştırdı. Adaletsizlik, evet, başkaldırıyı da isyanı da meşrulaştırır. Şimdi dönüp kendinize de bakmalısınız, ben adaletsizlik yapıyor muyum yapmıyor muyum?

Sizin, bakanlarınızın, hatta atalarınızın söylediklerinde suç yok, ama başka birinin aynı şeyi söylemesini suç olarak görürseniz bu adaletsizlik olur. Toplum bu adaletsizliği okuduğu zaman feryat ediyor. Bugüne kadar sizin kullandığınız ismi bir Kürt siyasetçi kullandığında suç gibi görürseniz bu adaletsizliktir. Bu tür adaletsizlikler, çözümden uzak yöntemler, binlerce insanın ölümüne neden oldu. 90’lı yılların yasakçı yaklaşımları Türkiye’yi bu hale getirdi. Kürt sorunu çözülemiyorsa, şiddet nispeten toplumda meşru olarak algılanıyorsa bu yasakçı anlayıştan, adaletsizlikten kaynaklanıyor. Demokrasiyle haklarımızı alamıyorsak, buna yönelik bir uygulama varsa, isyandan başka yöntem kalmıyor. AK Parti, Kürtlerin oyuyla iktidara geldi. Ama AK Parti’nin yeni politikası Kürtlerden hızla uzaklaşmasına neden oldu. Bu çözüm değil. Türkiye’de sadece Kürtleri temsil eden partilerin Kürtlerin oyunu alması doğru bir çözüm değil. Eğer gerçek anlamda bir çözüm aranıyorsa CHP’nin de AK Parti’nin de Kürtlerden oy alabilmesi gerekiyor. CHP ve MHP Kürtlerden oy alabilir durumda değil, ulusalcı, milliyetçi politikalarından dolayı.

AK Parti de Kürtlerden oy alır pozisyondan uzaklaştı. Yakın zamanda AK, Parti Meclis üyesiyle sohbet ederken kendisi söyledi, AK Parti’nin Diyarbakır’daki oyları yüzde 10’un altına düşmüş. AK Parti Diyarbakır’da 2011 seçimlerinde yüzde 41 oy almıştı. Yüzde 44 oyu da HDP almıştı. Aslında AK Parti yüzde 41 oy aldığında çözüm süreci daha başlamamıştı. Kürtlere bir özerklik, bağımsızlık sözü de verilmemişti. Ama dili Kürtleri de kapsayan bir dildi ve hemen olumlu cevap aldı. Bugün yüzde 10’un altına düşmüşse oy oranı, AK Parti’nin bugün kullandığı dilin, politikasının, davranış kalıplarının etkili olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar sessiz görünüyor ama 90’larda da sessizdi. Bu tür davranışlar, sessiz olan toplumun süreç içerisinde daha büyük patlamasına sebep olacaktır. Osman Baydemir’e yapılan uygulamayı da bunun üzerinden okumak lazım.

'KAYYUM İŞ İNSANIYLA DİYALOG OLUŞTURAMAZ' 

Belediyeleri bir yılı aşkındır kayyımlar yönetiyor. İş insanlarını nasıl etkiledi?

Neresinden bakarsanız bakın, ister bir siyasetçi gibi, ister iş insanı, ister bir kentli olarak bakın, kayyım yanlış bir uygulamadır. Seçilmişin yerine bir atanmışla hiçbir kenti yönetemezsiniz. Çünkü bu hiçbir şeyi çözmüyor. 'Teröre, çatışmalara karşı önlem alıyoruz' diyorsanız yöntem bu değildir, bu nettir. Bir kentli olarak oy verdiğiniz insanla, yapıyla bir muhataplığınız söz konusu. Oy verdiğim insanın beni yönetmesini ve onun faaliyetlerini yeniden oylarımla değerlendirmek isterim. İş insanı olarak bakacak olursak. Bakın, belediyeler yasalarda yazılı olanların katı kurallarla uygulandığı alanlar değildir, belediyeler çözüm merkezleridir. Vilayetlerden ayrıldığı yer de burasıdır.

Belediyeler çözüm odaklıdırlar, kentte çözüm alanları yaratırlar, kentin gelişmesine katkı koyarlar ve kentin ruhuyla bağlantılıdır. Kentin iş insanıyla, geçmişiyle bağlantılıdırlar. Şimdi siz dışarıdan bir kaymakamı, bir valiyi getirip o kentin yerel yöneticisi yaparsanız iş insanıyla bir diyalog oluşturma olanağınız yoktur. Bugün olan da budur. Kentin tarihini, imar geçmişini, ticari hareketini bilmiyorsunuz. Hiçbir iş insanının kayyımla doğru bir bağlantı oluşturma şansı yoktur. Yatırımlarımızı durduruyoruz. Kayyımdan imarla ilgili küçük bir değişikliği talep edemiyorsunuz, etseniz de gerçekleştirme olanağınız yok. Bu kentin sorunu sadece yol yapmak değildir. Bu bir geçiş süreci ise eğer, kayyımlarla yanlış idare edilen bir süreçtir.

Batıdaki illerde de belediye başkanları görevden alınıyor. Yerlerine kayyım mı atanıyor? Hayır. Meclis üyesi kendi içinden birini seçip atıyor. Bir belediye başkanını suç işlemiş kabul edip ceza verebilirsiniz, bu adaletle alakalı bir kavramdır. Ama onun yerine gelen kişi, o belediyenin seçimle çıkardığı biri olmalıdır. Bölgede kayyım uygulaması, AK Parti’nin oy oranının düşmesine neden oldu. Bu fatura yarın seçim sürecine girildiğinde AK Parti’nin önüne çıkacak bir faturadır. Benim gördüğüm bu fatura, AK Parti’nin önüne kötü çıkacak. Hiç ummadığı kadar kötü bir şekilde çıkacak.

'BU ÜLKE HALA BÖLÜNMEMİŞSE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN PAYI VARDIR'

Diyarbakır’daki sivil toplum örgütleri OHAL’den önce çok dinamikti ve siyasetten ekonomiye kadar birçok alanda etkili olabiliyordu. Şimdi etkisini yitirmiş gibi. Bunu nasıl değerlendirmek lazım?

Gelişmiş ülkelere ve zengin de olsa gelişmemiş ülkelere bakın. Gelişmemiş ülkelerde sivil toplum yok, medya yok. Ortadoğu’ya bakın, bunu görürsünüz. Ama nereye gidiyor süreç, Irak’a, Suriye’ye bakın. Demokrasiyi koruyan sivil toplum, medya gibi yapılar güçlenmediği zaman Suriye’deki gibi büyük travmalar yaşıyor. Bu anlamda sivil toplumların önemini bilmek lazım. Bunu en iyi AK Parti’nin bilmesi lazım. Çünkü AK Parti sivil toplumun desteğiyle askeri vesayeti bitirdi, Avrupa Birliği sürecinde sivil toplumun desteğiyle yol aldı. 2005’ten 2011’e kadar AK Parti’nin aldığı sivil destek olmasaydı askeri vesayet AK Parti’yi on defa bitirmişti. Kapatılma sürecinde AK Parti’ye sahip çıkan siyaset değildi, sivil toplum örgütleriydi. Bu desteği veren sivil toplumu ortadan kaldırırsa, yarın çok daha rahatlıkla darbelere maruz kalabilir. Şu da bir gerçek ki dediğiniz gibi bölgedeki sivil toplum örgütleri çok dinamik. Hem Kürt sorunun çözümünde hem de diğer sorunlarla ilgili aynı çalışmayı hâlâ sürdürüyor. Çok rahat değil, doğru. Şu anda aynı etkiyi de gösteremiyor olabilir. Bazı önemli sivil toplum örgütleri de kapatıldı ve bunların boşlukları hissediliyor. Ama AK Parti adımlarını atarken iyi hesaplamalı. Türkiye’deki sivil toplum örgütlerini değerlendirirken, ‘bölünmeyi destekliyor’ gibi bir paranoyanın içinde olmamalı. Bugün bu ülke bölünmemişse sivil toplum kuruluşlarının önemli bir payı vardır. Hendek süreçleri yaşandı ve sivil toplum kuruluşları net olarak şehir merkezlerinde çatışma olmaması için tavır sergilediler. Bu işler güvenlik ve çatışmalarla çözülecek işler değildir. Toplumun desteğini almadığınız sürece, istediğiniz kadar güvenlik politikası geliştirin, başarılı olamazsınız.