Eski dosttan gelen o sürpriz telefon

İnsan psikolojisi üzerine bir araştırma, beklenmedik anda beklenmedik bir kişiden gelen telefonun, hiç beklenmedik oranda mutluluk ve memnuniyet ürettiğini söylüyor. “Hadi hemen telefona sarılalım” demiyorum ama bu sürprizin bugün neden fazladan memnun ettiği üzerine bir düşünelim.

Yenal Bilgici yenalbilgici@gmail.com

Bazen oluyor. Gitgide daha az belki ama hâlâ oluyor.

Beklemediğiniz bir anda bir telefon geliyor. Ya da bir mesaj, bir ileti. Yıllardır görmediğiniz birinden, artık mazinin gölgelerine karışmış bir arkadaştan. Bir zaman hayatınızın merkezinde, hiç değilse merkeze yakın duran birinden.

Artık unutulmuş birinden denemez belki ama matematiği, yordamı, incelikleri unutulmuş bir ilişkiden geliyor telefon. O ilişkinin karşı tarafından.

Konuşuyorsunuz. Eski günleri hatırlayarak. Eski yakınlığı, o yakınlıktan türemiş kısa yolları hatırlayarak. O tatlı samimiyeti, teklifsiz zevzekliğin o kolaylığını hatırlayarak.

Telefonu kapatıyorsunuz.

İçinizde avlulara su dökülmüş gibi bir rahatlık. Hatırlamanın, hafızayı korumanın rahatlığı. Hayatı korumanın rahatlığı.

Bir süre sonra yine unutulan, gündelik telaşlara karışan bir rahatlık.

*

The Guardian’da bir haber, bu rahatlık üzerine bir araştırmadan söz açıyor.

Pittsburgh Üniversitesi’nden Peggy Liu’nun liderliğinde yürütülen, Journal of Personality and Social Psychology’de yayımlanan araştırma, ‘beklenmedik’ telefonların hayatlarımızdaki etkisine bakmış.

Ve şu sonuca varmış: Yıllar sonra eski bir dostu, bir tanışı, bir meslektaşı arayanlar, aranan kişinin bunu ne kadar takdir ettiğinin farkında değil.

Guardian’daki haber de bu açıyla ilerliyor. Birisini aramaya çekiniyorsanız, aramızdaki iletişim bitti, karşıdaki bunu nasıl karşılar şimdi diyorsanız, tereddüt etmeyin, karşıdaki sandığınızdan daha çok sevinecek, diyor.

Araştırmayı yürüten Peggy Liu, herkesin hayatındaki birçok kişiyle zaman içinde iletişimi kaybettiğini ve bunu tekrar tesis edemediğini söylüyor. “Tekrar temasa geçmek isteniyorsa da, çoğunluğumuz bunu yapamıyor.”

Liu’ya göre, bunu yapamıyoruz, çünkü karşı tarafın tepkisinden, niyetimizin yeterince takdir edilmeyeceğinden çekiniyoruz. Oysa tam tersi geçerli.

En azından araştırma böyle söylüyor.

*

Bu tür sosyal konuları, dar açılardan da olsa, konu alan araştırmaları seviyorum. Hiçbir şey yapmıyorlarsa, şimdi yaptığım gibi gevezelik imkânı veriyorlar.

Evet, böyle bir mesele var. Hepimizin hayatında var. Arasam mı? Arasam ne düşünür? Bir şey düşünür mü?

Gündelik sorular bunlar.

Ama bir şey daha var. Haberin ve araştırmanın dili.

“Birisini aramaya çekiniyorsanız, bilin ki karşı taraf da bunu takdir edecek” diyen o teşvik dili. Haberin başlığı zaten şu: “Araştırmaya göre, eski dostlar bizden bir mesaj alınca sandığımızdan daha çok memnun oluyor.”

Oluyorlardır elbet.

Ama kim bu eski dostlar? Kim bu gözden uzaklaştıkça gönüllerdeki yeri azalanlar, kim bu unutulanlar? Aradığımız zaman sandığımızdan daha memnun olacak bu müteşekkir insanlar kim?

Eh, onlar da biziz.

Unutulan, aranınca sevinen, müteşekkir olan o insanlar da biziz.

“Ne yapıyordur acaba şimdi” diye ara ara akla düşen insanlar biziz.

Yüzü, sesi, yürüyüşü giderek unutulan insanlar biziz.

Hatta biraz acı ama…

Bazı yeni yıl kararlarında, fazla eşyadan kurtulur gibi “artık hayatımdaki fazla insanlardan da kurtulacağım” denilip, görünmez mürekkeple üzeri çizilen kişiler de biziz.

Dünyanın en doğal şeyi bu. Her birimiz, tozlanan ilişkilerin parçasıyız. Unuttuğumuz kadar unutuluyoruz da.

Tuhaf olan, hep başarmayı, hep eylemeyi, hep karar vermeyi, hep bir şeyleri değiştirmeyi yücelten dilin, bu mini mini araştırmalara, ondan türeyen bu mini mini haberlere bile sızması.

Arayıp sevindiren biziz! Aranınca sevinenler onlar!

Geçelim bu dili.

*

Geçelim ama mesele yine de mesele.

Haber ve araştırma, bir süredir düşündüğüm konuları yine aklıma düşürdü.

Kim karşı koyabilir; her birimizin hayatında tozlanan ilişkiler artıyor, insanlar azalıyor. Sosyal medya, Twitter’ı Instagram’ıydı derken, tüm hayatımızı kapladı.

Ama mesele sosyal medyada çok vakit geçirmek değil. Vakit her yerde geçer. Duvara bakarak da geçer. Sosyal medyada olmadığımız zamanlarda atomu parçalamıyoruz sonuçta.

Mesele başka, mesele sosyal medyayı çok düşünmek. Sosyal medyada çok düşünmek. Parça parça birçok düşünce kırıntısının bütün düşünce uzayımızı kaplaması. O tweet’in altındaki o yorumdan o arkadaşın o masadaki o fotoğrafına; derken o trolün açtığı o gayya kuyusuna dek milyonlarca kırıntı.

Ayrıca kurallar, görgüler, etiketler, ‘o like’ı vermek, onu favlamak, takibe takip, ‘görüldü’ ‘görülmedi’… Bin türlü meşguliyet.

Buna can dayanmaz.

Ya da dayanır dayanmasına da… Bu kadar meşgul bir zihin, uzaktaki o dostu düşünemez. Hele o dost sosyal medyada yoksa ya da aktif değilse… Dıdının dıdısının, dış kapının mandalının bin türlü derdini ister istemez düşünür de, o eski dostun evinin yandığını duymaz. Sıra gelmez. 

Halimiz bu şimdi.

*

Biz şimdi buyuz.

Hayatlarımız tanımadığımız insanlarla dolu.

Sadece sosyal medyada tanıdığımız ya da bir şekilde iyi kötü bildiğimiz ama sosyal medyada hayatına, zevklerine, hatıralarına vakıf olduğumuz insanlarla.

İlla kötü bir şey değil.

İnsanlar böyle tanışıyor, tartışıyor, buluşuyor, hatta evleniyorlar. Mutlu ya da mutsuz oluyorlar. Eskinin bir başka versiyonu.

Kendi adıma, ben bu şekilde tanıdığım bazı insanları çok seviyor ve benimsiyorum; kafalarımız o kadar uyuşuyor ki zaten onlarla dışarıda da arkadaş olurdum diyorum.

Dışarıda.

Bunu gayriihtiyari yazdım. Dışarıda mı? Sosyal medya sanki içerisi de, geriye kalan hayat dışarısıymış gibi. Böyle çalışıyor demek ki zihnim. Sosyal medya ev mi artık? İçerisi mi?

Evet, onları ‘dışarıda’ bulurdum. Sosyal medya olmasa da bulurdum. Nasıl bulurdum? Orası muamma. Hayat bir yol çizerdi. Bir kitaptan, bir filmden, bir tesadüften onları bulurdum. Onları bulmasam da tıpkı onlar gibi başkalarını…

İki binli yıllardan önce de bir hayat vardı neticede. İnternetsiz, sosyal medyasız bir hayat.

*

O hayatta da ilişkiler kopuyordu. O hayatta da “arasam mı aramasam mı” diye soruluyordu.

O hayatta da sürpriz, beklenmedik telefonlar geliyordu. İnsanlar eski bir dostun sesiyle, o hayatta da tarifsiz mutlu oluyordu. Analog telefonlara gelen her arama bir sürpriz ihtimaliydi zaten.

Beklenmedik konuşmaların ardından, o hayatlarda da yine birbirlerini unutuyordu insanlar.

Ama o hayatlarda bu kadar fazla kırıntı yoktu.

Bu kadar fazla bilgi, bu kadar çok parça parça anı, isim, fotoğraf yoktu. Başka sözler, başka yaşamlar üzerimize bu kadar çok yağmıyordu. İyi veya kötü, yoktu bunlar.

Başkasını yine unutuyorduk belki ama…

Kendi hayatlarımızı daha çok hatırlıyorduk.

Tüm yazılarını göster