Eskişehir Okulu’nun Barış İmzacıları: Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar
Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Naci Gündoğan, geçtiğimiz hafta 'Topluma Hizmet Ödülü'nü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın elinden aldı. Ödül törenin ardından, daha önce 686 Sayılı KHK ile ihraç edilen bir grup akademisyen, ortak bir bildiri kaleme aldı: "Bir üniversitenin böylesi bir gerekçeyle ödüllendirilmesi gerçekten gurur vericidir. Ancak 'topluma hizmet' adıyla bu şekilde ödüllendirilen bir üniversite yönetiminin o hizmeti vermek için yıllarca emek harcayan üniversite bileşenleriyle ilişkilerini, onlara yönelik tutumlarını görmezden gelerek 'gurur duymak' çok mümkün olmasa gerek... Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar. Akademisyenin hiçbir iktidar ve otoriteye hizmet etmemesi beklenir."
DUVAR - Yükseköğretim Kurulu tarafından bu yıl ilk kez hayata geçirilen "Üstün Başarı Ödülleri" kapsamında geçtiğimiz hafta 'Topluma Hizmet Ödülü'ne layık görülen Anadolu Üniversitesinin ödülünü Rektör Prof. Dr. Naci Gündoğan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden aldı. Anadolu Üniversitesi'nden 686 sayılı KHK ile ihraç edilen bir grup akademisyen, Gündoğan'ın bu ödüle layık görülmesiyle ilgili bir bildiri yayınladı.
Akademisyenlerin Eskişehir Okulu’nun Barış İmzacıları, imzasıyla kaleme aldığı bildirinin tam metni şöyle:
'TOPLUMA HİZMET Mİ DEDİNİZ...'
Anadolu Üniversitesi’nden 686 sayılı KHK ile ihraç edilen bir grup akademisyen 5 gün önce şöyle bir haberle karşılaştık: "Anadolu Üniversitesi ‘dezavantajlı gruplara ve engellilere yönelik sunulan sistematik hizmetlerin etkisinin yüksek ve sürdürülebilir nitelikte olması ve bu çalışmaların uluslararası ve ulusal düzeyde model niteliği taşıması’ dolayısıyla ödüle layık görülürken, Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci Gündoğan ödülü, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde üniversitelerin 2017-2018 Eğitim-Öğretim Yılı açılış töreninde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden aldı.”
Rektör Naci Gündoğan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde ödülü alırken gurur duyduğunu belirtmiş ve “Bu ödülü, tüm akademik ve idari personelimiz ile öğrencilerimiz adına alıyorum” demiş. Anadolu Üniversitesinden bazı çalışanlar da gururla sayfalarında paylaşmışlar. Bir üniversitenin böylesi bir gerekçeyle ödüllendirilmesi gerçekten gurur vericidir. Ancak “topluma hizmet” adıyla bu şekilde ödüllendirilen bir üniversite yönetiminin o hizmeti vermek için yıllarca emek harcayan üniversite bileşenleriyle ilişkilerini, onlara yönelik tutumlarını görmezden gelerek 'gurur duymak' çok mümkün olmasa gerek.
Ocak 2016 yılında “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı Barış Bildirisine imza attığımız gerekçesi ile üniversite tarafından başlatılan ve halen sonuçlanmamış bir soruşturma süreci içindeyken 21 akademisyen 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından 5 Ağustos 2016’da hiçbir gerekçe gösterilmeden üniversiteden uzaklaştırıldık. İdare mahkemesine açtığımız davayı kazanıp üniversiteye geri dönmemizin ardından 7 Şubat 2017’de yayınlanan KHK ile görevlerimize son verildi; diğer üniversitelerde ihraç edilen barış imzacısı arkadaşlarımız gibi pek çok hakkımız elimizden alındı. Yurt içinde iş bulmamızın koşulları ortadan kaldırıldı ve topluma kurumsal anlamda hizmet vermemiz engellendi. Yurtdışına çıkışımız fiilen yasaklandı. İfade özgürlüğü başta olmak üzere, seyahat ve çalışma özgürlüklerimiz ve temel insan haklarımız ihlal edildi.
'EĞİTİM HAKLARINA DARBE VURULDU'
Yıllarca “insan, toplum ve doğa yararına üniversite” diyerek emek verdiğimiz öğrencilerimize ve birlikte çalıştığımız meslektaşlarımıza veda etmemiz dahi engellendi. Güya güvenlik sağlayan onlarca özel güvenlik görevlisi ve polisin şiddetine maruz kaldık. Veda etmemize şiddetle engel olunurken, aslında kime ve neye engel olmak istediklerini anlayamadık. Üstelik sadece bizim veda etmemize şiddetle karşı konulmakla kalmadı, süreç boyunca yanımızda olan, bizimle sonuna kadar dayanışma içinde olan meslektaşlarımıza, arkadaşlarımıza, öğrencilerimize soruşturmalar açıldı, bursları kesildi, yurtlardan çıkarıldılar. Yirmi yılı aşkın bir süredir ders verdiği üniversiteden haksız yere atılmasına tepki gösteren öğrencilerinin kapısına yatıştırdığı rengârenk kâğıtlara yazılı sevgi sözlerini yırtmak üzere arkadaşlarımızdan birinin kapısına dikilip olay çıkarmaları nasıl bir hizmet anlayışıyla açıklanabilirdi, bilemedik.
Ekmeğimizden işimizden olduk, banka kredi kartlarımıza el konuldu, hesaplarımız bloke edildi. Ama asıl canımızı yakan kimimizin henüz akademisyenliğimizin başlarında onca emekle ilmek ilmek belli bir aşamaya getirdiğimiz çalışmalarımızın, deneylerimizin yarım kalması, laboratuarlarımızın dağıtılmasıdır. Aramızdan genç akademisyen arkadaşlarımızın doktoralarını layıkıyla tamamlamaları da engellendi ve eğitim haklarına da darbe vurulmuş oldu. Biz derslerimizden, öğrencilerimizden haksız yere uzaklaştırıldık.
Açıköğretim Fakültesi’nin bastığı editörlük, yazarlık yaptığımız kitaplar elimizden alındı, yazdığımız bölümler kitaplardan çıkarıldı. Kitapların yeniden sil baştan yazılması için liyakat esas alınmaksızın yeni yazarlar bulundu. Üniversitede yıllarca verdiğimiz emekler kazındı, kökümüzü kazıyıp yok etmek istercesine ismimizin, varlığımızın, emeğimizin olduğu her yerden sökülüp atıldık. Yeni yazarlarına maddi kazanç sağlayan Açıköğretim kitapları elimizden alınırken, hâlihazırda yazmış olduğumuz ve kimseye bir getirisi olmayan bölümler internette hâlâ öğrencilerin kullanımına sunulmuş bulunuyor. Üniversitedeki her türlü varoluşumuz yok edilirken kendileri için bir kârlılık söz konusu olmadığında, emeklerimizin ürünlerinden bu şekilde yararlanmayı sürdürüyor olmaları, “topluma hizmet” dendiğinde ne anladıklarının en açık göstergesidir.
'ÜNİVERSİTE ÖZERKLİĞİNE VURULAN DARBE OLDU'
Ne var ki bu sadece bizlerin hak ve hukuk ihlallerine maruz kaldığımız, işimizden edildiğimiz bir süreç olarak kalmadı. Pek çoğumuzun yüksek lisans, doktora öğrencileri tezlerinin ortasında hocasız bırakıldı. Öğrencilerimiz bir yandan alışıldık ve konforlu düşünceler yerine sorgulayan, eleştiren, özgür ve evrensel bilim ve düşünceyi rehber edinen hocalarını kaybettiler. Diğer yandan bu, ifade özgürlüğüne ve akademik özgürlüklere olduğu kadar hem devletten hem de toplumdan özerk olma ve kendi çalışma kurallarını ve yöntemlerini kendisinin belirleme gücü olarak tanımlanabilecek üniversite özerkliğine vurulan bir darbe oldu. Akademisyenlerin bilimsel, özgür çalışmaları ve akademinin kendi evrensel kurallarına göre çalışmasının önüne adeta set çekildi.
Yukarıdaki ödül haberini, gururla sosyal medya sayfalarında paylaşanların çoğunun, yaşadığımız her zorluğa bizimle birlikte göğüs germeye çalışan ve desteklerini her daim hissettiğimiz meslektaş dostlarımız değil, elimizden alınan kitapları yazmak üzere iş başına geçen, derslerimizi anında üstlenen, bir vakitler birlikte çalışmak durumunda kaldığımız kişiler, meslektaşlarımızın bazılarının olması bizi hiç şaşırtmadı. Dahası bu ödülün gerekçesi olan ‘dezavantajlı gruplara ve engellilere yönelik’ Anadolu Üniversitesi’ndeki çalışmalarda büyük emekleri olan bir arkadaşımızın ihraç edilmiş olduğunu akıllarına bile getirmemelerine de şaşırmadık. Üniversiteden haksız hukuksuz ihraç edilmemize sessiz kalan bu azınlığı zaten iyi tanıyoruz.
'İŞİMİZE DÖNDÜĞÜMÜZDE ELLERİNDEKİ FOTOĞRAFLARI İYİ SAKLASINLAR'
12 Eylül’ün karanlığına suç ortaklığı etmiş “akademisyenler” o günlerde yer aldıkları fotoğrafları sonra korkuyla sakladılar. Fakat üniversitenin ve bilimin aydınlığı o fotoğrafları tek tek yüzlerine vurdu. Karanlığı delenler ve üniversiteyi yeniden inşa edenler, o günün egemenleri ile fotoğraf çektirme yarışına girenler değil, ellerinden alınan kürsülerine, direnerek kazanmanın verdiği gururla başları dik, yüzleri ak bir şekilde dönenler oldu. Bu sıradışı günlerde bugünün egemenleri ile aynı fotoğrafta yer alma telaşına düşenlere önerimiz, biz üniversitelerimize, kürsülerimize döndüğümüzde, ellerindeki fotoğrafları saklayacakları yeri şimdiden iyi düşünmeleridir.
Çünkü bizim insana, topluma ve doğaya hizmeti esas alan üniversite anlayışımızda iktidara itaat gurur duyulacak bir davranış şekli değildir. Bu saiklerle yola çıktığımız sevgili dostlarımızla 24 dayanışma dersi yaparak omuz omuza dayanışmayı büyüttüğümüz bir sürecin ardından birkaç ay önce Eskişehir Okulu olarak yola devam etme kararı aldık. Temel hedefimiz bir akademide özlediğimiz ne varsa inşa etmek. Eskişehir Okulu olarak sosyal bilimler, doğa bilimleri, mühendislik bilimleri ve sanat alanlarında dayanışma dersleri, atölyeler, dönemlik dersler, dinletiler, sanat ve tarih odaklı geziler yapacak dayanışmayı büyütecek ve bir arada kalacağız.
Said’in deyimiyle “Entelektüel’in tek dayanağı ödünsüz düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Bu özgürlüğü savunma hattını gevşetmek veya dayandığı temellerin herhangi birinin kurcalanmasına göz yummak aydının işine ihanet etmesi demektir” Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar. Akademisyenin hiçbir iktidar ve otoriteye hizmet etmemesi beklenir. Her koşulda! (HABER MERKEZİ)