Esra Akgemci: Morales demokratik anayasaya dokunmayacaktı
Latin Amerika uzmanı Esra Akgemci, Bolivya'da yaşananları anlattı. Akgemci: Morales’in en büyük hatası, dünyanın en demokratik anayasalarından birini yaptıktan sonra, halkın iradesine rağmen o anayasayı değiştirmeye çalışmak oldu.
10 Kasım’da Latin Amerika’nın dikkat çeken ülkelerinden Bolivya’da bir nevi darbe oldu. Çıkan çatışmalar sonrasında can güvenliği endişesi yaşayan Evo Morales Meksika’ya sığınmak sorunda kaldı. Bolivya’da ekonomiden toplumsal yaşama halk için önemli politikaları hayata geçiren Morales ve Bolivya yeni ve zorlu günlere gebe. Bolivya’da neler yaşandığını, sürecin neden bu düzeyde bir darbeye doğru gittiğini, Latin Amerika’daki pembe dalganın sıkıntılarını Latin Amerika uzmanı Esra Akgemci ile konuştuk.
Haftaya Bolivya’da yaşanan darbe ile başladık. Bolivya’da ne oldu? Evo Morales’e dönük darbe neden gerçekleşti?
Darbeye yol açan süreç, 20 Ekim’deki tartışmalı başkanlık seçimleriyle başladı. Bolivya’da ilk turda devlet başkanı seçilebilmek için ya yüzde 50 oy almak ya da yüzde 40 oy alarak en yakın rakibi yüzde 10 farkla geçmek gerekiyor. Morales daha önce yüzde 60’lara varan oy oranlarıyla seçilmişti. Ancak son seçimlerde oy oranı yüzde 47’de kaldı. Yine de en yakın rakibi Carlos Mesa yüzde 36 oy aldığından, aradaki fark, Morales’in ilk turda zaferini ilan etmesi için yeterliydi. Diğer yandan oyların yüzde 84’ü sayıldıktan sonra oy sayımının 24 saat boyunca durması seçime şaibe düşürmüştü. Seçim sonuçlarına itiraz eden muhalefet liderleri ülke genelinde kitlesel protestolar düzenleyerek Morales’i istifaya zorladılar. Protestolar hızla şiddetli çatışmalara dönüştü, üç kişi hayatını kaybetti, yüzden fazla kişi yaralandı.
Burada vurgulanması gereken, dördüncü kez başkanlık seçimlerine giren Morales’in ilk defa yüzde 50’nin altına düşmüş olması. Bu, ikinci turda sağ muhalefetin birleşerek seçimi kazanabileceği anlamına geliyordu. Hem Morales hem de muhalefet açısından ikinci tur çok kritik olacaktı. Dolayısıyla seçim sonuçlarını tanımak ya da tanımamak, iki taraf açısından da hayati bir öneme sahipti. Morales bu süreçte AB ve OAS’tan (Amerikan Devletleri Örgütü) seçimi denetlemelerini isteyerek önemli bir adım attı. OAS’ın 9 Kasım’da yayınladığı rapora göre seçim iptal edilmeliydi çünkü Morales’in zaferine şüphe düşüren bir dizi manipülasyon söz konusuydu.
'BOLİVYA’DA POLİS SAĞCI ÇETELERE DESTEK VERİYOR'
Bunun ardından Morales “yeniden seçim” dedi değil mi?
Evet, aynı gün, Morales, yeniden seçime gidilmesi gerektiğini kabul etti. Oysa bu, muhalefet için yeterli değildi. Morales’in tekrar seçime girmemesini şart koşuyorlardı. Şiddet eylemleri tırmanarak devam etti, üstelik polis de sağcı çetelere destek verdi. Ertesi gün, 10 Kasım’da Bolivya Genelkurmay Başkanı Williams Kaliman, Morales’e ülkedeki istikrarın yeniden sağlanması için istifa etme çağrısında bulundu. Bunun ardından Morales, şiddetin son bulması için istifa ettiğini açıkladı. Morales’in seçimin yenilenmesini kabul etmişken baskı ve tehditle istifaya zorlanması, bunun açıkça bir darbe olduğu anlamına geliyor.
Bolivya’daki muhalefetin darbeci ve şiddet yanlısı olduğuna dönük iddialar var… Bu açıdan Venezuela ile benzerlikler söz konusu olabilir mi?
Evet, Bolivya’daki muhalefetle Venezuela’daki arasında önemli benzerlikler var. Öncelikle iki ülkede de muhalefetin içinde merkez sağ ve aşırı sağ olmak üzere iki gruptan söz edilebilir. Ve iki ülkede de baskın ve belirleyici olan grup, seçim siyasetiyle uğraşmak yerine şiddeti kışkırtan, darbeci, aşırı sağcılar. Merkez sağ liderlerinin de onların etkisi altına girdiğini görüyoruz. Örneğin Morales’e karşı yarışan Carlos Mesa, Bolivya’nın eski devlet başkanlarından biri.
Mesa sanırım 2001-2005 arasında üst üste değişen devlet başkanlarından biriydi…
Evet, o dönemde beş devlet başkanı değişti. Suyun ve doğalgazın özelleştirilmesine karşı gelişen güçlü toplumsal muhalefet, neoliberal politikalar uygulayan liderleri sırayla iktidardan devirmişti. O liderlerden biri olan Mesa, seçimle geri dönebileceğine inanıyordu. Morales, seçim sonuçlarının denetlenmesini önerdiğinde Mesa, ilk başta buna sıcak baktı. Ancak zamanla o da Morales’i istifaya zorlayan darbecilerden yana tavır aldı. Bu açıdan Mesa’yı Venezuela’da Maduro’ya karşı yarışan Henrique Capriles’e benzetebiliriz. Benzer şekilde Capriles de, Venezuela’da Chávez’in ölümünün ardından Nisan 2013’te yapılan seçim sonuçlarına itiraz etmiş, ancak seçimlerin ardından çıkan şiddet olaylarında diyalog vurgusu yapmıştı. Şiddet olaylarını kışkırtan ise, aşırı sağcı lider Leopoldo López’di, ki kendisini en son ABD’nin devlet başkanı olarak tanıdığı Juan Guiadó’nun yanında, darbe girişimi esnasında gördük.
'MUHALİF LİDER CAMACHO BOLİVYA’NIN BOLSONARO'SU'
Lopez’in bir benzeri Bolivya siyasetinde var mı?
Var, Luis Fernando Camacho. Kendisi aynı zamanda “Bolivya’nın Bolsonaro’su” olarak anılıyor. Camacho’nun önderliğindeki paramiliter gruplar, başta Morales olmak üzere başkan yardımcısını, senato başkanını, bakanları ve ailelerini ölümle tehdit ettiler. Evleri basıp, insanları kaçırdılar. Morales’in kız kardeşinin evi de bu paramiliter güçler tarafından basıldı. Morales’in istifa ettiği gün Camacho, “Bugün bir savaş kazandık” diye açıklamada bulundu.
Bu koşullar altında Bolivya’yı ne bekliyor?
İstifa ettikten sonra hakkında yakalama emri çıkartılan Morales, can güvenliği tehlikede olduğu için Meksika’dan gelen sığınma talebini kabul ederek ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Sokağa dökülerek kendisini destekleyenlere verdiği mesaj, şiddetten uzak durmaları ve barışı korumaları yönündeydi.
'ORDU SEÇİM SÜRECİNDE ETKİN ROL ÜSTELENECEK'
Sokaklar bu çağrıya olumlu yanıt verecek mi?
Pek öyle görünmüyor. Şiddet olaylarını kışkırtan, Morales’in kitlesi değil, arkasında polis desteği olan paramiliter çeteler. O yüzden Morales’in gidişiyle çatışmalar son bulmadı, protesto gösterileri ve şiddet eylemleri devam ediyor. Morales yanlıları ve karşıtları arasında süren çatışma, son yıllarda giderek artan etnik ve sınıfsal temelli yoğun kutuplaşmanın ürünü. Bolivya’nın ilk yerli lideri olan Morales’in arkasında çok güçlü bir kitle desteği var. Ancak 13 yıldır iktidarda olan Morales liderliğindeki Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) hükümeti düşünce, ortaya büyük bir iktidar boşluğu çıkmış oldu. Seçimlere kadar devlet başkanlığı görevini Senato Başkan Yardımcısı Jeanine Áñez üstlenecek. Merkez sağ muhalefetin içinde yer alan Áñez’in, anayasaya göre 90 gün içerisinde seçime gidilmesini sağlaması gerekiyor. Bu geçiş hükümeti ülkede istikrarı ne kadar sağlayabilir göreceğiz. Muhtemelen ordu da bu süreçte etkin rol oynayacak.
Morales, mücadelenin bitmediğini ve daha güçlü bir şekilde geri döneceğini söyledi. Sizce bu tavır doğru mu?
Molares’in iktidar yarışından vazgeçmesi ve yerine geçecek bir halef belirlemesi ülkenin ve demokrasinin geleceği açısından daha sağlıklı olacaktır.
MORALES KENDİ KİTLESİNDE DE BIKKINLIĞA NEDEN OLDU
Sizin bu söylediğinize ek olarak, 2006’da Morales iktidara geldiğinde büyük umutların öznesiydi. Ancak akıllarda iktidar inadı ile kaldı. Morales Bolivya için bir hayal kırıklığı mı?
Morales, mevcut Latin Amerika liderleri arasında en uzun süredir iktidarda olanıydı. “Pembe dalga”nın (Latin Amerika’daki sol dalganın) son halkası olarak görülüyordu. Ancak Morales iktidardaki ilk dönemini saymıyor. 2009’da Bolivya Anayasasının kabulünden sonraki dönemlerin sayılmasını istiyor. Yani dördüncü değil, üçüncü dönemine hazırlandığını vurguluyor. Öyle olsa bile, başkanlık koltuğu için bu kadar ısrar etmesi demokratik bir tavır değil. Morales, 2016’da devlet başkanı ve yardımcısının üçüncü kez seçilmesine imkân tanıyan anayasa değişikliğinin oylandığı referandumu yüzde 51 oyla kaybetmişti. Ancak vazgeçmedi ve Yüksek Adalet Divanına başvurarak dönem sınırlamasının kaldırılmasını talep etti. Divanın bu yöndeki kararı sayesinde 2019 seçimlerinde yarışabildi. Oysa ilk turda seçilememesi, kendi kitlesinde bile bir bıkkınlık olduğunun en açık göstergesi.
Peki, Morales sizin dediğiniz gibi seçime girmeseydi bu darbe önlenebilir miydi?
Bence önlenebilirdi. Eğer yerine geçmesi için, en iyi örnek olan Başkan Yardımcısı Álvaro García Linera gibi bir lideri işaret etseydi, darbe süreci gerçekleşmeyecekti. Morales bir hayal kırıklığı mıydı sorusuna dönersek; Morales’i “hayal kırıklığı” olarak tanımlamadan önce, 13 yıllık MAS iktidarında kamu harcamalarının artırılarak toplumsal refahın tabana yayılması ve daha katılımcı bir demokrasi için yeni kurumsal yapıların inşası yönünde önemli adımlar atıldığını göz önünde bulundurmak lazım.
Böylesine başarılara imza atmış bir lider nerede hata yaptı?
Bana kalırsa Morales’in en büyük hatası, dünyanın en demokratik anayasalarından birini yaptıktan sonra, halkın iradesine rağmen o anayasayı değiştirmeye çalışmak oldu.
Latin Amerika’da belirli isimlerin iktidarda kalması ve koltuğu bırakmaması örnekleri yaygın mı?
İktidarı bırakmamak, “pembe dalga” liderlerinde öne çıkan bir eğilim. Chávez de tıpkı Morales gibi, referandumdaki yenilgisine rağmen dördüncü dönemine başlamıştı. Hayatta olsaydı muhtemelen o da Morales gibi beşinci dönemini zorlayacaktı. Başkanlık sistemiyle yönetilen Latin Amerika ülkelerinin çoğunda parti disiplininin görece zayıf olduğunu ve bu yüzden partiden ziyade liderlerin öne çıktığını söyleyebiliriz. Bu da karizmatik liderleri öne çıkaran ve popülizm eğilimini güçlendiren bir atmosfer yaratıyor.
Bu eğilimin hiç istinası yok mu? Tüm kıtada karizmatik başkanlar "İktidar benim, hep de bende kalacak" mı diyor?
Geçtiğimiz günlerde önemli bir istisnayla karşılaştık. Arjantin’in eski Devlet Başkanı Cristina Fernández de Kirchner, Ekim 2019’daki son seçimlerde başkanlık için yarışabilecekken bunun yerine sol Peronist cephenin lideri olarak Alberto Fernández’i işaret etti ve onun başkan yardımcısı adayı olarak seçime girdi. Fernández, ülkeyi yönettiği sırada Kirchner’i eleştiren isimlerden biriydi. Ancak Kirchner, onun adaylığını destekleyerek bölünmüş durumda olan Peronist cephenin birleşmesini sağladı ve böylelikle sağcılar son seçimlerde büyük bir yenilgiye uğradılar. Burada, ne kadar güçlü ve karizmatik olursa olsun solcu bir liderin, gerektiğinde bir adım da olsa geri çekilerek sol mücadeleye önemli bir alan açabileceğini görüyoruz.
Son dönemde bölge geneline yayılan protestolarla birlikte, Latin Amerika’da solun tekrar yükselişine geçtiğini söyleyebilir miyiz?
En azından sağa doğru yönelişin kalıcılaşmayacağını söyleyebiliriz. Brezilya’da Lula da Silva’nın hapisten çıkması, Şili’de direnişin genel grev kararıyla devam etmesi, Ekvador’da Moreno’nun protestoların ardından IMF paketini geri çekmesi, Arjantin’de sokakların yeniden hareketlenmesi ve Peronistlerin iktidara geri dönmesi, sol mücadele adına önemli kazanımlar. İzleyen seçimlerde Latin Amerika genelinde solcuları yine iktidarda görebiliriz. Ancak solun başarısından söz etmek istiyorsak, bakmamız gereken öncelikli yer, iktidardaki hükümetlerden ziyade aşağıdan gelişen hareketler olmalı. Örneğin, Bolivya’da Morales’in sonunun ne olacağı değil, yerli hareketinin bundan sonraki süreçte mücadelesini nasıl örgütleyeceği solun geleceğini belirleyecek.