Disiplinlerarasılık akademik çalışmalara ivme kazandırabilecek, yaşadığımız dünyayı anlamak, anlamlandırmak, sorgulamak ve dönüştürmek için çok önemli bir işbirliği, bir çaba. Mimarlığın sosyal antropolojiyle, ekonominin sanat tarihiyle, tıbbın ilahiyatla ne çok ortak ilgisi olduğunu bir düşünün. Ve de popüler kültürün, gündelik hayatın, maddi kültürün bir toplumu anlamada, tahlil etmede ve dönüştürmede, çoğunlukla sanılanın aksine, ne kadar önemli bir malzeme teşkil edebileceğini…
Yıllar önce sağ ideolojiden bir eğitmen ve öğrenci kadrosunun hâkim olduğu bir üniversitede çalışırken, oradaki ders programına dahil etmemin mümkün olmadığı bir ders açmıştım Ankara Üniversitesi lisansüstü programında: Mekânın Cinsiyeti. Bu dersi çalıştığım fakültenin bir sınıfında verdiğim için mesai arkadaşlarım dersin adından hemen haberdar olmuş ve alaycılıkla kınama arasında gidip gelerek, benim bulunduğum ve bulunmadığım ortamlarda, içeriğini bilmedikleri dersin adıyla dalga geçmeye başlamışlardı: Mesela bir sınıfa girdiklerinde, kız öğrencilerden birini gözlerine kestirip, “Kızım sen ordan kalk, o mekânın cinsiyeti sana uygun değil” gibi anlamsız esprilerle kendilerince beni aşağıladıklarını düşünüp keyifleniyorlardı.
Zaten bilimler hiyerarşisinde aşağı sıralara itilen sosyal bilimlerin en enti püften bulunan alt disiplinlerinden olan İletişim Bilimi alanında çalışan bu kadronun çoğunluğu gündelik yaşamın, maddi kültürün, cinsiyet ilişkilerinin, mekânın, zamanın akademik ilgi konusu olmasını bir türlü kabullenemiyorlardı. Halbuki tam da İletişim Bilimi disiplininin ışık düşürmesi gereken ve karşılıklı birbirini beslemesi beklenen alanlardı bunlar.
EŞYALAR ANLAMLARINI ARIYOR
Disiplinlerarasılık akademik çalışmalara ivme kazandırabilecek, yaşadığımız dünyayı anlamak, anlamlandırmak, sorgulamak ve dönüştürmek için çok önemli bir işbirliği, bir çaba. Mimarlığın sosyal antropolojiyle, ekonominin sanat tarihiyle, tıbbın ilahiyatla ne çok ortak ilgisi olduğunu bir düşünün. Ve de popüler kültürün, gündelik hayatın, maddi kültürün bir toplumu anlamada, tahlil etmede ve dönüştürmede, çoğunlukla sanılanın aksine, ne kadar önemli bir malzeme teşkil edebileceğini…
İşte 2016’dan başlayarak çeşitli tarihlerde yayımlanan KHK’larla ihraç edilen akademisyenler böylesi geniş bir akademik ilgi yelpazesinde başarılı çalışmalar yaparlarken üniversitelerin dışına düşmüşlerdi. Kendisi de Mersin Üniversitesi’nden aynı biçimde ihraç edilen Ulaş Bayraktar bu süreçte, memleket tarihinde belli periyodlarla yaşanan ihraç dalgasından nasibini alan akademisyenlerin hayatlarını kazanmak için birçok başka işin yanında sözlük ve ansiklopedi hazırlayan ekiplere dahil olduklarını hatırladı. Sözlük ve ansiklopedi hazırlama işi tam da disiplinlerarası bir çalışma, işbirliği ve dayanışma gerektiriyordu. 100 Sene 100 Nesne projesi böyle bir hayalin hayat bulmasıyla ortaya çıktı. Bayraktar ve yine ihraç edilen akademisyenlerden Naomi Levy Aksu, Mersin’de faaliyet gösteren Kültürhane ile Londra’da faaliyet gösteren Demokrasi ve Barış Araştırmaları Merkezi (CDPR)’nin ortak projesi olarak European Endowment for Democracy’den (EED) bir fon alıp kolları sıvadılar.
2 senelik bu proje tamamlandığında, Türkiye’nin 100 yıllık toplumsal tarihi, proje hedefleri doğrultusunda gerçekleştirilen etkinliklerde olabildiğince geniş bir kitlenin katılımıyla belirlenen 100 nesnenin hikayesi etrafında anlatılacak. Böylelikle ansiklopedi, klasik örneklerinde olduğu gibi, önceden belirlenmiş maddeler ve yazarlardan oluşmayacak. Projenin temel hedefi kısa metinlerden oluşan bir e-sözlük/ansiklopedi oluşturmak. Ayakkabı, altın, çanta, gazoz, Gripin, ranza, çarşaf, tohum, yorgan, terlik, postal, beyaz tülbent, ekmek, kibrit, saz gibi maddelerin yazımı sürerken, projenin koordinatörlerinden Bediz Yılmaz ve Esin Gülsen’le proje hakkında kısa bir söyleşi yaptık.
Yılmaz ve Gülsen’e göre, nesneler etrafında tarihi anlatma çabası, kişisel ve kolektif hafızaları buluşturmaya vesile yaratacak. Farklı demografik özelliklere ve kimliklere sahip bireyler olarak bir nesnenin bize çağrıştırdıkları, o nesneyle karşılaşınca ilk aklımıza gelenler sözlük maddelerinin içini dolduracak. Yahut tam tersi, hafızamızda yer eden olayların, bizi etkileyen duyguların hangi nesnelerde vücut bulduğu araştırılacak. Her halükârda nesneler birer nişâne olacaklar ve kişisel hikayelerimizin kolektif hikayelerle birleştiği köşeleri işaret edecekler bize. Bu nesneler şahit veya fail olarak konumlanacaklar. Kimileri olayları, duyguları çağrıştıracak, kimileri de onların sebebi olarak karşımıza çıkacak.
Proje bir alternatif tarih yazımı seferberliği aynı zamanda. Resmi tarih anlatısında yer edinemeyenlerin, dilsizleştirilenlerin, sözünün hükmü olmayanların görünür olmalarını da sağlayacak. Kayıtlara geçmemiş, tahrif edilmiş ama belleklerde yer etmiş hikayelerin gün ışığı görmelerine imkân verecek. Nesnelere kokular, sesler, görüntüler de eşlik edecek. Onların hafızayı harekete geçirme gücünden destek alınacak. Edebiyat, müzik, görsel sanatlar ve medya da kelimelere esneklik, zenginlik katacak. Ranza maddesi yazılırken Tatar Ramazan filminden bir cezaevi sahnesine gönderme yapılacak belki. Apartman maddesi Nahid Sırrı Örik’in erken Cumhuriyet Ankarasında geçen romanlarına, oradan da yıllarca yayınlanan ve Türkiye’nin en sevilen dizilerinden olan Bizimkiler’e savuracak bizi. Yahut Cumartesi Anneleri’nin direncini konu eden haberler ve bir Sezen Aksu şarkısından dizeler zenginleştirecek beyaz tülbent maddesini.
ORTAK HAFIZAYA ÇAĞRI
Projenin en dikkat çekici yanlarından biri de, yukarıda sözünü ettiğim gibi, bilindik sözlük ve ansiklopedi çalışmalarından farklı olarak herkesin katkısına açık, dinamik ve katılımcı bir iş olması. Hem sosyal medya hesaplarından yapılan çağrılarla, hem de proje kapsamında yürütülen online atölyelerle dileyenlerin sözlük maddesi önermeleri, içeriğe metinler ve görsel malzemelerle katkıda bulunmaları çağrısı yapılmış. Ortaklaşa belirlenen maddelerin yazımına geçildiğinde içerikler de bir ölçüde kolektif katılımla oluşturulabilecek böylelikle. Fakat Yılmaz ve Gülsen’in ifadesiyle, “dışardan” katılımlar genellikle muhalif kesimden olmuş. Bunun dışındaki katılımlar çoğunlukla, çağrılara ve online etkinliklere yapılan rahatsız edici yorumlar biçiminde tezahür etmiş.
Projenin en ufuk açıcı ve katılıma açık ayağı ise atölyeler. Belirli temalar üzerinden nesneleri, bu nesnelerin taşıdıkları anlamları, tarihsel ve toplumsal dönüşümlerini, gizledikleri hikayeleri konuşmak için tasarlanan 10 atölyenin 5’i gerçekleşmiş. Benim de katıldığım “Nesnelerin Toplumsal Cinsiyeti” atölyesinde, Türkçede kelimelerin cinsiyeti olmamasına rağmen eşyaların cinsiyetli olduklarını konuşmuş ve eşyaların kullanım alanlarının, değerlerinin cinsiyet kimliklerine bağlı olarak nasıl değiştiğinden bahsetmiştik. “Toplumsal ve Siyasi Tarihin Dönüşen Nesneleri” atölyesinde, popüler siyasi figürlerin kullandıkları şapka, kasket, takunya vb. sembollerin bir dönemi anlatmanın anahtarı olabileceği ortak kanısına varıldı. “Kayıplar, Yas ve Adalet Arayışının Nesneleri” tüm Türkiye tarihinin özetiydi, faili meçhul cinayete kurban giden yakınının fotoğrafını yakasına iliştirenin toplu iğnenin ucunda biriken bir damla gözyaşı gibiydi. “Nesnelerin Sınıfı” atölyesi, aynı eşyanın sınıftan sınıfa nasıl farklı anlamlara sahip olabileceğini derin bir politik analizle gösterdi. Yoksulluğa ve zenginliğe delalet olan eşyalar ve bunların yarattıkları utanç veya gurur üzerine düşünmeye davet etti. Ve daha dün yapılan “Elektrikli Aletler, Dönüşen Hayatlar” atölyesi, tüketim ve yaşam alışkanlıklarımızın, zaman/mekân algımızın bu aletlerle birlikte nasıl değiştiğini fark ettirdi.
100 Sene 100 Nesne Projesi, bir e-sözlük olmakla yetinmeyecek ve iki seneyle sınırlı kalmayacak gibi görünüyor. Proje ekibi görseli bol bir kitap da yayımlamak istiyorlar proje bitiminde. Bunun yanında, şimdilik tatlı bir vaad olan “tarihte bugün” temasıyla hazırlanacak, şarkılar ve türkülerden, romanlardan, hikayelerden, şiirlerden alıntılarla, filmlerden sahnelerle zenginleştirilecek bir ajandayı da unutmayalım.