Bir yanda temel hak ve hürriyetlerin referandum/anket konusu yapılamayacağı, yapılmaması gerektiği, diğer tarafta sesi bastırılan bir halkın kendini ifade etmesine aracılık etme “gaye” veya “arzusu”… Kürtlerle veya Kürt sorununda mevcut şartlarda anket yapılabilir mi? Ya da yapılacak herhangi bir anket/araştırma gerçek düşünce ve hissiyatı ne ölçüde ortaya çıkarabilir? Tam aksine mevcut baskı ortamında ortaya çıkacak sonuçlar yanıltıcı olup resmi ideolojiye hizmet edebilir, onu güçlendirebilir mi?
Mesela siyasal farkındalığın bugüne kıyasla çok düşük olduğu 1960-1970’li yıllarda Kürtlerle bir anket yapılsa anadilde eğitim talebi yüzde kaç çıkardı? Ya da asimilasyon politikalarının belki de en yüksek noktalara ulaştığı bu dönemde Kürtçe’ye dönük algıları ya da bu dilin geleceğini etkileyecek bir “anket” yapmak hakkaniyetle ne ölçüde bağdaşır? Kürtlerin kendini en az baskı altında hissedip fikrini beyan edebildiği araçların başında gelen seçimlerin dahi gerçek hissiyatı ne ölçüde yansıttığı tartışmalı iken yapılış şekli/ortamı hakkında fikrimizin olmadığı anketler gerçek hissiyatı/fikriyatı ne ölçüde ortaya çıkarabilir? Kürt siyasi partilerinin dahi kendini ifade edemediği bir siyasal/sosyolojik ortamda anket katılımcısının görüşünü “Kürtler böyle düşünüyor” diye yansıtmak ne kadar etik ve hakkaniyetli? Baas rejimi döneminde Iraklı Kürtlerin Kürt meselesine dair düşüncelerini soran bir anket ne ölçüde doğru sonuçlar doğururdu? İranlı Kürtlerle bugün temel hak ve hürriyetler hakkında bir anket yapılabilir mi? Yapılırsa ne kadar doğru sonuçlar doğurur?
Rawest Araştırma şirketinin geçen hafta yaptığı ve bazı sonuçları basında paylaşılan “Kürt Meselesi, Kürt Siyaseti ve Demirtaş” başlıklı araştırması ister istemez bu soruları sorduruyor. Yapanların niyet ve heveslerinden bağımsız olarak 2024 Türkiye’sinde Kürtlerle Kürt sorununu konu alan her türlü anketin yukarıdaki soruları doğurması kaçınılmazdır ve beraberinde farklı birçok etik sorunu gündeme getirir. Bu yalnızca bugünün sorunu da değildir, aynı anket 1980’li, 90’lı yıllarda da yapılsa aynı etik soru ve sorunları gündeme getirecekti. Bu etik sorunu dikkate almayan her araştırmanın söz konusu ankette görüldüğü gibi son derece iddialı, teyidi imkânsız ve kendi içinde de hayli problemli sonuçlar doğurması kaçınılmaz oluyor.
Örneğin ankette çıkan sonuçlardan birinde şöyle deniyor: “Türklerde ana akım kimlikler Türklük ve milliyetçilik iken, Kürtlerde özgürlükçülük öne çıkıyor. Kürtler Türklerden farklı olarak seküler değil özgürlükçüler, ya da sekülerleri kendilerini özgürlükçü olarak görüyor.” Böyle bir tespit veya analizi herhangi bir yorumcu şahsi gözlemlerine dayandırıp aktarsa bu kadar iddialı görünmeyebilirdi. Ancak bir anket üzerinden bu toptancı sonuca ulaşmak, “Kürtler böyledir” demek farklı bir heves ve özgüven gerektiriyor. Kürtlerin Türklerden farklı olarak –“nedense”- milliyetçi değil özgürlükçü olduğunu öne süren cümle Kürtlerin neden özgürlükçü olduğunu veya olmak zorunda kaldığını (milliyetçiliğini yaşayamaması/ifade edememesi) atlayıp tuhaf bir fotoğraf sunuyor.
Temiz suya erişimi olmayan bir mahalleye “temiz su hattının çekilmesini ister misiniz” diye sormak ne ölçüde ahlaki ise Kürtlere de “anadilde eğitim ister misiniz” veya “eğitim dili nasıl olmalı?” diye sormak o ölçüde ahlaki. Rawest’in anketinde de temel hakların anketlere konu edilmemesi gerektiğini çok iyi gösterecek şekilde “eğitim dili nasıl olmalı” sorusuna birbirinden tuhaf yanıtlar verilmiş ve ortaya da “Kürtler tek dilliliği içselleştirmiş, sindirmiş değil” gibi aynı tuhaflıkta bir sonuç çıkmış. Kürtlerin tek dilliliği, yani anadillerinin inkârı ve yok edilmesi politikasını bir “içselleştirme” veya “sindirme” problemi veya sürecinin meselesi gibi sunmak da aynı yanılgının devamı niteliğinde. Bu yanılgının benzeri ankete de yansımış “Kürtçe eğitime gerek yok” diyen yüzde 20 gibi ciddi bir oran ortaya çıkmış. Daha trajik olanı Kürtlerin yalnızca “yarıya yakını”nın iki dilli eğitimi istediği sonucunun çıkması. Mahallenin yarısı temiz suya erişimi istemiyor, o halde bu hizmeti sunmaya da gerek yok diyebiliriz bu sonuçlarla.
Anket, mevcut siyasi iktidarın bir bütün olarak Kürt siyasi hareketi üzerinde kurmaya çalıştığı söylemi veya güya söylemsel üstünlüğü tekrar eden yahut o söylemi farklı şekillerde de olsa güçlendiren bir dilden de pek uzak değil doğrusu. “HDP/DEM Partisi’nin terörle ilişkilendirilmesi haksızlıktır”, “Demirtaş Türk bayrağına saygılı bir siyasetçidir”, “Demirtaş Cuma ya da bayram namazına gitmiş midir?”, “Demirtaş bir şehit cenazesine gitmiş midir?” gibi her biri A Haber bültenlerinden alınmış gibi soru ve önermeler üzerinden anket yapmanın ahlakiliği ayrı bir soru/n.
Ankette benzer bir yönelim Demirtaş-DEM Parti ikiliği üzerinden kurulmaya çalışılıyor ve ikisi de birbirinden daha fazla hapsedilmiş/baskı altında olan özne üzerinden adeta magazinel sonuçlar üretilmeye çalışılıyor. Kürtleri “Demirtaş mı Dem mi” gibi siyaseten yersiz, anlamsız ve yine ana akım siyasetin arzu ettiği bir soruya maruz bırakmak da bu magazinel, aynı zamanda bir hayli politik arayışın ürünü.
Anket, “Demirtaş Türkiyelilik anlamında bugünkü haline göre nasıl bir siyasetçi olmalıdır?” gibi diğer birçok soru gibi tuhaf bir soruyu daha gündeme getiriyor. “Türkiyeliliğin” bu içerikte ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini çıkarsamak mümkün değilse de bunun Kürt siyasetini ve siyasetçilerini her zaman bir Türkiyelilik ve bağlılık sınavına tabi tutan ana akım siyasetten farklı olduğunu söylemek de mümkün değil. “Demirtaş Kürtlerin ilk sivil lideri” çıkarımı da mevcut ve önceki Kürt siyasetçilere “sivil” payesini vermekten kaçınan, diğerlerini kriminalize eden söylemi yeniden üretiyor.
Tüm ülkeyi şaşırtan Van’daki mazbata protestolarından sadece birkaç hafta sonra “Kürtler siyasete eskisi kadar ilgili değiller” gibi yorum yapmak da tespitten çok bir arzuyu gösteriyor olmalı. Durum böyle olsa bile -ki değil- aynı araştırmanın siyasete olan ilginin azalmasının esas nedenleri üzerinde durması, devletin son 10 yıldaki siyasetinin nihai amacının da zaten bu olduğunu tespit edip bir tartışma yürütmesi gerekirdi.
Dünyanın herhangi bir bölgesinde herhangi bir kişiye “kendinizi ne kadar Rus, Arap, Alman olarak görüyorsunuz” diye sorsanız -o kişi melez değilse- size tuhaf tuhaf bakacaktır. Ancak ankette “Kendinizi ne kadar Kürt olarak görüyorsunuz” gibi anlamsız bir soru da rahatlıkla sorulabilmiş ve ortaya bu tuhaf sorunun doğal sonucu olarak “düşük oranda Kürt, orta düzeyde Kürt görüyorum” gibi sonuçlar çıkmış. Kürt sorununun kaynağına ilişkin soruda da “eğitimsizlik”, “dış güçler”, “ekonomik geri kalmışlık”, “silahlı bir örgütün varlığı” gibi yüzyıllık devlet propagandasını tekrarlayan/pekiştiren önermeler peş peşe sıralanmış.
Bu ölçüde hâkim ezber ve klişeler üzerinden yapılan bir araştırmadan son derece özgüvenli şekilde “Kürtler şu an böyle hissediyor, Kürtler artık bu şekilde” gibi devasa çıkarımlar yapmak da anketin kendisi ve metodolojisi kadar problemli ve elbette yanıltıcı.
Kürt meselesi gibi temel insan haklarının söz konusu olduğu bir konuda anket yapmanın doğurduğu/doğuracağı temel etik ve politik sorunları göz önünde bulundurmamak bir tarafa; Rawest’in araştırması ana akım siyasetin kelime ve ifadeleriyle Kürtleri ve siyasetçilerini muhakemeye ve dolayısıyla bir tür terbiye etme çabasına çekmenin izleri ve yanılgılarını taşıyor. Bu haliyle Kürt meselesinde -belki de bu şekilde, bu kabul ve dille- anket yapmanın doğurabileceği her türlü etik/politik sorunu da gün yüzüne çıkarıyor. Araştırmanın bir faydasından bahsedilecekse o da bu gerçeği yalın şekilde ortaya çıkarmış olması olabilir.