Etkilenme cesareti
Şiirimizin önemli şairlerinden Oktay Rifat, etkilenilmeyi bekleyen bir şairdir. Ne yazık ki bu güçlü şair uzun yıllar, tıpkı Melih Cevdet Anday ve Orhan Veli gibi, “Garip Şairi” etiketinden kurtulamadı. Oysa bu üç şair de şairlik yaşamlarının yalnızca başlangıcında, birkaç yıl “Garip”liklerle ilgilendiler.
Hani son yıllarda, Aziz Nesin’in kaynak gösterildiği, “şiir âlemi”nde dolaşan bir söz var: “Türkiye’de her üç kişiden beşi şairdir” diye. Şiir yazan insanların yaygınlığını vurgulaması açısından yapılan bu ironinin gerçeklikte karşılığı elbette var. Ama yıllar içinde bu söz bir rivayet gibi dilden dile dolaşırken, rakamlarda da değişmelerin olduğuna rastlıyoruz; “her beş kişiden onu şair”, “dört kişiden üçü şair” gibi. Bu sözün en doğrusu, evet, “Türkiye’de her üç kişiden beşi şairdir” biçiminde olanıdır. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü Aziz Nesin bu sözü söylediği sırada, ben de oradaydım. 1984’de, Akademi Kitabevi Ödülleri töreninde, Muammer Karaca Tiyatrosu’nda, jüri başkanı olarak yaptığı açılış konuşmasında söylemişti. İşin can alıcı noktası (!), benim orada bulunma nedenim, ilk kitabım olan 'Yaşanan' ile Şiir Başarı Ödülü almış olmamdı. İşte o günden bu güne kadar, şiir yazanların sayısında eksilme olmadı, sanırım daha da arttı. Aziz Nesin yaşasaydı, bu sözünü de belki şu şekilde “revize” edecekti: “Türkiye’de her on kişiden yüzü şair.”
Şaka bir yana, şiir gerçekten de özellikle son yıllarda epey ilgi görüyor. Bu ilgiyi sadece şiir kitaplarının satış oranıyla ölçmek bize düş kırıklığı yaşatabilir. Çünkü şiir niceliksel olarak kısa metinlerden oluştuğu için gerçek ve sanal ortamda çok kolay paylaşılabilir olduğundan, özellikle internetteki çok sayıda şiir sitesinde yer alabiliyor. Ayrıca, bir kitabevinde bile okurlar bir şiir kitabını açıp orada tümünü okuyabiliyorlar. İnsanlar bir ya da birkaç şiiri, hatta bir kitabın tümünü (bu durum artık neredeyse bütün kitap türleri için söylenebilir oldu) internet aracılığıyla paylaşabiliyorlar. Demek, şiir kitaplarının ve şiirin çok farklı paylaşılma mekanizmaları var. Bu dönemde, bu olanakların kullanımının da arttığını görüyoruz. Bunun başlıca nedeni, merkezi siyasal otoriteye karşı muhalefet edilebilecek iletişim kanallarının büyük ölçüde ortadan kalkmış olmasıdır. İnsanlar bireysel ve toplumsal planda kendilerini ifade edebilecekleri dolaysız bir dil olarak şiire başvurmuşlardır. Zaten dünya tarihine bakıldığında, sadece şiirin değil, özellikle tiyatro gibi dilin büyük payı olan bütün diğer sanatların, baskı dönemlerinde etkili olduğu görülür.
Şiir yazan aklı başında insanlar, yani gerçek şairler, her şeyin kendileriyle başladığını düşünmezler. Onlar bilirler ki, hiçbir sanat yapıtı gökten zembille inmez. Örneğin her şiir, bütün diğer şiirlerin bir sonucudur. Her sanatçı mutlaka diğer sanatçılarla, ya kendi kuşakdaşlarıyla ya da daha önceki kuşaklarla ilişki içindedir. Bu ilişki biçimi, “reddetme, çatışma” biçiminde gelişeceği gibi, “uzlaşma” biçiminde de gelişebilir. Hangi biçimde gelişirse gelişsin, bir “etkilenme” ilişkisinden söz edebiliriz. Diğer sanatçılardan etkilenmeyen bir sanatçının kişilik kazanması (sanatçı olarak) biraz zordur. Bir sanatçının özgünlüğünün (biricikliğinin, tekrarlanamazlığının) düzeyi, başka sanatçıları etkilemesiyle de ortaya çıkar. Demek, etkilenmekten korkan bir sanatçı, bir şair, özgünlük oluşturma sürecini de zorlaştırmış olacaktır. Bazı şairler, etkilenmekten korktukları için, çok sevdikleri şairleri okumazlar. Oysa bir şair ne kadar çok sayıda şairin dünyasına girerse, kendi özgünlüğünü oluşturma süreci de o kadar kısalır.
İşte, şiirimizin önemli şairlerinden Oktay Rifat, etkilenilmeyi bekleyen bir şairdir. Ne yazık ki bu güçlü şair uzun yıllar, tıpkı Melih Cevdet Anday ve Orhan Veli gibi, “Garip Şairi” etiketinden kurtulamadı. Oysa bu üç şair de şairlik yaşamlarının yalnızca başlangıcında, birkaç yıl “Garip”liklerle ilgilendiler. Sonra, ilerleyen yıllarda şiirlerinin asıl fışkıracağı kaynaklara yöneldiler. Orhan Veli erken yaşta öldüğü için, gerçek şiirlerini çok az yazabildi. Ama Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday, mitoloji, din, masallar, halk türküleri, felsefe gibi çok farklı kaynaklarla şiirlerini besleyip geliştirdiler. Oktay Rifat, Melih Cevdet gibi günlük bir gazetede sürekli yazmadığı ve ülkenin politik ortamında da görünmediği için, genç kuşaklar tarafından yeterince keşfedilmedi ve dolayısıyla onların üstünde pek fazla etki bırakamadı. Siyasi ideoloji, alkol ve duygusallıktan (melankoliden) oluşan “Bermuda Şeytan Üçgeni”nin şiirimizi kıskacına aldığı uzun yıllar içerisinde, Oktay Rifat’ın, örneğin mitolojiden ve tarihten beslenen “Agememnon” adlı büyük şiiri fark edilmedi:
“gemileri sıyırtarak yürüdük, dere içine vardık; birer cigara sardık eksik ve yamuk parmaklarımızla; tütünle seyrelen zamana çömeldik, taşlara verdik belimizi (…)
Kesici, delici ve yakıcı silahlarını çevirmişler üstümüze, uzun gölgeli kargılarıyla korkak, topları, havanları, obüsleri, bazukaları gibi öldürücü (…)
Yavrulu geyik gibi karılarımız, burunsuz ve terli; kimi çapada, kimi orakta ve bir gelincik kanaması ovada içten içe…”
Oysa Nâzım Hikmet şiiri, kendinden sonra gelen kuşakların büyük bölümünü adeta görkemli girdabına çekmiştir. İdeolojik tavrıyla ve yeni şiir estetiğiyle…”1940 Kuşağı” olarak adlandırılan şairlerin (Cahit Irgat, Suat Taşer, Ömer Faruk Toprak, Arif Damar, Mehmet Başaran, Hasan Hüseyin Korkmazgil, A. Kadir, Hasan İzzettin Dinamo, Enver Gökçe, Ahmed Arif ve Attila İlhan) şiiri, Nazım’dan önemli ölçüde etkilenmiştir. Bu etki zaman zaman büyük bir ağacın gölgesi gibi, bu şairleri kuşatmıştır. O yıllarda, “Garip” olarak tarihe geçecek olan şiiri oluşturma peşindeki Oktay Rifat, Nâzım Hikmet’in şiirinden etkilenme kaygısı gütmüyordu. Belki de etkilenmek istiyordu cesurca ve bu nedenle yazdığı şiirleri ona gösteriyordu. Üstelik Oktay Rifat’ın akrabası olan Nâzım o yıllarda oldukça popülerdi ve cezaevindeydi. Bir genç şair olarak Oktay Rifat, zaman zaman Nazım’ı ziyarete gidiyordu. Yazdığı şiirleri Nâzım’a okuyordu. Ama ondan açıkça etkilenmeden, kendi özgünlüğünü oluşturuyordu.
“Ot” ve “kuru ot”, “ot kokusu” gibi basit, sıradan bitkilerden “güneş”, “gökyüzü”, “tarih”, “mitoloji” gibi çok geniş izleklere değin, Oktay Rifat’ın şiirlerine nesne olmayacak hiçbir şey yoktur. Yolun başındaki şairler, biraz da etkilendikleri şairlerin gücüne göre kendi gelecekleriyle ilgili kestirim olanağı oluştururlar. Bu nedenle, yolun başındaki şairleri (“genç şair” demek istemiyorum), Oktay Rifat’tan etkilenmeye çağırıyorum. Onun bizi hayata çağırdığı gibi:
“Varsın ırmakların köpürsün delibozuk.
Kıyısında söğüdünün gölgesi var ya,
Yeter bana. Dilin var, ağzın var. Benimse
Keçilerim var, cam gözlü, dağda güttüğüm
Çayırlarımda ebegümeci, madımak.
Dem çeken bir güvercin taşırım koynumda.
Gel ateş yakalım, açalım çıkınları
Yan yana bölelim tütünü ve ekmeği.
Kartal yüzün insin ulu dağdan düze.
Elensin söğüt dallarından güneşimiz…”