Benim çocukluğumda bir beslenme uzmanı kadın vardı. Ayşe
Baysal’dı adı, bir ara çok ekrana çıkar olmuştu. Enflasyonist bir
dönemden geçiyordu ülke ve millet et fiyatlarından yakınıp
duruyordu. O da televizyona çıkıp “Et yemeyin, mercimekte de et
kadar protein var” deyip duruyordu. Mercimek derken –e’leri yayar
bayağı bir güldürürdü. Ama o zamanlarda bile alt ve orta gelir
grubu yemeklerine parça et ya da kıyma katabiliyordu. Pirzola
yiyemiyordu belki, ama köfte sofraya gelebiliyordu. Belki gramajı
biraz düşürüyorlardı hepsi o.
BİR HAFTAYI 400 GRAM KIYMAYLA İDARE ETMEK
Bugün artık alt gelir grubunun bırakın kırmızı ete beyaz ete
erişmesi bile çok zorlaştı. Orta gelir grubu için ise pirzola,
biftek, bonfile artık unutulmuş lezzetler. Kıyma haftada bir, o da
üç harfli ucuzluk marketlerinden 400 gramlık paketlerde
alınabilirse bir tane alınıyor. Kimse kalitesine, yağ oranına falan
bakmıyor. O 400 gramlık kıyma hafta boyu yemeklere biraz et
lezzetini katsın diye baharat gibi tutamla katılıyor.
Türkiye’deki gıda enflasyonu malum, ama açık ara önde giden bazı
gıda ürünleri var. Zam şampiyonluğu soğuk et yani şarküteri
ürünleri, kırmızı et, beyaz et, süt ve süt ürünleri ve balıkta...
Şu sıralar iklim krizi sebebiyle zeytinyağı da bu şampiyonlukta
oldukça iddialı. Gelecek yıl salataya zeytinyağı koymak pek çok
kişi için hayal olacak. Zeytinyağlı yemek çeşitleri birer birer
sofralardan uzaklaşacak.
ART ARDA İKİ ZAM, ÜÇÜNCÜSÜ DE YOLDA
İster istemez mecburiyetten vegan bir topluma dönüşmeye
başlıyoruz. Şakası bir yana, özellikle çocuklar ve gençler
açısından, bu ciddi bir beslenme ve sağlık sorunu olmaya aday. Ve
bu ay içinde yapılan zamlarla birlikte artık kırmızı ete erişim
neredeyse imkansız hale geldi. Kuzu karkas ete art arda iki zam
birden geldi ve bu yıl bitmeden birkaç zam daha gelmesi bekleniyor.
Son 15 günde yapılan zamlarla birlikte kuzu etinin fiyatı 245
liradan 290 liraya yükseldi.
Basına bir açıklama yapan İstanbul Perakendeci
Kasaplar Esnaf Odası Başkanı Aydın Tüfekçi, kasaplarda kuzu etin
kilogram fiyatının kalitesi ve yağ durumuna göre değişmekle
beraber, 590 ila 680 lira arasında satılacağını söylüyor. Bunun bir
sebebi kuzu mevsimi olmaması ve biraz da spekülasyon olabilir,
ancak fiyatı artan sadece kuzu eti değil, hemen hemen tüm et
çeşitlerine zam üstüne zam geliyor. Tek sebep kesimlik küçükbaş ya
da büyükbaşta yetersizlik değil. Yem fiyatlarından tutun enerji
fiyatlarına, personel giderlerine ve dükkan kiralarına kadar her
fiyat artışı her üründe olduğu gibi et fiyatlarına doğrudan
yansıyor. İşte bu sebeple besiciden kasaba gelene kadar etin fiyatı
neredeyse iki buçuk katına çıkıyor.
MESELE SADECE ENFLASYON DEĞİL BİRİKMİŞ YAPISAL SORUNLAR
ZİNCİRİ
Bu arada hemen belirteyim, sözünü ettiğim karkas ete yapılan
zam, karkas et işlenirken fire veriyor. Sonuçta kasapta kemiksiz
kuzu kuşbaşının kilogram fiyatının 590 TL’den başlayıp 680 TL’ye
kadar yükselmesi bekleniyor. Sadece kuzu etinde değil artış. Söz
gelimi dana kıymanın kilogramı bölgeden bölgeye değişmekle beraber
390 liradan 470 liraya, dana kuşbaşının ise 410 liradan 480 liraya
kadar çıkacak.
Peki niye böyle? Tabii ki en temel neden tarım ve hayvancılıkta
ulusal ölçekte bir planlamanın olmaması. Daha birkaç ay önce, artık
tarımdaki yapısal sorunların çıkılmaz bir noktaya geldiğini anlayıp
tarımda üretim planlaması yapılmasına karar verilebildi. Bu sürecin
ne kadar hedef odaklı olacağı ayrıca tartışılacak bir durum, ancak
geç de olsa olumlu bir karar. Bu adım önemli, ama bugüne kadar üst
üste yapılan hataların tekrarlanmaması kaydıyla...
Nasıl ki zirai üretiminde bölgeye uygun ürünlerin seçilmesi
gerekiyorsa, besicilikte de aynı durum söz konusu. Ve Türkiye bu
konuda yıllardan bu yana önemli bir hatayı sürdürüyor. Anadolu’ya
uygun besi hayvancılığının küçükbaş ağırlıklı olması gerekirken
büyükbaş hayvan besiciliğinin payının sürekli artması en temel
sorunlardan biri.
Bir diğer önemli mesele, mera sorunu... Bütün uyarılara rağmen
Anadolu’da meralar talan edildi ve baştan sona bir mera ıslahı
yapılması gerekiyor. Bu sebeple, besicilik genelde kapalı alanlara
hapsolmuş ve yem bağımlı bir konuma gelmiş bulunuyor.
Bir başka sorun ise teşvik ve sübvansiyonların sektöre olumlu
etkisinin çok sınırlı kalması. Bu konunun da baştan sona ele
alınması ve nerede hata yapıldığının saptanıp, efektif bir teşvik
ve sübvansiyon politikasına geçilmesi gerekiyor. Belki bölgelere ve
döneme göre esnek bir yaklaşım belirlenmeli.
GÜNÜ KURTARMA TAKTİKLERİYLE ANCAK BURAYA KADAR!
Bir diğer mesele de planlama olmamasından kaynaklı, palyatif
çözümlerle yapısal sorunları geçici olarak çözer gibi yapmak. Bunun
en somut örneği, bir can simidi olarak görülen karkas et ithalatı.
Bir diğeri ise canlı hayvan ithalatı... Şu Angus’ları
hatırlarsınız. Kaç yıl oldu ithal edileli ve hayvancılığı
kurtaracağı iddia edilmişti. O günden bu yana et fiyatları herhalde
dörde ya da beşe katlanmıştır!
Yerli ırkların ıslahı konusunda pek çok haberi yıllardır okuruz,
ama görünen o ki o konuda da ne yapılmış olursa olsun yetersiz
kaldığı ortada.
Ankara Kasaplar Odası Başkanı Fazıl Yalçındağ, yaptığı bir
açıklamada, biraz önce saydığım sorunların yanı sıra pek çok sorun
sıralıyor: “Temel sorunlar arasında; çiğ süt fiyatlarının
dengelenmemesi, süt sığırcılığındaki istikrarsızlık, süt
ineklerinin kesime gönderilmesi, besilik materyal sıkıntısı, buzağı
ve kuzu kayıpları, hastalıklar ve çeşitli nedenlerle hayvan kaybı,
Türkiye’ye özgü bir et sığır ırkının bulunmaması, hayvan ıslahı
politikasındaki eksiklikler, aile işletmeciliğinin sürekli kan
kaybetmesi, kaba yem üretimindeki kısıt, sanayi yeminde aşırı fiyat
artışı, besicilikte girdi maliyetlerinin yüksekliği, üretimde
yetersizlik, ülkesel boyutta kesim standardı uygulanmaması, karkas
için sınıflandırma yapılmaması sayılabilir. Kırmızı ette yaşanan
problem satış noktasından değil, üretim noktasından
kaynaklanmaktadır”.
ETTEKİ SORUN NEYSE SÜTTEKİ SORUN DA O
Yalçındağ’ın saydığı her sorun, kırmızı et verimliliğindeki
sıkıntıdan başlayarak artık erişilemez hale gelen kırmızı etin ve
aynı zamanda bugün bir litre sütün 30 TL’ye satılıyor olmasının
birer nedeni... Peynirin 300 TL, etin 600 TL olduğu bir ülkede
11.400 TL asgari ücretle ya da 7.500 TL emekli maaşıyla protein
ihtiyacınızı karşılamanız mümkün değil. Bırakın onu, dört kişilik
bir ailenin yoksulluk sınırı 44.573 TL olan bir ülkede, o ailenin
çocuklarını sağlıklı olarak yetiştirmesi de imkansız. Durumumuz
bu!
BALIK TEZGAHLARI DA ARTIK PEK BİR HAVALI!
En azından geçmişte protein ihtiyacını kırmızı etten
karşılayamıyorsanız, beyaz etle idare edebilirdiniz. Şimdi işlenmiş
tavuğun fiyatı bile 200 TL civarında. Söylediğim rakamlar en ucuz
etiketlerdekiler bu arada. Diyelim ki tavuk almakta da
zorlanıyorsunuz. Hani üç tarafımız deniz ya, balık yiyelim değil
mi? Zor yersiniz! Eskiden yoksulun protein kaynağı olan hamsi ve
istavritin fiyatı en az 100 TL... Benim çocukluğumda palamut da
yoksulun erişebileceği bir balıktı. Artık kırmızı etle yarışıyor.
Diğer balıkları saymıyorum, onlar artık fantezi dar ve orta gelirli
kesimler için. Bu arada diyelim paraya kıydınız aldınız. Bunun bir
sebebi deniz kirliliğ, agresif avlanma bu doğru, ancak sadece
takaların ava çıktıklarındaki yakıt maliyeti ve pek çok girdinin
fiyatları da çok önemli birer etken. Bu ülkede artık, balığın
yanına koyacağınız bir kase salatanın maliyeti bile 100 TL
neredeyse...
Tarımsal üretim ve gıdada yaşadığımız kriz, salt enflasyonist
döngüyle açıklanması mümkün olmayan bir kriz. Yapısal sorunların
önemli bir bölümünü burada sıralamaya çalıştım. Tabii ki ekonomik
krizin getirdiği bir o kadar sorunu buna ekleyin. Ve şu andaki
kırmızı et, beyaz et, balık, süt ve süt ürünlerinin fiyatlarını
gelecek yıl mumla arayacağız. Dediğim gibi, yılbaşına birkaç gün
kala bu fiyatlardan yüzde 20 daha fazlasını görmemiz pek
mümkün!