Sürprizleri minimuma indirmek üzere tasarlanan, 24 takımdan on altısının üst tura yükseldiği formatta –Türkiye hariç– sürpriz yaşanmadı. Covid sezonunun ardından gelen “bol ev sahipli” Euro 2020 futbol kalitesi açısından fena geçmezken, turnuvaya şu ana kadar üçlü savunmalar ve hocaların kontrolcü yaklaşımı damga vurdu.
ÜÇLÜ SAVUNMALAR GERİ DÖNDÜ
2000-2001 sezonu Şampiyonlar Ligi finalinde Valencia’yı penaltı vuruşlarıyla mağlup eden Bayern Münih’in savunma göbeğinde Kuffour, Linke ve Andersson forma giyiyordu. O günlerde Juventus başta olmak üzere Avrupa’nın birçok güçlü takımı 3-5-2 veya 5-3-2 dizilişini tercih ettiğinden, üçlü savunmayla gelen şampiyonluğun uzun süre tekrarlanmayacağını öngörmek zordu. Ama bu sezonki Chelsea zaferine kadar Şampiyonlar Ligi tam 20 yıldır dörtlü savunmalarla kazanıldı. Chelsea’nin başarısıyla birlikte son birkaç sezondur kulüp futbolunda yeniden popülerliği artan üçlü savunmanın geri dönüşü tescillenmiş oldu.
Eskiden kıta şampiyonaları ve Dünya Kupası futbolun zirvesi olarak görülür, yeni taktik, diziliş ve sistemler genellikle Euro, Copa America veya Dünya Kupası’nda vitrine çıkar, ardından liglere ve kulüp takımlarına doğru yayılırdı. Ancak son 15-20 yılda kulüp futbolunun uluslararası futbola karşı üstünlüğü kesinleştikçe, söz konusu etki de aksi yönde ilerlemeye başladı. Avrupa’nın büyük liglerinde ve kulüp turnuvalarında birçok takımın üçlü savunmayla beklenenin ötesinde başarı elde etmesi, 3-5-2 ve 3-4-3 trendini milli takımlara taşıdı.
Euro 2020 grup maçlarında bu düzenle sahaya çıkan Belçika, Danimarka, Almanya, İsviçre, Hollanda, Polonya, Avusturya son 16’ya kalırken, Macaristan, Finlandiya ve Kuzey Makedonya elenmelerine rağmen olumlu bir izlenim bıraktı. Bu takımların çoğu, geleneksel 3-5-2 yerine 3-4-3 biçiminde sahaya yayıldı. Bu dizilişlerin en kilit oyuncuları olan kanat bekleri ise performanslarıyla dikkat çekti. Danimarkalı Maehle, Alman Gosens, Hollandalı Dumfries gibi isimler turnuva öncesinde tahmin edilmeyen bir şekilde parladılar.
Kısa süre öncesinde kadar üçlü –veya beşli– savunmanın gözden düşmesinin sebeplerinden biri, eskiden genellikle 3-4-1-2 şeklinde dizilen üçlü savunma takımlarının kullandığı 10 numara ve iki santrforlu düzenin bugünkü futbol için lüks kaçmasıydı. Günümüzde ise teknik adamlar bunun yerine çoğu zaman 3-4-2-1 formasyonunu tercih ediyor. Buradaki “4”ün içinde iki kanat beki ve en az biri defansif iki orta saha oyuncusu yer alırken, “2” ise genellikle düz veya ters ayaklı kanat oyuncularını, bazen de bir “modern” bir 10 numarayı içeriyor.
Elbette hiçbir diziliş sizi başlı başına hücumcu veya savunmacı yapmaya, pozitif veya negatif futbol oynamaya yöneltemez. Öte yandan bu sayılar esasen takımın savunmadaki halini belirtmek için kullanılıyor. Yoksa 4-4-3, 4-2-3-1 gibi dörtlü savunma düzenler de hücuma çıkarken ya ters kanattaki bekin (örn. İtalya’da Florenzi) ya defansif orta sahanın (örn. İspanya’da Busquets) emniyet için geride bırakılmasıyla üçlüye dönmüş oluyor. Yine de rakamların bir anlamı var.
Üçlü savunmanın özellikle turnuva düzeninde tercih edilmesi ve paye görmesi sebepsiz değil; kanat beklerinin sağladığı hücum genişliğinin yanı sıra, temelde sağlam bir “karşılama yöntemi” özelliğini koruyor. Rakibin geniş hücumlarıyla baş etmek için iki kanat bekiyle beraber üç stopere sahip olmak, kaybetmemenin kazanmaktan daha önemli görüldüğü eleme maçlarında ciddi avantaj sağlıyor. Hatta grup maçlarındaki zayıf takımların oyunu kilitlemesine hizmet ettiği için kullanışlılığı artıyor.
Fakat Danimarka, Belçika ve Hollanda gibi daha pozitif örneklere rağmen, 3-4-3 sistemi çoğu zaman ya savunmanın önündeki derin oyun kurucuyu, ya etkili bir ofansif orta sahayı feda etmek anlamına geliyor ve kanat dinamizmi merkezî üretkenlikle birleşmezse ortaya tekdüze bir hücum stratejisi çıkıyor. Savunmada belli bir standart getirdiği için popüler hale gelen 3-4-3, maalesef birçok örnekte bir vasatlık reçetesinden öteye gidemiyor. Ekstra başarı yerine, “elimizden geleni yaptık” izlenimi vermek daha cazip görünüyor.
MİLLİ TAKIM HOCALARI KORKAK MI?
Öte yandan fazla tedbirli bir oyun oynamak için illa ki üçlü savunmaya gerek yok. Fransa, Portekiz, Hırvatistan, İngiltere gibi iddialı takımlar çoğu zaman dörtlü oynuyor ve son yıllarda hemen hepsinin hocası takımlarını gereksiz yere dizginledikleri yönünde haklı eleştirilere maruz kalıyor.
Aslında kulüp futbolunun ağırlığının artmasıyla, milli takımlara daha eğlencelik ve kültürel bir alan açıldı. Özellikle Avrupa’da, birkaç “gelişmekte olan” istisna hariç, milli takımı başka eksiklerini kapatmak veya kendi rejimlerini meşrulaştırmak için bir “elçi” veya “ordu” olarak gören anlayış, özellikle Avrupa’da geçmişte kaldı. Hal böyle olunca Euro 2020 gibi organizasyonlarda yüksek baskı ve kazanma zorunluluğu yerine, yoğun sezondan çıkmış oyuncular ve taraftarlar için bir nevi festival anlayışının hüküm sürmesi bekleniyor. Ama öyle olmuyor. İngiliz kamuoyu Jack Grealish’i oynatsın diye Southgate’e neredeyse yalvarıyor. Portekiz’de iki stoperin önündeki iki katı defansif orta saha oyuncusu (ya da ön stoper) Carvalho ve Danilo, takımın muazzam hücum potansiyelini baltalamaya devam ediyor ve takımda Bruno Fernandes’e yer bulunamıyor. Bunun iki sebebi olduğu söylenebilir.
İlki, Euro özelinde, turnuvanın yapısı. 24 mevcutlu turnuvada 16 ekip bir üst tura yükseldiği için, kadrosu güçlü olan güçlü ekipler zaten bir şekilde gruptan çıkıyor. Asıl hedefleri tek maçlı eleme sistemi olduğundan, planlar en baştan itibaren buna göre yapılıyor. Yarı final –hatta belki final– görmemeleri halinde başarısız sayılacak Gareth Southgate, Didier Deschamps ve Fernando Santos gibi hocalar gerçek rakiplerine ve onlara yenilmemeye hazırlanıyor. Bunun yakın dönemdeki en uç örneği olan Portekiz, Euro 2016’da oynadığı doksan dakikaların sadece birini önde bitirerek şampiyon olmayı başardı. Euro 2020 yirmi dört takımlı bir lig şeklinde olsaydı, şampiyon olmak için mecburen daha pozitif düzenler tercih edilecekti. Ama bu elbette mümkün değil.
İkincisi ise milli takım hocalığı kavramının başlı başına bir sorun olması. Kulüp takımları yılda 50-60 maç oynayıp sezon boyu birçok iniş çıkış yaşıyor ve hocaların performansları daha adil bir şekilde değerlendirilebiliyor. Ancak milli takım hocaları yılda en fazla 10-15 maça çıktığından ve bunun karşılığında ciddi ücretler alıyor. Üstelik bunların içinde bile sadece grup elemelerindeki bir iki kilit mücadele ile turnuvalardaki 3-4 doksan dakika ölçü alınıyor. Kariyerinde belli bir aşamaya gelmiş hocalar oldukları için, hele de iddialı bir takımın başındalarsa, “o kötü maç” ile hatırlanmaktan çekiniyorlar. Turnuvadaki başarısız performansı hemen çıkacakları yeni bir mücadeleyle kısa sürede telafi edip unutturma şansları olmuyor.
İTALYA KAZANIR MI?
Turnuvalarda grup maçları çoğu zaman sadece birkaç istisnai anla hatırlanır. Euro 2020 de farklı olmayacak. Eriksen’in yaşadığı kalp rahatsızlığı, Türkiye’nin yarattığı hayal kırıklığı, Patrik Schick’in İskoçya’ya orta sahadan attığı gol ve İtalya’nın akıcı oyunu haricinde geriye fazla bir şey kalmayacak. Dolayısıyla şu ana kadar gördüğümüz bazı parlak performansların (İtalya, Hollanda ve Danimarka) ve yıldızlaşan isimlerin (Damsgaard, Isak, Locatelli, Pogba, De Jong, Lukaku, De Bruyne) gerçek anlamı bundan sonra belirginleşecek. Euro 2020 daha yeni başlıyor.
Kontrolcü hocaların esas mesaisi de son 16 ile başlayacak. Neyse ki oyun hâlâ kilitlenmiş maçların ötesinde sürprizleri içeriyor ve muhafazakâr hocaların geriye düştükleri maçlarda ne yapacağını görmek zevkli olacak. Sekiz eşleşme arasında İngiltere-Almanya ve Belçika-Portekiz maçları öne çıkarken, şu ana kadar oynadıkları güzel futbol, yarattıkları olumlu hava ve eşleşme ağacı düşünülünce, İtalya-Danimarka veya İtalya-Hollanda finali kulağa çok hoş geliyor. Cruyff bir zamanlar “İtalyanlar sizi yenemez, siz onlara yenilirsiniz” demişti; ama Mancini’nin takımı o eski İtalyalara hiç benzemiyor. Tam da bu yüzden muhafazakâr bir takıma elenebilirler.
Euro 2020’nin en büyük favorisi olarak görülen Fransa çok üretken olmasa da turnuvanın en zor grubunu lider bitirmeyi başardı. Chelsea’nin bir ay önce üçlü savunmayla kazandığı Şampiyonlar Ligi’nde maçın adamı olan N’Golo Kanté, 4-3-3 oynayan Fransa’nın da temel direği. Hangi dizilişle oynarsanız oynayın, nüansların bu kadar ince olduğu maçlarda iş dönüp dolaşıp oyuncu kalitesine gelebiliyor. Avrupa Şampiyonası, Kanté’nin kariyerinde eksik olan çok az kupadan biri. Hocası Didier Deschamps da Euro 2020’yi kazanıp, Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası’nı hem futbolcu hem teknik direktör olarak kazanan ilk isim olmayı amaçlıyor. Genellikle muhafazakârlar kazansın istemeyiz, ama zaten çoğu zaman bizim istemediğimiz oluyor…