Dağınık bir evi toplamamız gerektiğinde mahir bir yeteneğimize başvururuz: kategorilerle düşünme. Giysi dolabından başlayalım. Kazaklar kazaklarla, çoraplar çoraplarla (Nitelik). Uzun elbiseler bir yana, mini etekler diğer yana (Nicelik). Benim tarağım şuraya, karımın tarağı buraya (İyelik). Banyo havluları banyoya, mutfak havluları mutfağa (Mekan/Yer). En son banyoyu temizleyeceğim (Zaman). Dik durması gereken çizmeler ayakkabı dolabının rafsız bölümüne (Durum). Kadehler, cam bardak dolabına (İlişki). Buruşturduğum (Etkinlik) kâğıtlar (Edilginlik) çöp sepetine.
Aristoteles’e göre, elimizi attığımız her şey bu kategoriler altında belirlenim kazanır. Bir de töz kategorisinden söz etmiş ve toplam on kategori olduğunu söyleyerek mantık biliminin temelini atmıştır. Töz kategorisini şöyle düşünebiliriz: Dağınıklığın içindeki bir şeyi bulmanızı istiyorum, size yukarıdaki bütün kategorilere uygun düşen özelliklerini söyleyeceğim. Bulmanızı istediğim “şey”; siyah, üç yüz gram ağırlığında, benim, şu anda salonda, dvd kutularının olduğu tarafta, yatay konumda, son kullananın bıraktığı şekilde. Elimizdeki bu bilgilerle bulunması istenilen şeyin ne olduğundan asla emin olamayız. Ancak tahminde bulunabiliriz ama felsefede tahmin yürütmek çiğliktir. Yukarıda, verili olan şeyden (etek, tarak vs) kategorileri çıkarsadık; şimdi ise kategorileri onlara geri yüklemeye çalıştık. Size onun uzaktan kumada olduğunu söylediğimde “tamam” dersiniz, “şimdi anlaşıldı.” İşte size onun tözünü söyledim, kategorilerin halihazırda yüklü bulunduğu şeyi verdim; tözü. Derin düşünme, burada tözün aslında düşünce olduğunu kavrar. Tözün “ne”liğini kavramak için felsefe tarihi, dizgesi içinde okunmalıdır. Anlaması, yerini oturtulması zor bir kavramdır.
Kategorinin ne olduğundan bağımsız olarak, odadaki dağınıklığın hepsinde ortak olan şey nedir? Kimi yeşil kimi mavi; kimi uzun kimi kısa; kimi yerde kimi masanın üstünde bu eşyanın (şeyin çoğulu) paylaştığı ortak yan nedir? Ortak olan hepsinin “var” olduğudur; onlardaki Varlık’tır. Hepsinde olduğunu yadsıyamayacağımız şeydir Varlık. Kategorilerde mavi sarının yadsınışı, uzun kısanın yadsınışıdır vb. Kategorilerin içeriğinden bağımsız olarak Varlık, var olan her şeyde vardır. Bu nedenle, eşya vardır; düşünce vardır. Hatta yokluktan söz ettiğimizde bile ona varlık vermiş oluruz. Örneğin, kaybolan bir eşyamızı aramaya başlama nedenimiz, onun varlığının yokluğudur! Yokluğu olmasaydı onu aramazdık, kayıp olduğunu anlamazdık bile.
İşte Varlık Birdir denildiğinde, her şeyin var olmasının arkasında durana gönderme yapılır. Bu Varlık, bir olmalıdır, eğer iki olsaydı Varlık dışında bir şey aramamız gerekecekti. Müziğin dili evrenseldir, sevgi birleştirir gibi söylemlerin arkasında bu sağlamlık vardır.
Felsefe alanında bir ilke olarak beliren, din alanında Tanrı ismini alır. Bu ilke olmadan felsefe yapmayı deneyebiliriz, denenmiştir de. Bu tür bir felsefenin insanı götürdüğü menzil, kuşkuculuğu ile sınırlı olmuştur. Sözde “başaşağı” duranın düzeltildiği ideolojiler, kökensel bağını yitirmiş öznelerin niteliği/ne’liği sorunu ile başbaşa kalmış, çökmüştür. Varlık-varoluş; Vücûd-mevcûd; Sonlu-sonsuz; Tanrı-insan biri diğeri olmadan ele alınamayacak dikotomiler oldukları için, bunların ancak kapsanarak aşılmaları felsefenin asıl konusu olmuştur. Belki de asıl felsefenin konusu olmuştur demek daha doğrudur.
Ev toplama örneğinden anlaşıldığı gibi; eğer, tecrübe edilen bir şey yoksa onun üzerine dönüp düşünme nasıl olanaklı olacaktır? Felsefe, her şey olup bittikten sonra oradadır; kavram tamamlanmıştır; donuktur.
Hegel, Estetik Dersleri’nde önemli bir bilgiyi paylaşır bizlerle: “Din, içerisinde tek bir somut bütünlüğün insan bilincine bizzat kendi özü ve doğanın özü olarak geldiği tümel alandır. Yalnızca bu tek halis edimsellik, kendisini insana tikel ve sonlu olan üzerindeki en yüksek güç olarak gösterir; bu sayede her şey daha yüksek ve mutlak bir birliğe geri getirilir ki, bu güç olmasaydı her şey ayrı ve karşıt kalacaktı. Bu en yüksek birliğin tek edimselliği, hakikat, özgürlük ve doyum alanıdır. Bu alanda, hakikatten alınan bu zevkte, yaşam, duyumsama olarak mutluluktur, düşünme olarak bilgidir ve bunu genelde dinsel yaşam olarak betimleyebiliriz.”
Sanat ve din yoksa felsefe ezberler manzumesi; felsefenin olmadığı yerde sanat ve din taklittir: döngüsel ilişki. Ayrıca, bu alanları deneyimleyen insanın bir ve aynı insan olduğu unutulmazsa; alanlar arasında ayrım yapmaya çalışmanın anlamsız bir tutum olduğu anlaşılır. Hakikatinde ayrı olmayan, ama eyleminde kendisini farklı biçimde ortaya koyan bir bütünlük.
Bu birliği parçacık fiziği sayesinde, atom seviyesinde gözlemliyor, temelimizde duran varlığın bölünmez bir bütünlük olduğunu tespit ediyorum. Bu birliği genetik araştırmalarımı sürdürürken keşfediyorum. İyi ki bilim insanları var, şükürler olsun!
Bu birlik ve bütünlüğü sanat ile deneyimliyor, benliğimi esir alan ürpertiye kendimi teslim ediyorum. Beni teslim alanın ne olduğunu düşünmüyorum bile, düşünceye burada gerek yok! Seziyorum. Şu anda o birliği sanat ile zevk ediyorum. İyi ki sanatçılar var, şükürler olsun!
Bu birlik duygusunun, beni benden alan sonsuzluğun tekrarını istiyorum. Ey varlığından emin olduğum birlik geri gel! Kendimi bugüne kadar, içinde en özgür bulduğum birlik benden ayrılma, n’olur! Ne yaparsam, neyi tekrarlarsam o yüce duygu bana geri döner? Tasarlıyorum. Ritüelik tekrarlar yapıyorum, ibadet ediyorum! Ruhumun biricik özgürleştiricisi, Rabbim, sana şükürler olsun!
Güzel Tanrım, Merhametli yaradanım, Var’lığımı borçlu olduğum, demek ki; bilim insanı kendini insanlığa adamış bir şekilde çalışırken, bu onun ibadetiydi. Demek ki, sanatçıyı teslim aldığında, seni en mükemmel biçiminle ifade edebilmek için kendini unutarak tekrar yaparken, bu onun ibadetiydi. Düşünüyorum. Bütün bunları, sana yaraşır mükemmellikte düşüncelerle ifade etmek için okuyup yazarken, bu benim ibadetimdi!
“Çalışmak ibadettir” diyen tasavvuf ehline selâm olsun.