Tenis takviminin ilk büyük turnuvası Avustralya Açık, Melbourne’da devam ediyor. Bir haber girişi gibi oldu ama bu tür girişe sahip bir haberi bir yerlerde görmeniz çok zor. Zira bu topraklar için çok da bir önemi yok. Beş günde toplam yazılı medya (ulusal) haber çıkışı yaklaşık 70 kadar. Gazete sayısı ise 25 civarında. İçler dışlar çarpınca çok da önemli bir birim haber sayısına ulaşılmaz yani. Neyse bu yaralarımdan biriydi. Arada kaynamasın istedim. Asıl derdim Avustralya Açık’ın bize gösterdiği sporcu profili.
Yaşadığımız topraklar itibarıyla basın-sporcu ilişkilerinde hayli yoğun şeyler gördük çok şükür. Küfürler, tehditler, dayaklar … Neler neler. Birçok abuk subukluğa şaşırmıyoruz bile. Gördüğünüz üzere küstahlığı ve aşağılamayı listeye koyma gereği bile duymadım. Zira o bizim için sıradan. Onla hep karşılaşıyoruz. Alışmışlığın en büyük girdap olduğunu bilmeden içinde dönüyoruz aslında. Dışarıdan biri yapınca anlıyoruz durumun vahametini. Bernard Tomic örneğinde olduğu gibi.
Dünya 143’üncüsü olan Avusturalyalı tenis oyuncusu, Avustralya Açık Ön Eleme 3. Turu’nda İtalyan Lorenzo Sonego’ya 1-6, 7-6 ve 4-6’lık üç set sonunda yenildi ve ana tabloya kalamadı. Ki yenildiği Sonego önce 1. Tur’da Hollandalı Robin Haase’yi yendi. Ardından da dün Roger Federer’le karşılaşan Fransız Richard Gasquet’ye yenildi. Konudan sapmadan yine Tomic’e dönelim. Hırvatistan doğumlu Avustralyalı oyuncu ana tabloya kalmadığı maç sonunda bir gazetecinin "Şimdi ne yapacaksın?" sorusuna aşağılama dolu bir cevap verdi: "Evime gidip milyonlarımı sayacağım. Sizler de benim yaptığımı yapmaya çalışın. 13-14 milyon dolar kazanmaya çalışın. Bol şans."
Henüz 25 yaşındaki bir sporcu için ne kadar vahim bir tablo değil mi? Dünyanın en centilmen sporlarından birini icra ediyorsunuz ama bir anda dünyanın en küstah adamına dönüşüyorsunuz. Gerçek bir sporcu olmak için en basit şeyi atlayıp: Karşında kim olursa olsun saygı.
Yetenekler insanları belli noktalara taşıyor. Eğitim ve öz saygı problemini aşamayan yetenek sahipleri, her ne iş yaparlarsa yapsınlar kariyerlerinin bir noktasında belki birden fazla anında dikiş patlatıyor. Arda gibi mesela. Ya da Emre Belözoğlu gibi. Üstünüzdeki bütün pullar, tüm ışıltısıyla yerlere dökülüyor. Ki parlak olduğu için de herkesin daha fazla dikkatini çekiyor.
Kariyerinde en yüksek nokta olarak 2016 yılında dünya 17’ciliğine kadar yükselen Tomic için de bu oldu. Parlak pullar döküldü. Halbuki, Sonego’ya yenilmeyip şansı yaver gitseydi belki de dün Gasquet yerine onu Roger Federer’in karşısında görecektik. Hani sadece yeteneği ile değil, saygınlığı ile de dünya sporuna damga vurmuş Federer’le. Ya da başka bir kurguda karşısında Rafael Nadal olacaktı mesela. Hani yenildikten sonra rakibine özellikle mesaj atarak tebrik eden Nadal.
Yani neticede yetenek ve kuşkusuz ki çalışma özellikle sporda, insanları belli noktalara taşıyabiliyor. Hatta zaman zaman zirveye de çıkarabiliyor. Lakin parıltılar, ışıklı dünya, Tomic’in dediği gibi evde sayılan milyon dolarlar, her şeyin önüne geçince yurt dışında ukalalık, yurt içinde ise fiziksel şiddete kadar varıyor iş. Sporcunun zeki ve çeviği bulunuyor ama bunun yanında ahlaklısı da bulunduğunda, işte o efsane oluyor. Zaten ahlaksızı çabuk yitip gidiyor doğrusu. Bir bakmışsınız evde milyon dolarlarını sayıyor, bir bakmışsınız kendisini birileri tanısın diye türlü şaklabanlıklar yapıyor. Para gidiyor en nihayetinde belki ama saygınlık baki kalıyor.