Cenk'in Premier Lig'e gidiyor olmasının önüne geçen bir başka şey ise Everton'a gidiyor olması. Nedense Everton'ı bir türlü beğenemedi kimse. 140 yıllık kulübü beğenemediler…
Benfica maçının ilk yarısı bittiğinde skor 3-0'dı. Beşiktaş adına şok bir skordu. Devre arası olduğunda karşılaşmayı birlikte izlediğim arkadaşlarıma fazla gerçekçi bir yorumla maçın dönmesini beklememelerini söylemiştim. Beşiktaş'ın tarihinde öylesine bir geri dönüş yoktu. Elbette gerçekleşmemiş olması gerçekleşmeyeceği anlamına gelmiyordu. İkinci devre başladığında oyuna giren Cenk Tosun hem maça hem de Şampiyonlar Ligi'ne damgasını vuran o vole golünü attığında Benfica'nın rengi attı. Bir maçı çevirebilmek için golü attığın dakika mühim olduğu kadar topu çizgiden geçirme biçimin de mühimdir. Zorlanarak veya şansa atılan gol ne geri döneni yeteri kadar motive eder ne de önde olan takımın moralini bozar. Cenk'in attığı gol o gün ringe tam konsantre olamadığı için ilk rauntta kaşı patlasa da silkinip boksörün rakibine aparkatını geçirmesi gibiydi. Hem izleyeni, hem de o golü yiyeni afallatı. O gol Beşiktaş için efsane bir geri dönüşün başlangıcıydı, Cenk Tosun için ise kendini artık kanıtladığının fotoğrafıydı. "Vincent Aboubakar'ın arkasında kalmayacağım" dedi o golle Cenk. O vole, Beşiktaş'a 1 puan kazandırırken, Cenk'e bugünkü transferinin kapılarını açtı.
Gaziantepspor'a geldiği günden bu yana sabırla üst üste koyarak, bekleyerek, sabrederek, çalışarak buraya geldi Cenk Tosun. Almanya altyapısı almış olması elbette bir avantajı. Ve Everton'a gitmesinin en önemli gerekçesi değil. O zaman ondan daha golcü olan Ümit Karan da Galatasaray sonrası Avrupa'da büyük bir takıma giderdi. Cenk'in meselesi bireysel antrenmanlara, kendini geliştirmeye odaklanmaya erken yaşta başlamış olması. İki örneğin arasındaki farklardan sadece biri bu.
BEĞENMEME KÜLTÜRÜ
Tosun'un Premier Lig'e gidiyor olmasının önüne geçen bir başka şey ise Everton'a gidiyor olması. Nedense Everton'ı bir türlü beğenemedi kimse. 140 yıllık kulübü beğenemediler… Bu çok kültürel bir durum. "Yurtdışında adını bilmediğim ya da ilk 10'da olmayan bir üniversiteye gitmeyeceksem hiç gitmem" düşüncesiyle eş değer. Halbuki önce adını sanını bilmesen de o şehre, o ülkeye, o üniversiteye, en iyisi olmasa da önce bir o üniversiteye git, bir Everton'a git, daha iyisine daha sonra ulaşırsın. Arda Turan, Atletico Madrid'e gitmeseydi, direkt Barcelona'ya gidebilir miydi? Cenk'in de Everton'a gidişi aynı biçimde değerlendirilmeli. Önce Cenk, Everton'da göstereceği performansla Premier Lig futbolcusu olduğunu kanıtlasın, daha sonra Manchester United'a da gider. Mesela Lukaku.
Bu transferi 'küçük' görmek ülke insanının karakterine yapışmış olan 'aşağılık kompleksi'nin tezahürü. Bir de iki ülkenin büyük takımlarını birbirine benzetirken aslında yapılanın izdüşümünü almak olduğunun farkına varamamak. Ancak ve ancak Premier Lig ile Spor Toto Süper Lig birbirine eş değil. Biri 6 Milyar Euro'ya yayınlarını dünyaya pazarlıyor, diğerinin ise iki liginin yayın hakkı ancak ve ancak 500 milyon Euro artı KDV ediyor. Eşit değilsin. Artık ülke futbolunun içinde yer alan taraftarından en üst yöneticisine kadar herkesin ülkenin gerçekliklerini göz ardı etmeden bazı değerlendirmeleri yapması gerekir. En büyük dediğin derbilerinin, eğer yayıncı kuruluşun uluslararası bir kuruluş olmasa Avrupa'da izleyeni yok. Eski yayıncı kuruluşun bu konuda sınıfta kaldığını söylemek gerek.
HER SEZON MERSEYSIDE DERBİSİ
"Everton'a gidip ne yapacak?" diyerek Cenk'in kararını eleştirenlerin göz ardı ettiği bir konu var. Her sezon Konyaspor'a, Osmanlıspor'a, Başakşehir'e 2'şer gol atmak mı, yoksa her sezon en az 2 kere Merseyside derbisine çıkmak, Manchester United, Manchester City, Chelsea, Arsenal ve Tottenham'a karşı maça çıkıp kendini en üst seviyedekilerle test edip hatta onlara gol atarak adından bahsettirmek mi? Hangisi daha cazip?