Transfer sezonu, futbolun en hayalci zaman aralığı. Bugüne kadar hangi takımlar ne takımlar kurmadı ki gazete sayfalarında. Hayalciliği iyi de gerçekçi tarafı en can yakanı. Transfer sezonunun gerçekçi olmaya çalışanları da genelde gazeteciler/muhabirler oluyor. Taraftar ve kulübe bırakırsak herkes herkesi çok rahatça transfer ediyor. Fakat biri çıkıp soruyor, ki genelde de o biri gazeteci/muhabir oluyor: "İyi de bu değirmenin suyu nereden geliyor?" Hayalci taraftar hemen muhabire yapıştırıyor cevabı: "Sana ne, sen muhasebeci misin?" Şahsen cevabım net: "Evet! Muhasebeciyim!"
Kadri Gürsel, geçtiğimiz hafta ne demişti: "Gazeteciler meraklı insanlardır..." Merakı gereği gidip merak ettiği konuyu araştırır, öğrenir, konunun muhattabına sorusunu sorar, şüphecidir. O değirmenin suyunun nereden geldiğini bulana kadar araştırır. Bulduğunu insanlara anlatana kadar konuşur, yazar. İnsanlar anlamak, inanmak zorunda değillerdir tabii ki. Ama gazeteci bulduklarına, araştırdıklarına inanıyorsa ne pahasına olursa olsun bunları dillendirmekten çekinmez, ve gün gelir sonunda gerçekler, huylu huyundan vazgeçmez misali ortaya çıkar!
Spor muhabirleri olarak, hele ki son yıllarda uygulanan,kime nasıl uygulandığı tartışmalı olan, finansal kriterler nedeniyle, bir kulübün yaptığı transferlerin maliyetlerinin peşine düşüyoruz. Alanında nadir bulunan gazetecilerden idol alınası Alman Hajo Seppelt'in dediği gibi, gazeteciler olarak artık sporu severek izleyen kişi olmaktan çok sporun 'bekçi köpeği' olmamız lazım. Bir takım bir futbolcuya yıllık 4 ya da 5 milyon Euro ödeyeceğini söylüyorsa, biz muhabirler bu paranın nereden geldiğini, kime gittiğini, nasıl temin edildiğini ortaya çıkarmakla yükümlüyüz. Dün bir futbolcuyu maaşı yüksek diye gönderen yönetimin yeni yaptığı transferlerin maliyetlerini karşılaştırarak o yönetimin doğru bir şeyler yapıp yapmadığını dile getirmekle yükümlüyüz.
Daha sonrasında kulübün başına gelebilecek, hele ki o kulüp mali açıdan kafasında giyotinle geziyorsa, haber değeri daha yüksek olan bu haberleri kaleme alırız. Muhabirin muhasebeciliğe soyunmasının nedeni muhasebeciliğini yaptığı kulübü ve taraftarı başına gelebilecekler konusunda uyarmaktır. Sonra avrupa kupalarında oynayamayınca, lig düşürülünce, puan silinince taraftar ağlamasın diye yapar bu işi muhabir. Yoksa muhasebeciliği çok sevdiği için değil.
Ve her muhabir haberini yaptığı takımın, ligin iyi futbolculara sahip olup iyi futbol oynamasını diler. Zira kötü futbol oynanan bir maçı 90 dakika boyunca spikersiz izlerken hikayelendirmek hayli zordur. Meraklanmayın ben bir muhabir olarak, muhasebiciliği, ekonomiyi çok sevseydim, Asaf savaş Akat ve Roy Manukyan hocalarımın kulakları çınlasın, 5 kere ekonomi, 3 kere muhasebe dersi almazdım üniversitede. Belki de bu iki dalı futbol üzerinden okumalıydım, belki o zaman defalarca çakmazdım o derslerden.
Kulübün muhasebecisinin gözü taraftarın cebinde!
Eğer ki bir kulüp milyon Eurolar verip transfer yapyorsa futbolun, balon gibi şişirilmiş olsa da, mali değeri de yükseliyor. Ve sayın izleyici, sayın taraftar o şişirilmiş bütçe dönüp dolaşıp senin cebini vuruyor sen farkında değilsen bile. Sen izleyesin diye yüksek maaş ödenen futbolcunun parası yayın gelirini, dolayısıyla da dekoderlerin daha pahalıya satılmasına neden oluyor. Satın alan pazarlık yaparken vereceği parayı hesaplarken kaç dekoderi ne kadara satarsak diye hesap yapıyor. Ve evet o dekoderi belki babanız alıyor ama harçlığınızda yaşanan kesintiye karşılık sizle pazarlık yapıyor. Yani para sizin cebinizden çıkıyor yine. Ve biliyorsunuz ki artık bir takım Avrupa kupalarında da oynuyorsa o maçlar için bir dekoder de yetmiyor. İkincisini almanız lazım. Çünkü ikisinin de yayın hakkını almaya tek bir dijital yayıncının parası yetmiyor.
Yüksek ücretli bir transfer yapıldığında haberlerde şu cümle geçer genelde: "Dünya yıldızının ücretinin bir kısmını kombine ve forma satışlarından karşılamayı hedefleyen kulüp..." Sanırım bu cümlenin içindeki gizli para kaynağı taraftar oluyor. Yani "Sana ne! Sen muhasebici misin?" diye muhabire sallayan taraftarın cebindeki para kulübün muhasebecisinin derdi oluyor. O zaman sayın taraftar, kulübün kasasından çıkıp futbolcuya giden para senin cebinden çıkarken sen neden muhasebeci olmuyorsun?
Kulübün yıldız futbolcu alsın diye dualar ederken, gelen yıldızı hava alanında karşılarken her şey iyi de ardından neden kombine fiyatlarına ya da günlük bilet fiyatlarına sinkaflı sözler sallıyorsun? İşte bunlar hep kimsenin kendi yoğurduna ekşi dememesinden, diyememesinden. Diyemiyorsan sayın okuyucu, sayın izleyici, sayın taraftar yoğurdun ekşiyince de yoğurdum ekşi demeden yoğurdunu yemeye devam edeceksin gerçekten. Yoksa Quaresma'yı, Matteo Ferrari'yi getirirken yeter daha fazlasını getirme mealinde söylediğin "Yeter Yıldırım Demirören" tezahüratını, aynı kişi kulübü batırdıktan sonra protesto amacıyla söylemek zorunda kalırsın. Olan sana olur, yazık olur.
Muhabir, haberiyle mesafesini koruyarak, yeri geldiğinde muhasebecidir, yeri geldiğinde hukukçudur, avukattır, yeri geldiğinde çevrecidir. Bir muhabir, kimsenin hakkında olumsuz tek bir şey yazmadığı bir konuda olumsuz bir şey yazıyorsa vardır bir hikmeti. Muhabiri yaftalamadan evvel, durup bir düşünün yazdığı, söylediği hakkında. Unutmayın ki bir konu hakkında kopan rüzgara kapılmak, rüzgarın kopma nedenini görmeye engeldir.