Öfkeyle, acıyla, yasla baş edilir. Asıl zor olan aklın sınanması. Hani şu incecik hattı görmek, öte yana geçmenin anlık bir mesele olduğunu ve herkesin başına gelebileceğini fark etmek. “Delirdim herhalde” duygusu uyandıran şeylerin günlük hayat sıradanlığı şeklinde yaşatıldığı bir düzendeyse gelişmelerin mizahi ve ironik haberler veren internet sitesine atfen “Zaytung haberi değil” şeklinde bir uyarıyla sunulmasına şaşırmamalı. Üstelik bu kadar gerçek üstü, akıl mantık dışı bir kurguyu Zaytung’un bile tasarlaması mümkün değil. Onun adı Türkiye’de hayat oluyor.
Hani bir haftadan diğerine heyecanla yeni bölümünü beklediğiniz bir dizi vardır da fragmanları yayınlanınca o birkaç saniyelik görüntülerden bir akış, bir mânâ yakalamaya çalışırsınız ya, her Allah’ın günü hukuksuzluk çıtasının biraz daha yükselişine bakarken aslında şunu fark edersiniz: O kulaklarınıza inanamayarak işittiğiniz hükümlerin son dakika haberi olarak müjdelendiği şu zamanda, ilgili kararın altını dolduracak bir gerekçe yoktur. Yani kurgu sadece kopuk fragmanlardan ibarettir ve siz her seferinde o boşluğa düşmeye mahkûmsunuz. Hâlâ hukukun varlığına takıntılı tuhaf bir yaratıksanız elbet.
Zira hayat hukuksuz da devam ediyordur. Hem de hiç öyle keyfiliğe, hak gaspına, iftiraya kılıf uydurmaya gerek bile duymadan. Sadece bildirerek. Böyledir diyerek. Değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerin hükmü kalmamışken hukuksuzluğun bizatihi kendisini hikmetinden sual olunmaz bir gerçeklik olarak takdim ederek.
ÇILGIN BİR MAHKEMELER DÜELLOSU GECESİ
Hukuksuzluk silsilesi bu pervasızlık içerisinde o kadar uzun zamandır aralıksız devam ediyor ki, yazılar yazılırken eskiyor, yayınlanırken tarih oluyor. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) hakkında hak ihlali kararı verdiği Şahin Alpay’ı tutuklu yargılayan İstanbul 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi ve Mehmet Altan’ı yargılayan 26'ncı Ağır Ceza Mahkemesi, AYM’nin kararını tanımayıp tutukluluğun devamına karar verdiğinde de yaşanan buydu. Garip ve inanılmaz ama bir kez o sınır aşıldı mı, keyfiyette daha ötesi hep mümkün. Yine de ama takvimin müstesna bir günüdür, hatırlanmayı hak eden bir eşiktir.
Zira o gece Anayasa Mahkemesi (AYM), Mehmet Altan ve Şahin Alpay hakkında verdiği “tahliye” kararlarının İstanbul 13'üncü ve 26'ncı Ağır Ceza mahkemelerince “gerekçeli karar tebliğ edilmediği ve Resmi Gazete'de yayımlanmadığı” gerekçesiyle yerine getirilmemesi üzerine Twitter'dan duyuru yaptı. Vallahi Twitter’dan. Mahkemelerin “tutukluluğa devam” kararlarının ardından AYM'nin resmi hesabından paylaşılan iki ayrı mesajda, “kararın basın metni ve tam metnine yüksek mahkemenin internet sitesinden ulaşılabileceği” vurgulandı. Hani, sanki “Okuma yazman mı yok evladım. Bir bak da öyle konuş” der gibi.
Dahası bir dönem Adalet Bakanı da olmuş Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, AYM'nin kararına ilişkin, "Anayasa Mahkemesi vaka değerlendirmesi yapıyor ve anayasanın çizdiği sınırları tek tek aşıyor. Bu kararı hak ihlali değil beraat kararıdır. Anayasa Mahkemesi’nin beraat kararı verme yetkisi yoktur" dedi. Vallahi dedi.
Şimdi tabii birtakım beyin yakıcı sorular mevcut: AYM hak ihlali kararı vermişse, ihlal edilen hak tutukluluğa sebebiyet vermişse sonucun tahliye olması nasıl sınırı aşmak olabiliyor? Dahası anayasanın 153'üncü maddesine göre karar bağlayıcıyken yerel mahkeme neye güvenerek nasıl ve neden karşı gelebiliyor? Bağlayıcı karar tutuklu tüm gazeteciler için emsal niteliğindeyken hukuk hiyerarşisinin dahi tanınmadığı bir düzende kimin kararının bir hükmü kalıyor?
Kaldı ki HDP Adana milletvekili, hukukçu TBMM Anayasa Komisyonu üyesi Meral Danış Beştaş’ın AYM üzerinden Bekir Bozdağ’a yönelttiği şu soru da var: “Anaya Mahkemesi’nin gazeteci Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın tutukluluğunun ‘hak ihlali’ olduğuna karar vermesi doğru. Ancak aynı AYM sadece siyaset yaptığı için 500 yıla yakın ceza istenen ve partisi 6.5 milyon oy alan Selahattin Demirtaş’ın başvurusunu reddetti. Bunu da görün. Demirtaş ve Yıldırım (HDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım) kararına neden itiraz etmediniz? Anılan kararlarda AYM ilk derece mahkemelerine açıkça talimat şeklinde karar vermişti.”
İlahi bir zamanlamayla HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bu tuhaflığın hemen ertesinde, tutuklandığı 4 Kasım 2016 tarihinden bu yana ilk kez hakim karşısına çıktı. “Cumhurbaşkanına hakaret" gerekçesiyle yargılandığı davada iddianamenin usulsüz olduğunu ve okunamayacağını beyan eden Demirtaş, “Sanık sıfatıyla tutuksuz olarak yargılanmama rağmen tutukluluk şartlarında çıkıyorum. 20’den fazla dava dosyasında tek bir defa hakim karşısına çıkmadım” diyerek temel hukuksuzluğu tane tane anlattı: “Milletvekilinin yargılanması için dokunulmazlık usulüne uygun kaldırılmalı. Bu inceleme yargılamanın her aşamasında mahkeme tarafından yapılmalı. Şu ana kadar açılan hiçbir soruşturma ve kovuşturmada bu inceleme yapılmadı. Dokunulmazlığın geçici olarak kaldırılmasını düzenleyen madde denetime tabi tutulmamıştır. Meclisin kararı olmadan dokunulmazlık kaldırılamaz yani anayasa değişikliğiyle değil meclis kararıyla kaldırılır. Hakkımızda meclis kararı olmadan dokunulmazlığımız kaldırılmışsa usulüne uyulmamıştır… Mahkemeye hakaret etsem hakkımda yapacağınız tek işlem hakkımda fezleke düzenlemek. Peki beni nasıl yargılıyorsunuz? Dokunulmazlığı geriye doğru kaldırdılar, dokunulmazlık geleceğe doğru kaldırılır. Alelacele uyduruk rezil bir düzenleme ile dokunulmazlıklarımız kaldırıldı. Sizin bunu dikkate alarak AYM’ye başvurmamız ve AYM sonuçlanana kadar yargılamayı durdurmanız lazım.”
Mahkeme bir sonraki duruşma tarihini 17 Mayıs olarak duyururken Demirtaş ve avukatlarının anayasaya aykırılık hususundaki taleplerinin değerlendirilmesine karar verdi. Değerlendirme bu sesi duyarak mı yapılır, yaşayıp göreceğiz.
Normalde hukuk alanında görevli savcı, hakim ya da avukatlar dışında vatandaşların bu denli ayrıntılı ve son derece teknik bilgilere sahip olması gerekmez ve beklenmez. Gel gelelim hukuk en az mahkemelerde tecelli ettiğinden ve insan denen varlık yaşamak için soluk almaya mecbur olduğundan çoğumuzun raflarında türlü dillerde basın açıklamaları, destek kampanyası metinleri, içtihatlar, hukuk terminolojisi gibi malzemeler mevcut.
Bu biraz çocukken oyun niyetine yaptığımız ruh çağırma seanslarına benziyor. Elimizdeki bütün akla ziyan gerçekleri yan yana dizip “Ey hukuk geldiysen üç kere tıklat” diyoruz.
Hukuk da sözünü sakınmayıp “Hiç işim olmaz arkadaşım” diyor cevaben. “Aradığınız hukuk burada bulunmamaktadır.”