Kökü kazılmış, beli kırılmış, nüfusu önemli ölçüde göçürtülmüş Gazze’ye "uluslararası bir kafes" aranıyor. Geride kalmasına müsaade edilecek Filistin varlığı da İsrail’i tehdit edemesin diye…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan askeri güçle Filistin’in garantörü olmayı dillendiriyordu ya. İsrail de soykırım planına uygun adımlar atarken savaştan sonra Gazze’de ne olacağına dair kendi seçeneklerini tartışıyor. Fakat Amerikalılar ile kafa kafaya verdiklerinde tartışmanın yönü uluslararası bir garantörlüğe evriliyor. Bunun Erdoğan’ın aradığı garantörlükle zinhar ilgisi yok tabii.
Özetle direniş güçlerinin kökünü kazıdıktan sonra Gazze’de kimsenin kafasını bir daha kaldıramayacağı koşulları temin edebilecek uluslararası bir gücün nasıl oluşturabileceğini tartışıyorlar.
Bloomberg’e göre İsrail ve Amerikalılar üç seçenek üzerinde duruyor:
- Birincisi Gazze’yi geçici olarak kontrol etmesi için Amerikan, İngiliz, Alman ve Fransızların öncülüğünde Suudi Arabistan veya Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi birkaç Arap ülkesinin de katılımıyla uluslararası bir gücün kurulması. Ama Amerikan askerlerinin canı kıymetli olduğu için buraya konuşlanması sorunmuş!
- İkincisi 1979 Camp David Anlaşması sonrası Mısır ile İsrail arasında konuşlandırılan Çokuluslu Güç ve Gözlemciler Grubu'na benzer bir barışı koruma gücünün teşekkül edilmesi. İsrail bu fikri daha dikkate değer buluyormuş.
- Üçüncüsü BM şemsiyesi altında geçici bir gücün yerleştirilmesi. İsrail için bu uygulanamazmış.
Gazze’de direnişi tünellerden söküp attılar; savaş sonrasına kafa patlatıyorlar.
İsrail ve ABD ağız birliği etmiş, 7 Ekim öncesi duruma asla dönülemeyeceğini tekrarlıyor. Olup biten net; İsrail’in “Soykırımdan soykırım beğen” tarihi kendini tekrarlıyor. Yahudi kimliğiyle Tel Aviv’e kapaklanan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçen salı Senato’da Gazze'nin geleceği için çeşitli seçenekleri incelediklerini söylemişti. Amerikalılar bu iyiliği İsrailliler bir kez daha Gazze’de işgalci olmasınlar diye yapıyormuş!
***
Amerikalılarla konuştukları bir kenara İsrail hükümeti içinde sirküle edilmiş bir yol haritası sızdırıldı. Gerçi İsrail askeri stratejisiyle bütün dünyaya nereye varmak istediğini zaten anlatıyor. Gazze’nin kuzeyinin boşaltılması için ültimatom üzerine ültimatom verilmesi; çok katlı binalar, konutlar ve mülteci kamplarının yerle bir edilmesi; okul, hastane ve kilise dahil insanların güvenli diye sığınabildiği ne varsa bombalanması; yaralıyı, hastayı hayatta tutacak sağlık kuruluşlarının kasten hedef alınması; su, elektrik, yakıt ve gıda ambargosuyla yaşamın imkansız hale getirilmesi tek bir yere çıkıyor: Kuzeyden başlayarak Gazze’yi tamamen insansızlaştırmak.
Bu insanların itildiği yer Sina Çölü. Bunun adı da etnik temizlik ve soykırım.
İsrail’in meseleyi nereye götürdüğünü bilmek için bir belgeye ihtiyaç yok. Ama “vadedilmiş topraklarda seçilmiş insanların” ötekilerin kendileri için nelere katlanması gerektiğine dair fantezilerini görmek bakımından zihin açıcı.
Gözlerimizle izlediğimiz vahşetin bir de el kitabı ortaya çıkınca “işgalci gücün meşru müdafaa hakkına” dair metin yazanların hala kalemi ar edip kırılmıyorsa vicdan fukaralığındandır.
Şimdi Mısır’a Sina Çölü’nde askeri tatbikat yaptıran Başbakan Mustafa Medbuli’ye “Buradaki her kum tanesi için milyonlarca canı feda etmeye hazırız. Mısır dayatmaları kabul etmeyecek” dedirten o dayatma bu belgede çok iyi resmediliyor.
***
13 Ekim 2023 tarihli İstihbarat Bakanlığı’na ait ‘politika belgesi’, İsrail’in düşünce biçimine dair bütün kanıtları cömertçe sunuyor. İsrail hükümetine yol haritası olsun diye hazırlanan belgede ele alınan üç seçenek için temel kurallar, “Hamas yönetiminin devrilmesi”, “Gazze Şeridi’ndeki insanların yararı için nüfusun bölgeden çıkarılması”, “bu plana uluslararası desteğin sağlanması” ve “Nazilerden arınmaya benzer bir ideolojik değişim planının hayata geçirilmesi” diye belirleniyor.
Birinci seçenek kalan nüfusu idare etmek üzere Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’nin Gazze’ye ithal edilmesi.
İkinci seçenek BAE’deki ılımlı modelden ilham alan yerel bir Arap idaresinin kurulması.
Üçüncü seçenek sivil halkın Gazze'den Sina'ya tahliyesi.
Çok kibarlar; evinden ayrılmayanı katleden, ayrılanı da yolda katleden, sığındıkları yeri de bombalayan, ayakta duranı açlık ve susuzluktan kırdırmaya çalışan, yine hayatta kalan olursa onları da göçe zorlayan bir politikaya “tahliye” diyorlar.
Belgeyi hazırlayanlar “İsrail için olumlu, uzun vadeli, uygulanabilir ve stratejik sonuçlar doğurabilecek tek seçeneğin Sina’ya tahliye” olduğu sonucuna varıyor.
Gazze’de nüfusun çoğu kalır da yerel idare kurulur ya da Abbas yönetimi buraya getirilirse birkaç yıl sonra 7 Ekim’in tekrarlanacağına işaret ediliyor.
Evet direniş olmaması için kesin çözüm: Filistinsiz Filistin.
Belgenin sahipleri meseleyi kesinlikle mutlak bir soykırım düzeyinde ele alıyor.
Belgede Filistinlilerin Gazze’de kalması ve Abbas yönetiminin buraya taşınması en riskli seçenek olarak niteleniyor. Batı Şeria ile Gazze arasındaki bölünmenin Filistin devletini kurdurtmamanın garantisi olduğu itiraf ediliyor. Batı Şeria ve Gazze’de tek bir Filistin otoritesi kurulursa bunun “Filistin ulusal hareketi için benzeri görülmemiş bir zafer anlamına geleceği” vurgulanıyor. Ayrıca bu seçeneğin askerleri riske atacağı, zaman alacağı, mücadele uzayacağı için kuzeyde ikinci cephe açılma riskini artıracağı, yaralı fotoğrafları geldikçe İsrail üzerinde uluslararası alanda baskının artacağı, insani sorumlulukları İsrail’in sırtına yükleyeceği belirtiliyor.
Ardından bir itiraf geliyor:
“Bugün bile Yahudiye ve Samiriye'de (Batı Şeria) Hamas'a yaygın bir halk desteği var. Filistin Yönetimi tüm Yahudiye ve Samiriye'de yozlaşmış ve içi boş olarak görülüyor ve halk desteği açısından Hamas'a karşı kaybediyor.”
Belgeyi hazırlayanlar bir bakıma Hamas’tan arınmak için ‘eğitim şart’ diyor. Neymiş Filistin Yönetimi’nde okul müfredatlarına Hamas’ın nasıl bir lanet olduğu dikte edilmeliymiş. Ama Filistin Yönetimi’nin ılımlı İslami ideolojiyi teşvik edeceğinin garantisi yokmuş. Hattı zatında “Çöküşün eşiğindeki Filistin Yönetimi de İsrail'e düşman bir yapı” imiş. “Onun güçlendirilmesi potansiyel olarak İsrail için stratejik bir dezavantaja yol açabilir” imiş.
Verilen akıl; en iyisi Filistin’in iki yakasını bir araya getirecek seçeneklerden kaçınmak! Filistin’i bu hale getirmek için onca yıl uğraştık şimdi kendi ellerimizle mi birleştireceğiz! Ayrıca işgalin Batı Şeria’daki İsrail askeri kontrolünün yasa dışı Yahudi yerleşimleri sayesinde mümkün olduğu tespiti yapılırken bunun Gazze için yeniden söz konusu olabileceğine şüpheyle bakılıyor. İsrail, 1967’deki işgalden itibaren Gazze’nin suyunu ve verimli topraklarını tahsis ettiği Yahudi yerleşimlerini 2005’teki çekilme sırasında boşaltmak zorunda kalmıştı.
Belgede “Gazze'de yerleşimler olmaksızın yalnızca askeri mevcudiyet temelinde etkili bir askeri işgali sürdürmenin hiçbir yolu yok” deniliyor. İsrailliler sivil idareyi Filistinlilere bırakma seçeneğinde de aslında askeri kontrolü bırakmayı düşünmüyor. Yine birinci seçenekten gidildiğinde şu sonucun doğacağı öngörülüyor:
“İsrail işgalci bir orduya sahip sömürgeci bir güç olarak görülecektir. Üsler ve ileri karakollar saldırıya uğrayacak ve Filistin Yönetimi herhangi bir müdahaleyi reddedecektir… Bu seçenek Hizbullah'a karşı gerekli caydırıcılığı sağlamayacak. Tam tersine İsrail'in zayıflığına işaret edecek.”
***
İkinci seçenekte ise nüfusun büyük bir kısmının Gazze'de kalması, ilk aşamada İsrail askeri yönetiminin kurulması, ardından BAE tarzına uygun, İslamcı olmayan, sadece sivil işlerden sorumlu yerel Arap idaresinin oluşturulması öngörülüyor. İlk seçenekte sıralanan riskler ikinci seçenek için de tekrarlanıyor.
“Hamas'a karşı onun yerini alabilecek yerel muhalefet hareketleri yok. Yani BAE'ye benzer tarzda bir yerel liderlik ortaya çıksa bile yine Hamas destekçilerinden oluşacaktır. Bu durum ideolojik dönüşümü ve Hamas'ın meşru bir hareket olarak ortadan kaldırılmasını zorlaştırmaktadır. Uzun vadede, İsrail askeri hükümetinin mümkün olan en kısa sürede yerel bir Arap hükümetiyle değiştirilmesi yönünde baskı olacaktır. Ancak yeni liderliğin Hamas ruhuna direneceğinin garantisi yok” deniliyor. Bu arada Müslüman Kardeşler'e vurulacak darbenin Körfez ülkeleri tarafından da destekleneceği öngörülüyor.
***
Şiddetle tavsiye edilen üçüncü seçenek girişte belirttiğim gibi tam temizlik içeriyor.
Hamas'a karşı etkili mücadele için nüfusun tahliyesinin şart olduğu söyleniyor. Öngörülen sürgün coğrafyası Mısır’ın Sina Yarımadası. “İlk aşamada çadır kentlerin kurulması, ikinci aşamada Sina'nın kuzeyinde şehirlerin inşa edilmesi öneriliyor.
Yetmiyor, üç koşul daha sıralanıyor:
- Mısır içerisinde kilometrelerce steril bir bölge oluşturulmalı.
- Halkın İsrail sınırına yakın yerlerde faaliyetlerde bulunması ve yerleşmesine izin verilmemeli.
- İsrail’in Mısır sınırına yakın topraklarında güvenlik çemberi oluşturulmalı.
Mısır’ın egemenlik haklarına hakaret etmekte de beis görmüyorlar.
Uygulamanın nasıl olacağı anlatılırken aşamalar “nüfusa tahliye çağrısı”, “kara harekatına imkan verecek şekilde kuzeyde bombardımana ağırlık verilmesi”, “tüm Gazze’yi işgal edene ve altındaki sığınakları temizleyene kadar kuzeyden kademeli işgalin başlatılması” diye sıralanıyor. Nüfus göçürtüldüğü için bu seçeneğin çok zaman almayacağı, kuzeyden cephe açılma riskini azaltacağı, sivil kayıplar az olacağı için İsrail üzerinde içeride ve dışarıda baskının fazla olmayacağı savunuluyor.
Peki İsrail bu seçeneği nasıl savunacak? Bunun için de bir şeyler dikte ettiriliyor:
“Bu, terör örgütüne karşı yürütülen savunma savaşıdır.”
“Savaşçı olmayan nüfusun bölgeden tahliye edilmesi hayat kurtaran bir yöntemdir.”
“Mısır uluslararası hukuka göre halkın geçişine izin vermekle yükümlüdür.”
“İsrail diğer ülkelerin yerinden edilmiş nüfusa yardım etmesi için harekete geçecektir.”
Bu belgeyle İsrail diplomasisinin mantıksal temellerine yönelik bir keşfe çıkmış oluyoruz.
Belge Hamas ideolojisinden arınmayı temel bir mesele görüyor ya, sürgün seçeneğine sıra gelince artık bunun başka ülkelerin sorunu olacağı ve İsrail’in bunu dert etmesine gerek kalmayacağı vurgulanıyor.
Bunun İsrail için ne denli müthiş sonuçları olacağına dair çıkarımlara gelirsek;
- İsrail’in caydırıcılığı sağlamlaştırılacak.
- Hizbullah'a güçlü bir mesaj verilmiş olacak.
- Hamas'ın devrilmesi Körfez ülkelerinin desteğini temin edecek.
- Kuzey Sina'da Mısır’ın kontrolü güçlenecek.
Mısır, Filistin sorununu kendi topraklarına ithal edecek, bir süre sonra Lübnan örneğinde olduğu gibi İsrail’in askeri hedefi haline gelecek, Ürdün’deki gibi iç çatışma risklerini üstlenecek, 2013’te darbeyle iktidardan uzaklaştırdığı Müslüman Kardeşler'le uğraştığı yetmezmiş gibi onun uzantısı Hamas’ın militanlarını içine alacak ve bütün bunlarla selefi-cihadi meydan okumanın eksik olmadığı Sina’da kontrolünü artırmış olacak! Muhteşem bir öngörü! Ama tüm insanlığın İsrail’e borcu var, Mısır da bundan kaçamaz!
Zurnanın zırt dediği son bölüm var ki bütün insanlığın canhıraş neden soykırımcı bir varlığa boyun eğmesi gerektiğine dair önermeleri görüyoruz.
Tabii ABD’ye büyük iş düşüyor. Sonra Mısır, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve BAE'ye iki görev tevdi ediliyor: Bu operasyonu finanse edin ve mültecilerin bir kısmını ülkelerinize alın.
ABD’nin bunun için bu ülkelere baskı yapması gerekiyor.
Türkiye, Suriye’den milyonlarca sığınmacıyı aldığına göre gözyaşı döktüğü Gazzeli Müslüman kardeşlerini kucaklamayacak da ne yapacak? Erdoğan, İsrailli dostları için bu iyiliği kesin yapacaktır!
Washington’a da akıl veriliyor: ‘Değişim yaratma ve radikal eksene darbe vurma açısından ABD’nin küresel liderliği yeniden tesis edilecek.’
Belge Batılı müttefiklere Mısır’a Refah Kapısı'nı açması için baskı yapmalarını ve mali destek sunmalarını öğütlüyor. Tazyik ve rüşvet!
Suudilere de büyük iş düşüyor. Kesenin ağzını açması, Hamas ideolojisini mahkum etme kampanyasına el atması isteniyor. Suudi Arabistan’ı bu işe çekmek için İran’a karşı güvenlik taahhütlerinin devreye sokulması, “zor durumdaki Müslümanlara yardım eden ülke olarak konumlandırılması” öneriliyor. İsrailliler Suudilerin Hamas'a karşı açık bir zafer istediklerinden yüzde 100 emin.
Akdeniz havzasında Yunanistan, İspanya, Fas, Libya ve Tunus’a da mültecileri kabul etmeleri ve mali destek sağlamaları öğütleniyor. Uzaklarda Kanada’ya da benzer bir rol düşüyor.
Adına ister sürgün ister etnik temizlik ister soykırım denilsin bu operasyona İslam ülkelerini ortak etmek için teşvik olarak bulunan slogan da insanın kanını donduracak nitelikte: “Müslüman Dayanışması.”
Küresel çapta büyük reklam ajanslarının bu iş için seferber edilmesi isteniyor. Örümcek ağı gibi sarmış medya devleri, düşünce kuruluşları, trol orduları bu kutsal görev için dört bir yandan saldırıya geçecektir!
Kampanyanın tonuna dair de bir tavsiye var: “Bu kampanya Batı dünyasında İsrail'i karalamadan yürütülmeli; İsrail yanlısı olmayan yerlerde ise İsrail'i azarlayan ve hatta zarar veren bir ton pahasına da olsa Filistinli kardeşlere yardım etme ve onları rehabilite etme mesajına odaklanılmalı.” Bu kampanyanın Filistinlilere geri dönme umudunun olmadığı mesajını da içermesi salık veriliyor.
“İsrail’le nasıl baş etmeli” sorusuna kafayı takanların İsrailliler gibi düşünmeyi öğrenmeleri gerekiyor sanırım.
Belge dehşet verici bir tavsiye ile bitiyor:
“İmajın şu olması gerekiyor: Allah, Hamas'ın liderliği yüzünden bu toprakları kaybetmenizi sağladı; Müslüman kardeşlerinizin yardımıyla başka bir yere taşınmaktan başka çareniz yok."
El atmak lazım ey ahali; “soykırım” falan demeyin, kutsal görev sizi bekliyor! Erdoğan da bunun sevabından mahrum kalmak istemez sanki!