Paolo Virno’nun, Otonom Yayıncılık tarafından, Ece Durmuş çevirisiyle basılan, 'Güçsüzlük: Hezeyan ve Felç Çağında Yaşam' adlı kitabı, çağımızda güçsüzlük meselesini daha çok Aristoteles felsefesi bağlamında tartışıyor. Kitabın derdi bu konuda bir teori ortaya koymak, bu nedenle onu somutlaştırmak biraz okura düşüyor.
Paolo Virno, 'Güçsüzlük: Hezeyan ve Felç Çağında Yaşam' adlı kitabının hemen başında şu cümleyi kuruyor: "Çağdaş yaşam biçimlerinde hep bir güçsüzlük göze çarpıyor. Eylem ve söylem hezeyanlı bir felcin etkisi altında. İster benzeri olmayan bir aşk ilişkisinde, ister güvencesiz iş piyasasının beyefendilerine karşı mücadelede, yapılması gerekenleri yapmayı, hatta aldığımız darbeleri gerektiği gibi karşılamayı bile beceremiyoruz."
Virno’nun bu cümlelerinde işaret ettiği gibi, yaşadığımız çağın bizi güçsüz kıldığından sıklıkla söz ediyoruz. Bize karşı yönelmiş güce karşı bir güç oluşturamamak, maruz bırakıldığımız onca şeyi karşılayamamak, dönüştürememek, savrulmak, tüm bunların getirisiyle geri çekilmek veya vazgeçmek, güçsüz olduğumuzu ilan etmek, bu durum sanırım direnmeye çalışanlar için zamanımızın önemli sorunlarından biri olarak görülebilir.
GERÇEKTEN GÜÇSÜZ MÜYÜZ?
Peki, gerçekten güçsüz müyüz? Paolo Virno bahsettiğimiz metinde, konuyu genellikle Aristoteles’in kavramlarıyla tartışırken bizi tam tersi bir yerden düşünmeye zorluyor çünkü ona göre sorun güçsüz olmamız değil hatta gücün fazla olması asıl sorun. Zira bu güç formsuz, sınırlandırılmayan bir güç ve onunla ne yapacağımızı bilemememiz, onun kavramlaştırmasıyla, gücü "edimselleştiremememiz", meselenin kaynağını oluşturuyor.
Düşünürün cümleleriyle söylersek: "Çağdaş yaşam biçimlerinde karmakarışık bir güç fazlalığından, başka bir deyişle, kapasiteler, beceriler ve yeteneklerin baskıcı ve çekilmez birikiminden kaynaklanan bir güçsüzlük göze çarpıyor. Lakayt bir biçimde, güya bir dynamis (Antik çağda güç [potenza] için kullanılan terim) eksikliğinden hayıflanmanın zamanın ruhunu anlamaya hiç faydası yok."
SINIRLAMA NEDEN ÖNEMLİ?
Virno bu nedenle meselesini varolan gücün kullanım biçimleri üzerinden ele alıyor ona göre, bu konuda önemli sorunlardan biri "sınırlama" çünkü gücün sınırsızlığı veya metinde sonrasında ele aldığı gibi "sonsuz"la ilişkisi onun karşı bir pratiğe dönüştürülememesinde etkili görünüyor. "Merkezkaç iletişimin aktörlerini, aralıklı çalışan işçileri, temsili demokrasinin prosedürlerine direnen çokluğu etkisi altına alan güçsüzlüğün kökeninde, coşkun bir gücün yeterince sınırlandırılamaması yatıyor. Bir yeti ancak sınırlandırılırsa, frenlenirse ve yönlendirilirse edimselleşir. Formsuz doğası yatıştırılmamışsa, daha doğrusu hiçbir kısıtlamayı tanımıyorsa asla ama asla edimselleşemez." Burada şöyle bir soru açığa çıkabilir, gücün yönetilmesi, birileri tarafından yönlendirilir, sınırlandırılır olması başka bir sorun değil midir? Virno’nun kitabının kurumlarla ilgili bölümünde sanırım bunun cevabını alabiliyoruz. Çağımızda güç daha çok kurumlar tarafından yönetiliyor ve yazarın yapmaya çalıştığı gücün yatay bir hattan sınırlandırılması bana kalırsa, yöneldiği şeye karşı bir form halini alarak karşı çıkış örebilir hale gelmesi, burada mesele gücün kolektif bir toplam oluşturarak eyleyen bir şeye veya "edimselliğe" dönüşmesi.
Zira güç kurumlar vasıtasıyla yönlendirilen bir şeye dönüştüğünde Virno’nun şu cümlelerinde ortaya koyduğuyla karşılaşmamız muhtemel görünüyor: "Kurum, günümüzdeki güçsüzlüğün robot resmine ele tam oturan bir eldiven gibi uyar. Daha doğrusu, hikâyedeki eldiven gibi, bu güçsüzlüğe tam olarak uyar ve örttüğü elin işini bitirmeyi sabırsızlıkla bekler. Eldiven, tam da nefret ettiği bu elden asla ayrılmadığı ve onun şeklini, en küçük eklemlerini bile tanıdığı için, onu aşındırabilir de parçalayabilir de." Şunu söyleyebiliriz sanırım; güç, kolektif bir toplamla biçimlenerek edimselleşmediğinde kurumlarla "bir eldiven gibi uyumlu" hale gelebiliyor, maruz kalınana karşı, potansiyelini değiştirme kuvvetine çeviremeyen güç, kurumlar eliyle yönlendirilebilir hale geliyor.
GÜCÜN VARLIĞI
"Gücün bizde varolduğunu nasıl anlayabiliriz, onu nasıl bir potansiyel olarak varsayabiliriz?" şeklinde bir soruyu düşünmemiz gerekirse, Virno’nun Megaralı filozoflar ve Aristoteles üzerinden yürüttüğü tartışmada bunun da yanıtını buluyoruz fikrimce. Megaralı filozoflara göre; "yalnızca edim olduğunda güç vardır, edim olmadan güç yoktur." Bu düşünceye göre gücün varlığı edime bağlıdır mesela, "mimarın inşa etme kapasitesi, inşaattan önce ya da sonra değil, tam da inşaat sırasında varolan şeyler arasında sayılmalıdır." Burada gücü ortaya çıkaranın edimle eş zamanlı kavrandığını görürüz. Aristoteles ise, "dynamis’in (gücün) gerçekliğinin yani varlık kipinin, en sonunda bir dizi edimde tezahür etmesine değil, bu dynamis’e sahip olunmasına dayandığını savunur. Mimar, sarhoş olduğu ya da Sanskritçe çalıştığı uzun saatler boyunca bile dizi dizi evler inşa etme gücüne sahiptir. Dynamin echein, ‘güce sahip olmak’ önemli olan sadece budur." Buna göre, gücün edim olmadan da bizde varolduğunu, onunla bir sahiplik ilişkimiz olduğunu düşünebiliyoruz. Virno’nun meselesi bu nedenle bizde varolan gücün kullanımıyla ilgili çünkü "energia’nın (edimin) hiçbir izi yoksa, kusursuz bir güç olarak varolduğu halde dynamis güçsüzlüğe dönüşür." Yani gücün hiçbir şekilde eylemle ilişkisi olmazsa, olduğu halde kalan güç, özneye güçsüzlük olarak dönebilir. Çünkü güçsüzlük; "dynamis’in stresis’i, yani yetiden yoksunluk olmak şöyle dursun, her şeyden önce, çeşitli nedenlerden dolayı eserlerde ya da eylemlerde cisimleşmeden kalmış yetilere kesin bir şekilde sahip olmak demektir." Kısacası, varolanın "cisimleşmeden" kalması ama ona bir yeti olarak sahip olmak güçsüzlüğe neden olabiliyor. Bunu şöyle tahayyül edebiliriz belki, bir şeyi yapma gücümüz var ama şartlar nedeniyle onu gerçekleştiremiyoruz, yapabileceğimizi bilsek bile eyleme geçemiyoruz ve bu bir güçsüzlük haline geliyor çünkü eyleme dönüştürülemeyen yeti içimizde kalıyor. Yapma gücü bir çeşit yapamamaya dönüştüğünde onun etkisi güçsüzlük olarak beliriyor. Bu nedenle Virno’ya göre, "çoğunlukla ya da büyük ölçüde, tarifi mümkün olaylara dönüşmeyen, çoğalan ve her yerde varolan bir dynamis (güç), gelişmiş kapitalizmde yaşamın ayırt edici özelliği haline gelmiş olan adynamia (güçsüzlük) türüdür."
Bu durumda, günümüzde güçsüzlüğün temelinde sahip olduğumuz halde edime dönüşmeyen, tam zamanı olduğu halde karşı bir güç oluşturamayan ama potansiyel olarak varolan gücün kullanılamamasından kaynaklı bir güçsüzlük durumundan söz edebiliriz. Bunu şöyle açıklayabiliriz sanırım gündelik yaşamda biraz enerjik hissettiğimizde bize enerjimizi atacak edimler önerilir mesela, "git biraz yürü enerjini at" şeklinde ifadelerle karşılaşırız. Açıkçası ben Virno’nun gücün fazlalığı olarak ifade ettiğini bu duruma benzettim, edime dönüşmeden kalan güç bir fazlalık açığa çıkararak bizi güçsüz kılıyor ve onu bir şekilde edime dönüştüremediğimizde söylem ve eylem sınırsızca harcanan, bir forma sahip olmadığı için yani belirli bir nesneye yönelmediği için değişim yaratamayan bir şey haline geliyor.
GÖREV VE PERFORMANCE
Virno’nun metninden bahsetmeden geçmek istemediğim bir bölüm de onun görev ve performance kavramlarına getirdiği yorum çünkü çağımızda güçsüzlükle ilgili bu kısmın önemli olduğunu düşünüyorum. Virno’ya göre görev; "dinleyicileri kandıran bir siyasetçinin girizgahlarına hiç başvurmadan, tamamen varsayımsal olsa da bilinen ve (genellikle isteksizce) öngörülebilen, bir saatlik veya bir günlük ücretli çalışmayla yerine getirilecek iş yükümlülükleri dizisini" ifade ediyor. Performance ise, "geçici ve şaşırtıcı koşulların kışkırttığı ve dayattığı, öngörülemeyen bir icradır. Öncüleri ya da mirasçıları yoktur, dolayısıyla bu icranın sahip olduğu varsayılan değer yeniden üretilebilir değildir." Bu iki kavramın kitabın meselesi açısından şöyle bir önemi var: Görev de her ne kadar olumsuzlayabileceğimiz noktalar olsa da kişinin gücünü sınırlandıran bir yanı olduğu için, onu eyleme dönüştürme kapasitesi de içeriyor. Yine Virno’nun cümlelerine dönersek; "Genel olarak Fordizm ya da Taylorizm olarak adlandırılan görevler dünyasında yoğun bir sömürü vardı, ama güçsüzlük yoktu." Virno’nun bahsettiği gibi, "Görev"in geçerli olduğu zamanlarda elbette sömürü var ama bu durum gücü sınırlayabildiği için gerekli durumlarda gücün edimselleşmesini onun bir eyleme dönüşmesini sağlayabiliyor.
Yaşadığımız zamanın "Performance" ile iç içe geçmiş hayatlarında ise "sonsuz bir güç" ile karşılaşıyoruz, burada, sürekli bir güç kullanımı olmasına rağmen bir alışkanlığa, değere veya geleneğe dönüşemeyen anlık bir hareket olarak güçten söz edebiliyoruz bana kalırsa. Bu nedenle Performance, "sırf meydana gelmesi sayesinde, başka herhangi bir edimselleşmeyi engelleyen, yasaklayan edimdir."
Bu durumu farklı şekillerde düşünebiliriz mesela, güvencesiz yaşamlarda hakim bir performance düzeninden söz edilebilir. Sonsuz bir güç talebi vardır burada, zamanın belirsizleştiği, hiçbir şeyin sınırlandırılmadığı gücün sonsuzca kullanımı… Buna uyumlanmış özne için önemli olan talep edileni ortaya koyma olur ama sonsuzca güç kullanımı, içinde bulunulandan çıkışı sağlayacak başka bir edimselleşmeyi düşünmeye engeldir. Güç fazlasıyla işin içindedir ama bu dönüştüren, değiştiren bir güç değildir. Kapitalist verimliliğe seferber edilmiş bir güçtür. Performance için yine sosyal medya gibi dijital çağ araçlarının kullanımında benzer bir durumdan söz edilebilir. Bana kalırsa burada da gücün sonsuz, sınırsız kullanımını görürüz önemli olan "meydana gelme"dir, bir paylaşım bir ifade olarak vardır ama buradaki güç de edimselleşmeden kalanı imler. Virno’nun deyimiyle performance, "görevleri olmayan ücretli işçilerin ve dil oyunları olmayan (burada bahsedilen dil oyunları, görevle ilişkili olarak, her biri belirli bir yaşam alanına gömülü olan, sınırlandırılmış çeşitli argüman repertuarıdır…) konuşmacıların sağ kalan edimleri, energeia’ya (edime) olağan geçişten men edilmiş olan formsuz dynamis’leri (güçleri) açığa çıkarır, ama daha önemlisi de değerli kılar." Kısacası, Performance durumunda güç edimselleşmeden kalan güçle daha çok ilişkilenir, ona atfedilen değer sayesinde de sonsuz bir güç kullanımı açığa çıkar, güç vardır ama bu genellikle kolektif eyleyen şeye dönüşemez.
Yaşadığımız zamanda sürekli bir şeylere maruz kalıyor onları karşılayamıyoruz, aldığımız darbelere karşı duramadığımız gibi şok olmamız gereken durumlarda bile edilgin alıcılara dönüşüyoruz ve genellikle güçsüzlükten yakınıyoruz. Bu da hem eylemi hem de sözü felce uğratıyor, güçsüzlük bir yaşam biçimi haline geliyor. Bu durum Virno’nun kitabın bir yerinde söylediği gibi, "direnme gücünü teatral bir maske"ye çeviriyor çünkü başlarda da bahsettik gücümüz yok değil ona sahibiz ama onu edimselleştirmeyip istifliyoruz ya da sınırlandırıp bir yere kanalize edemiyor, kolektif bir güç olarak ortaya çıkmasını sağlayamıyoruz böylece, güçsüzlük direnme gücümüzün "maskesi" haline geliyor.
Paolo Virno’nun, Otonom Yayıncılık tarafından, Ece Durmuş çevirisiyle basılan, 'Güçsüzlük: Hezeyan ve Felç Çağında Yaşam' adlı kitabı, yukarıda kısaca bahsettiğimiz gibi, çağımızda güçsüzlük meselesini daha çok Aristoteles felsefesi bağlamında tartışıyor. Kitabın derdi bu konuda bir teori ortaya koymak, bu nedenle onu somutlaştırmak biraz okura düşüyor. Fikrimce, Virno’nun özellikle güce sahip olduğumuz halde onu edime dönüştürememe nedenlerimizi sorgulaması, yaşadığımız zamanda kitabı hakkında düşünmeye değer kılıyor.
Düşünürün meselesini ifade ettiğini düşündüğüm başka bir cümlesiyle sona yaklaşalım: "Günümüz güçsüzlüğünün kaynağında, tam olarak sahip olunduğu halde, edime geçmesi beklenirken, bunun tam vaktiyken ve istenen tam da buyken bu geçişe direnen gücün bir varlığı yatar. Dolayısıyla bu güçsüzlük bir kapasitenin yokluğundan değil, bu kapasitenin etkin bir şekilde uygulanmasına kalıcı olarak ket vurulmasından kaynaklanır." Tam da olması gereken yerde gücü kullanamaz halde olmamız neden? Virno’nun kitabı bunun cevabını arıyor ve şunu fark ediyoruz gücümüz fazlasıyla var ama bir edime dönüşmediği sürece bizi çıkışsız bırakan bir güç yığınına dönüşüyor.