Mütecavizi sapık olarak nitelendirmekten, öyle nitelendirmesek
bile öyle olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmiyoruz. Özellikle
mağdurlar çocuklar olduğunda. Halbuki tecavüz, sapkınlık,
anormallik, hastalıkla ilintili olmaktan öte bir fiil. Eril
tahakkümle, ataerkil cinsiyet rolleriyle, gelenek ve inanç
tarafından tahkim edilen baskıcı, cinsiyetçi, heteronormatif,
homofobik kültürle izah edilebilecek bir saldırganlık türü.
Son haftalarda Eylül ile Leyla’nın kaybolmaları ve sonra cansız
bedenlerinin bulunması olaylarıyla yeniden gündeme gelen pedofili,
çocuk istismarı ve çocuğa yönelik şiddet olayları bir süredir
uyutulan cezalandırma pratiklerini yeniden tartışma konusu yaptı.
Hükümet, mütecavizleri hadım, hatta belki idam etme konusunda
kararlı olduğu izlenimini vermeye çalışıyor. Halkın öfkesini
dindirmeye, beklentileri geçici olarak karşılamaya yönelik bu vaat
büyük bir çoğunluktan destek görüyor anladığım kadarıyla.
Cezanın amacı nedir? Elinden çok değerli, hatta en değerli
şeyini almak: Canını, özgürlüğünü, haklarını, mal varlığını vb.
Hadım cezası da o en değerli olanı, erkekliğini almak anlamına
geliyor ki, zihniyet olarak bir şey değişmiyor. Cinsel gücünü,
cinsel kimliğinin en önemli bulduğu parçasını yitirmek bir erkek
için büyük bir travma. Hele de ataerkil kültürlere mensup erkekler
için. Mütecaviz erkeğin elinden alınması düşünülen en kıymetli şey,
eril şiddeti tesis etmekte kullanılan saldırgan erkekliğin cinsel
gücünü temsil eden organ. Yani, bu tür bir cezayla cinsel
saldırganlığın erkek için biyolojik, içgüdüsel bir şey olduğu
vurgulanıyor ve mütecaviz iktidarsızlaştırarak cezalandırılırken,
kaybedilen o kıymetli cinsel iktidarın yaratacağı travma en büyük
ceza olarak görülüyor.
***
Tecavüz hiçbir zaman sadece cinsel arzunun tezahürü olmadı.
Erkek cinsel organı ve onun muhatabında yaratacağı korku, bu
korkunun beraberinde getireceği teslimiyet bir fetih duygusu aynı
zamanda. Muhatabının bedensel bütünlüğünü bozmak, ona korku vermek
cinsel hazdan daha tatmin edici ve güçlendirici bir tecrübe eril
zihniyet için. Bu güç çocuklar üzerinde kullanıldığında, çocuklar
fiziksel zayıflıkları ve yaşadıkları duruma bir ad koyamadıkları,
neler olup bittiğini anlayamadıkları için direnemiyorlar çoğunlukla
ve böylece failin şikayet edilme, cezalandırılma riski
azalıyor.
Cinsel açlık ve bu açlık doyurulamadığında ortaya çıkan
saldırganlık ile genç bedene duyulan arzu bizimki gibi geleneğin ve
dinin kurallarıyla biçimlenen kültürlerde erkekliğin doğasından,
fıtratından kaynaklanan bir özellik, bir ayrıcalık olarak
algılanıyor ve mubah görülüyor. Aynı şekilde, cinsel ilişkide
hazzın erkeğe özgü bir ayrıcalık olduğu düşünülüyor. Kadınların haz
arayışı ahlaksızlık olarak nitelendiriliyor. Böyle bir kadın korku
ve bu yüzden de husumet yaratıyor. Yani cinsel ilişkinin karşılıklı
rızaya ve hazza dayanması önemsenmiyor.
Genel kanının aksin tecavüz her sınıftan, kültürden, inançtan
erkeğin faili olabileceği bir suç. Sınıfsız ve imtiyazlı bir eril
şiddet türü. Kendi kızının üstüne titreyen bir baba başkalarının
kız çocuklarına cinsel saldırıda bulunabiliyor. Komşunun
kızını/oğlunu kaçırıp tecavüz eden, hatta öldüren yoksul kesimden
bir erkekle, dünyanın her yerinde seks turizmi adı altında fuhuşa
zorlanan yahut itilen çocuk yaştaki seks işçileriyle para karşılığı
birlikte olmaktan imtina etmeyen zengin erkek arasındaki fark,
ikincisinin kabahatini gizleyebilecek güce sahip olması.
Peki tecavüz vakalarını ortadan kaldırabilmek, en azından
azaltabilmek için neler yapılabilir? Bu konuda caydırıcılık önemli.
Tecavüze yönelik ağır cezalar caydırıcılık sağlayabilir, cezasızlık
ise bu tür vakaların önünü açabilir. Ama suç işlenmeden, saldırı
gerçekleşmeden önce neler yapılabileceği konuşulmadan hemen en
şedit cezaları talep etmek de kolektif ruh halimizin hiç iyi
olmadığını gösteriyor. Önerilerden biri olan kimyasal hadım şiddet
yüklü bir cezalandırma biçimi. Tıpkı idam gibi. Her ikisinin de
caydırıcı olmadığı kriminolojik araştırmalarla kanıtlanmış. Onun
yerine, kadın düşmanı, heteronormativite üzerine kurulu, eril
tahakkümü normalleştiren ve yücelten toplumsal değerlerin
sorgulanması; hükümet politikalarının bu özelliklerden
arındırılması için taleplerde bulunulması ve eril şiddetle mücadele
edebilecek politikalar geliştiren, kadına ve çocuğa yönelik şiddeti
önlemek, insan haklarını tesis etmek üzerine kurulu uluslararası
sözleşmelere riayet edilip edilmediğini denetleyen resmi kurumlar
(geçmişteki haliyle Kadın Bakanlığı ve Kadının Sorunları ve Statüsü
Genel Müdürlüğü gibi) ile sivil toplum örgütlerinin (bir KHK ile
kapatılan Gündem Çocuk Derneği gibi) yeniden faal hale getirilmesi
daha önemli bence. Tabii asıl yapılacak olan ataerkil şiddet
döngüsünü, cinsiyet eşitsizliklerini önce kamu vicdanında
yargılayacak bir kültürün hakim kılınması için çabalamak.
***
Eylül ile Leyla’yı kim öldürdü sorusunun cevabı günlerdir içimi
yakıyor, daraltıyor. Erkekliği kışkırtan ve yücelten, cinsel
saldırganlığı meşrulaştıran, erkeğin nefsinin kuvvetli olduğuna,
cinsel arzularına gem vuramayacağına inanan bir kültürde yaşıyoruz.
Daha bebeklikten yeni çıkmış bir erkeğe “Amcalara pipini göster”
diyen; güzel kokan bir yiyeceği, “sonra bir yeri şişer” diyerek
kızların değil, oğlanların ağzına tıkıştıran; oğullarını
dolaştırdıkları sünnet arabasının arkasına “Sünnetimde attığım
çığlıklar, attıracağım çığlıkların teminatıdır” veya “Hepsini
kestirmedim, kalanı şuna buna yeter!” yazdıran; laf atmayı taciz
değil, flörtleşme ve beğeni göstergesi sayan; “Boşuna çırpınma
senin de hoşuna gidecek” diyen tecavüzcü Coşkun’a, Nuri Alço’ya
kahkahalarla gülen ve tecavüz fiilini önleyecek bir toplumsal
kültürün inşasına katkıda bulunmak yerine, mütecavizi benzer
yöntemlerle cezalandırma fantezileri kuran ve bu alanda çalışan
sivil toplum örgütlerinin kapanmasına ses etmeyen bir toplumun
mensupları olarak hep birlikte sorumluyuz.