Eyüphan Erkul: Afife Jale olmasa bugünlere bu kadar rahat gelemezdik
Eyüphan Erkul ile 'Afife, Mavi Bir Melek' romanını konuştuk. Erkul, "Bugün televizyonlarda, sinema filmlerinde ve tiyatroda sahneye çıkan kadınların hepsi, Afife'yi bir azize gibi anmalı" dedi.
DUVAR - On beş yaşında bir genç kız, ailesinden habersiz İstanbul Şehir Tiyatroları'nın öncülü Darülbedayi’nin sınavına girdiğinde tek amacı sahneye çıkmaktı. Türkiye sanat tarihinde ilkler vardır. Afife Jale, Türkiye tiyatro tarihinde sahneye adımını atan ilk kadın olarak bilinir. Bir ilk olarak ailesi, toplumsal yargılar, polis baskısı ile mücadele etmek zorunda kaldı.
Bugün adına tiyatro ödülleri verilen Afife Jale’nin yaşamını konu alan 'Afife, Mavi Bir Melek' adlı roman, Eyüphan Erkul imzası ile Artemis Yayınları'ndan çıktı.
Eyüphan Erkul ile Afife Jale’yi konuştuk.
Romanınızda müzik ile edebiyatı birleştirmişsiniz. Hem Türk Sanat Müziği'nin makamlarından faydalanmışsınız hem de Blues müziğin doğaçlama yapısını kullanmışsınız. Hatta kitabın adı da Blues sözcüğünün İngilizce epistemolojisinden geliyor. “Mavi!”… Mavi Bir Melek… Bu pek alışıldık bir durum değil. Bu yöntemi neden tercih ettiniz?
Yakın çevreme söylediğim bir espri vardır. "Dünyanın en sıkılan insanı rock star Teoman’sa, en çok sıkılan ikinci insanı benimdir" diye. Müzikle edebiyatı birleştirmemin asıl nedeni romanımı daha eğlenceli hale getirmekti. Böylece hem kendim hem de okuyucu eğlenecekti. Tıpkı çocukken kumda oynamak gibi bir his yaşansın istedim. Malum, 21. yüzyıl insanı çabuk tüketmeye alışkın ve çabuk sıkılıyor. Yine malum ki, bu yüzyılda dünyada alanlararası ilişki çok kullanılıyor. Çağdaş dünya romancıları “oyun kavramı” üzerinde yapı kuruyor. Galiba bunlardan en ünlüsü Orhan Pamuk’un 'Masumiyet Müzesi' romanı. Oradaki aksesuarlar hem oyun unsuru olarak kullanıldı hem de müzesine gidip onları görebiliyorsunuz. Müziği bir oyun unsuru olarak, bir eğlence sebebi olarak kullandım. Malum Afife Jale’nin en büyük aşkı Selahattin Pınar bir sanat müziği bestecisiydi. O duyguları kullanmamak olmazdı. Benden önce makamlarla müziği Attila İlhan kullandığından kitapta ona bolca gönderme yaptım ve saygı duruşunda bulundum.
'AFİFE'NİN ÇOK HÜZÜNLÜ BİR HAYATI VAR'
Mavi renk bizim kültürümüzde özgürlüğü simgeler. Siz ise bunu bambaşka hale getirmiş, bu renk üzerinden “hüzün” metaforu kurmuşsunuz.
Evet. Fakat bizler artık romanlarımızı sadece Türk okuyucu için yazmıyoruz. Hedef kitlemizde başka İngilizce, Almanca, Fransızca ve İspanyolca konuşan ülkelerde okurlar da var. Zaten ben de yerele takılıp kalmayı pek sevmem. “Blues” (hüzün), İngilizce “Blue” (mavi) kökünden gelir. Afrika’da ölenlerin ardından çivit mavisi giyilir ve hüzünlü şarkılar söylenirmiş. Daha sonra bu müzik kölelikle birlikte Amerikan kıtasına gitmiş. Köleliğin kaldırılmasıyla da Blues müzik tüm dünyaya yayılmış. Hatta Jazz ve Rock müzik de Blues müzikten yola çıkarak oluşturulmuş. Afife’nin çok hüzünlü bir hayatı var. Bunu yerel unsurlarla yapsam “arabesk-efkarlı-kasvetli” bir hava oluşabilirdi. Ben de maviyi bir metafor olarak kullandım ve onun hayat hikayesini olabildiğinde “mavi” yaptım. Bu durum ise kitabımdaki eğlence yönünü epeyce artırdı.
'OSMANLI'DA ÇOK GÜÇLÜ BİR KADIN HAREKETİ VARDI'
Kitabı okurken "Osmanlı'nın son döneminde ne kadar parlak kadınlar çıkmış, hatta kadın mücadelesini birçok alanda başlatmış" diye düşündüm. Kısa bir süre öncede Abdülhamit döneminde yaşamış ressam Müfide Kadri Hanım'la ilgili kısa bir biyografi okumuştum. O da çok genç yaşta ressam oluyor. İlklerden birisi. Afife Jale de tiyatroda oynayan ilk Türk kadını olarak biliniyor. Ama bu aynı zamanda Osmanlı'nın son döneminde özellikle bir kadın uyanışının başladığında göstermiyor mu?
Evet. Osmanlı'da çok güçlü bir kadın hareketi vardı. Ayrıca 1920 yılına gelindiğinde ülke 9 yıldır savaşta. Trablusgarp'ta başlayan savaş üç kıtada Osmanlı aleyhine devam etti. Binlerce erkek cephede öldü. Ülkenin başkenti işgal edildi. İstanbul binlerce göçmen aldı. Sadece Sovyet Devrimi'nden kaçıp gelen 40 bin Rus vardı. Balkan Bozgunu'ndan ortalama iki milyon kişi gelmişti. Dolayısıyla kent yaşamı değişmişti. Dul kadınlar ve şehit kızları hayatta kalmak için çalışmak zorundaydı. İlk defa kadınlar -özellikle İstanbul’da- çalışma hayatının bir parçası oldular. Memur olarak işe alındılar. Hatta öyle ki belediyede kadın çöpçüler bile çalışmaya başladı. İşte Afife böyle bir ortamda ilk defa sahneye çıktı.
Afife Jale'nin ailesi bir yanıyla muhafazakâr bir aile ama diğer yandan kızlarını Sanayi Nefise Mektebi'nde okutuyorlar. Fakat tiyatro gibi bir alana olan ilgisini gördüklerinde çok sert tepki gösteriyorlar. Afife Jale Darülbedayi’ye başvurduğunda on beş yaşında. Nedir onu tiyatroya yönelten? O yıllarda on beş yaşındaki bir kızın böyle bir yönelimi çok şaşırtıcı değil mi?
Osmanlı'da üst sınıftan kız çocukları iyi eğitim alırdı. Modern okullar 2. Abdülhamit devrinde açılmıştı fakat eğitimin büyük kısmı evlerde devam ediyordu. Afife de böyle bir ailede büyümüştü. Onu tiyatroya yönelten motivasyonların kaynağını bilemiyoruz. Ne yazık ki elimizde bu konuda bilgi belge pek az. Fakat o dönem modern tiyatro Osmanlı'da çok yaygın ve çok ilgi görüyor. Ulusal akımlar da başlamıştı o günlerde. Sahnede telaffuzu düzgün Türk kadınlarını görmek istiyorlar. Darülbedayi aynı zamanda bir tiyatro okulu açıyor ve buraya Türk kızlarını alıyorlar. Tabii tepki çekmemek için önce bunları suflör olarak aldıklarını söylüyorlar fakat oyunculuk eğitimi veriyorlar. Zamanı geldiğinde de ona rol veriyorlar. Ailenin bir kısmı onu destekliyor. Bir kısmı karşı çıkıyor. Afife yılmıyor ve evden ayrılarak yoluna devam ediyor.
'AFİFE'NİN BAŞINA GELEN HER OLAY, İSTANBUL'UN İŞGALİ YILLARINDA GEÇİYORDU'
Afife Jale'nin Darülbedayi‘ye başvurduğu yıl aynı zamanda İstanbul'un işgal yılı. Hatta kitabında Afife Jale Darülbedayi‘ye başvuru için gittiğinde İngiliz donanması başta olmak üzere işgal kuvvetlerinin gemilerinin boğazda demirlediğini görüyor. Bu politik ortam onun sanatsal yaşamına nasıl bir etkide bulunuyor?
Benden önce yazılan Afife öykülerinde İstanbul'un işgali hiç işlenmemişti. Uzakta bir Kurtuluş Savaşı var ve şehre etkisi yokmuş gibi yapılıyordu. Oysa tüm bu oluşmuş klişeleri tersine çevirdim. Çünkü Afife'nin başına gelen her olay, İstanbul'un işgali yıllarında geçiyordu. Daha önce Nezihe Araz ve Selim İleri, "Afife" filmi için öyküyü böyle kurmuşlar, sonradan herkes de bu yapıyı devam ettirmişti. Fakat bu bir gerçek değil, bir yorumdu. Elbette buna hakları vardı fakat kişisel olarak gerçeklikten hareket etmek istedim ve işgal yıllarındaki günlük hayatı kullandım.
Bizde pek bilinmez. İstanbul beş yıl işgal altında kalmıştır ve bir utanç olarak görüldüğünden pek dillendirilmez. İslami hareket Fatih Sultan Mehmet'i çok öne çıkardığından, hatta İstanbul'un kurtuluşuna karşı argümanlar ürettiğinden bu yıllar hep gölgede kalır. Oysa büyük olayların yıllarıdır bu zamanlar. Bir yanda İngiliz, Fransız, İtalyan askerleri varken, bir yandan da gündelik hayat devam eder. Binlerce göçmenin olduğu, daha önce iç içe yaşamış milletlerin birbirine düştüğü bir dönemdir o yıllar. Yoksulluk, mülteci sorunu, baskınlar, yasaklar, gıda kıtlığı yıllarıdır. Bunlara rağmen çok sıkı bir "yeraltı örgütlenmesi" vardır. Mustafa Kemal, Ankara'da yeni bir oluşum başlatırken, İstanbul'da istihbarat çalışmaları çok önem kazanır. Burada hem bir illegal direniş hem de sıkı bir örgütlenme var. İngilizler özellikle 16 Mart'ta Osmanlı Millet Meclisi'ni basınca her şey tersine dönüyor. O milletvekilleri Ankara'ya giderek yeni bir meclis kuruyor ve savaş daha da yükseliyor. Afife, böyle bir ortamda tiyatro yapmaya başlıyor. Hem de yasaklara, baskılara karşı. Fakat romanda bu kadar karanlık bir tablo yok. Şehirde direniş çok güçlü. Bir yandan işgalcilere karşı bir yandan da işgalcilerle uğraşmayıp, halka baskı yapan Osmanlı yönetimine karşı bir direniş var. Hem de her alanda. İşte Afife, böyle bir ortamda bir mucize gibi doğuyor Türk tiyatrosunun ortasında. Gerçekten de çok güçlü bir kadındı. Başkası olsa büyük olasılıkla onun yaptıklarını başaramazdı.
Darülbedayi Afife Jale ile birlikte dört kızı daha okula kabul ediyor. Ama içlerinde galiba oyunculukta ısrar eden tek kişi Afife Jale. Okulda nasıl bir eğitim alıyorlar? Okul üzerinde kızların kabul edilmesi ile ilgili bir baskı var mı?
Okulda hiçbir baskı yok. Tipik Osmanlı bürokrasisi gibi davranıyorlar. Yapmak istediklerini kılıfına uyduruyorlar ve yollarına öyle devam ediyorlar. Dediğim gibi bu kızları suflör yapacağız diye alıyorlar. Oysa asıl amaçları Türk kadın oyuncu yetiştirmek. İslamcıların taktiklerini uyguluyorlar ve bir nevi modern takiyye yapıyorlar. Tüm olay Jale ismiyle sahneye çıkan Afife'nin Türk olmasının öğrenilmesiyle başlıyor. Olayın başladığı yer ise çok ilginçtir. O zamanlar Apollon Tiyatrosu denen, bizim Reks Sineması dediğimiz Kadıköy'deki o binada başlıyor her şey. Kızlar ailelerinden izin kağıdı getirdikleri için bir baskıyla karşılaşmıyorlar.
Peki ilk olarak sahneye hangi oyunla çıkıyor? Bu çıkışın nasıl bir etkisi oluyor?
Hüseyin Suat'ın "Yamalar" oyunuyla sahneye çıkıyor. Sahnede pırıl, pırıl İstanbul Türkçesi konuşan bir kadın çok ilgi görüyor. O zamana kadar genellikle Ermeni oyuncular var sahnede. Gerçi oyuncu Eliza Binemeciyan'ın Türkçe telaffuzu iyi fakat Afife gibi konakta büyümüş birinin dili gibi değil. Hatta o gece birçok ünlü yazar izliyor onu. Bunlardan biri de Reşat Nuri. Ünlü yazar ilk defa orada tiyatrodan edebiyat zevki alıyor. O çıkışın ardından Afife'nin efsanesi başlıyor. Bir Türk kızının sahneye çıkması dilden dile yayılıyor ve iki hafta sonra yeni oyununda izdiham yaşanıyor.
O gece tarihte bir kırılma olarak anlatılır hala. Etkisi o kadar büyüktür. Bugün televizyonlarda, sinema filmlerinde ve tiyatroda sahneye çıkan kadınların hepsi, o geceye minnet duymalı, Afife'yi bir azize gibi anmalı. Çünkü o olmasa bugünlere bu kadar rahat gelemezdik.
Peki Darülbedayi'den çıkartılması, Darülbedayi'ye tekrar çağrılan Eliza Hanım'ın onu istememesi sonucu mu yoksa hükümetin de bu konuda bir baskısı var mı?
Buralar tarihin flu alanları. Rivayetler çok çeşitli. Bir roman yazarı olarak iddiaların birini kabul edip, öyküyü öyle yazmak zorundaydım. Yakın zaman önce yaşamını yitiren tarihçi Zafer Toprak'a böyle soru sormuştum, çok güzel cevap vermişti. "Tahayyül et Eyüphancığım" demişti. Buralarda elimizdeki verilere bakarak tahmin yürütebiliriz. Eliza Hanım, gittiği Paris'ten geri dönüyor ve ona rakip birini istemiyor. Tabii, Osmanlı demek entrika demek. Düz bir ilişki düzlemi baskıcı rejimlerde zaten olamaz. Arka kapı diplomasisini Afife kaybediyor. Üstüne tutucu çevrelerin tepkisi eklenince, hükumet konuyla bizzat ilgileniyor ve onu yasaklıyor. Yani ülkenin başkenti işgal edilmişken, İstanbul hükumeti işi gücü bırakıp, işgalcilerle uğraşmak yerine, minyon bir Türk kızının peşine düşüp, onu yasaklayarak "memleketi kurtarıyor."
'AFİFE, İKİNCİ CİLTTE TAM ANLAMIYLA AFİFE JALE'YE DÖNÜŞECEK'
Romanınızı Afife Jale'nin Darülbedayi'den atılmasıyla bitiriyorsunuz. Oysa onun zorlu yolculuğu yeni başlıyor. Özel tiyatrolarda çalışıyor. Sık sık polis baskınına uğruyor. Elbette bir biyografi yazmıyorsunuz. Ama tam başlangıçta bitirmenizin özel bir nedeni var mı?
Afife’nin öyküsü çok güçlüydü, çok araştırdım çok çalıştım. Öyle 300 sayfada anlatılabilecek bir yönü yoktu. Bu onun hayatının ilk cildi, ikinci cildinin özetini tamamladım ve çalışmaya başladım. Araya belki iki hafif kitap alır, yoluma öyle devam ederim. Bilmiyorum. Fakat bu kitap beni çok yordu. Çok ince ayrıntı vardı. Kitabın arkasına bakarsanız, tam 140 ayrı kaynaktan yararlandığımı görürsünüz. Afife, ikinci ciltte tam anlamıyla Afife Jale’ye dönüşecek. Bu dediğiniz her şey kitapta işlenecek. Ve hayatının en büyük aşkı besteci Selahattin Pınar’la tanışacak. Çok büyük aşk onlarınki. Anımsarsanız Can Dündar, bu aşkı yüzyılın en büyük aşkları arasına almıştı. İkinci ciltten sadece bir sahne söyleyerek bitireyim. Afife, bir arkadaşıyla bir konsere gider. Bugünkü Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nun bulunduğu yerde. O zamanlar Papazın Çayırı deniyor. Afife oraya gittiğinde sazende Selahattin ile tanışıyor. Fuat Edip Baskı’nın sözlerini yazdığı bir sözü, Selahattin Pınar, onun için bestelediği rivayet edilir. Şarkıyı hepimiz ezbere biliriz. “Bir bahar akşamı rastladım size / Sevinçli bir telaş içindeydiniz / Derinden bakınca gözlerinize / Neden başınızı öne eğdiniz?”