Normal normal yaşıyorduk işte. Yani diyeceğim o ki, Cumhurbaşkanı’nın isteğiyle AKP’den istifa eden MKYK üyesi ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun giderayak yaptığı “yalnız değilim, partide benim gibi düşünenler çok” açıklaması üzerine konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın “biz istifa beklemiyoruz” sözlerinde yadırganacak bir şey yok. Aslına bakılırsa, dünyada başka örneği görülmeyen, kendine has cumhurbaşkanlığı sisteminin ilk seçiminin yapıldığı gece muhalefetin büyük umutlarla üzerinde birleştiği aday Muharrem İnce “adam kazandı” açıklamasını yapmadan önce de gayet normal bir hayatımız vardı. Aman efendim, hemen “olur mu öyle, Olağanüstü Hal vardı, Olağanüstü Hal altında yapıldı o seçimler” diyerek itiraz etmeyiniz. Tamam, kabul, hal olağanüstüydü ama, memleket “normal”di.
Bir sene öncesinde parlamenter sistemi feshedip cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında bir tür tek adam rejimi inşa etmek için normal bir referandum yapılmış, halk tatlı tatlı sandık başına giderek oyunu kullanmış ve iyi kötü yüz yıllık bir geçmişi olan parlamenter sistemden öylece vazgeçivermişti. Halk deyince, aşağı yukarı yarısı. O zaman da oylama OHAL koşullarında yapılmış, oylamayı izleyen uluslararası örgütler, AB ve başka kuruluşlar daha sonra 24 Haziran seçimleri sırasında da gösterecekleri tepkiyi göstererek ifade özgürlüğü, seçim özgürlüğü ve eşit rekabet koşullarının olmadığından söz etmişlerdi. Gerçi bu tespitler seçimlerin normal şartlar altında yapıldığı gerçeğini perdelemeye yetmemişti. Nihayetinde, 24 Haziran’ın bir tanesi tutuklu olduğu için seçmenine TRT’nin cezaevinde kurduğu stüdyodan seslenen cumhurbaşkanı adayları, kampanyalarını “normal” biçimde yürütebilmişti.
İşte o seçim gecesi de normal bir ülkede normal bir hayat sürmenin rehavetiyle “bu sefer şeytanın bacağını kırmış olabilir miyiz, acaba?” diyen milyonlar ekran başına toplanmışlardı. YSK’nın daha sonradan klasikleşen “veri akışını kesme” hamlesinin ardından Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı seçilerek demokrasiyi yeniden inşa edeceğine güvendikleri İnce’nin bir gazeteciye attığı “adam kazandı” mesajı elbette derin bir hayalkırıklığı yaratmışsa da, bir süre sonra herkes işine gücüne dönmüştü. Birkaç gün içinde, yeni seçilen vekiller Ankara’da ev kiralama ya da iktidar partisinden seçilmişlerse bir misafirhaneye yerleşme çabasına düşmüşler; iktidar ve muhalefet vekilleri meclisteki sandalyelerine de yerleştikten sonra hayatlar normal akışına dönmüştü. Nihayetinde, her şey olması gerektiği gibi yürüyor, 16 Nisan’da kurulan ve 24 Haziran’da resmileşen AKP ve MHP ittifakı, Cumhurbaşkanlığı sisteminin beklendiği gibi işlemesini güvenceye alıyordu. Arada küçük pürüzler yaşanırmış gibi görünse de, kendisi iktidarda olmamasına rağmen fikirleri iktidarda olan ve bu durumdan fazlasıyla nasiplenen MHP Genel Başkanı’nın çabalarıyla bu pürüzler hemencecik gideriliyordu. Gerçi AKP içinde partinin giderek MHP’leşmesi ya da MHP politikalarına teslim olmasından dolayı ufak memnuniyetsizlikler ortaya çıkıyorsa da, bunlar gün yüzüne çıkarılmadan hal yoluna koyuluyordu.
İşte 31 Mart yerel seçimleri de böyle normal şartlar altında yapılmış, belediye başkan adayları adına ve onların yerine meydanlara inen ve ekranlara çıkan bakanlar, Cumhurbaşkanı ve MHP Genel Başkanı, tüm muhalefet partilerini, adaylarını ve hatta onların seçmenlerini “terör sevici” olmakla suçladıktan sonra Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu büyük “beka” tehdidinin ancak kendi idareleri altında ortadan kaldırılabileceğini vaat etmişlerdi. Buraya kadar her şey “normal” ve olması gerektiği gibiydi. Ancak 31 Mart gecesi, AKP ve MHP ittifakı bakımından beklendiği gibi sonuçlanmadı. Bu işte normal olmayan bir şeylerin olduğunu fark eden yetkililer “o gece hiçbir şey olmasa da kesin bir şey oldu” açıklamasıyla İstanbul seçimlerini yenilettiler. Bu arada, HDP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde kayyım atanan belediyeleri yeniden kazanması da AKP çevrelerinde işlerin artık “normal”, yani olması gerektiği gibi gitmediğinin bir belirtisi olarak değerlendirildi.
Bu şartlar altında, İstanbul’da yenilenen seçimi açık ara farkla kaybeden ve yerel seçimlerde İstanbul’un yanı sıra Ankara’yı ve başka birçok Büyükşehir’i de kaybetmiş olan AKP’nin bu yenilgiden bir ders çıkarması, Erdoğan’ın kabinede değişiklik yapması, parti içindeki cılız muhalefete kulak vermesi, yani bir tür “normalleşme” beklentisi doğdu. Aradan geçen sürede, kabinede herhangi bir değişiklik yapılmamış olsa da, HDP’li belediyelere ardı ardına kayyum atanması ve belediye başkanlarının tutuklanmasıyla, AKP’nin kendisi bakımından “normal” koşullara yeniden dönme hamlesi içinde olduğu söylenebilir. Tabii bu yolda CHP’nin de katkısı göz ardı edilemez. Barış Pınarı Harekâtı üzerinde oluşan milliyetçi mutabakat sayesinde, tam “her şey normale döndü, işte tıpkı eski günlerdeki gibi Anıtkabir’deki 29 Ekim kutlamalarında Erdoğan yine Kemal Kılıçdaroğlu’nu elini sıkmadan pas geçti”, diye düşünürken Mahir Ünal’ın bu yazının başında değindiğim “istifa beklemiyoruz” açıklamasının yer bulduğu haberde, “yeni normal” diye bir şeyden söz ettiğini gördüm.
Mahir Ünal, açıklamasının o kısmında Donald Trump’tan söz ediyordu gerçi. Hani en son Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı “aptallık etme, sert adam olma” mektubuyla uluslararası diplomasi literatüründe çıtayı bir zamanların efsaneleşen “one minute” çıkışının fersah fersah ötesine taşıyan ABD başkanından. Ünal, bu duruma “yeni normal” diyor ve Trump’ın anormal değil, yeni normal olduğunu, yaptığı şeylerin niteliği ile değil sonuçları ile ilgilendiğini söylüyordu.
AKP Genel Başkan Yardımcısı’nın bu sözleriyle, yerel seçimlerin ardından AKP’den beklenen “normalleşme” hamlesinin de hangi güzergahı izleyeceği netleşmiş oldu. Bu aydınlanma anı, bize cumhurbaşkanlığı sistemi ile kurulmuş olan Yeni Türkiye’nin “yeni normal”ini anlayabilmek bakımından müthiş olanaklar sunuyor. Şöyle oluyor mesela: Partinin içinde çatlak bir ses mi var? İstifasını isteyeceksiniz. Benzer çatlak sesler, eğer muhalefetin de temsil edildiği kurumlarda ortaya çıkıyorsa, muhalefeti bu kurumlardan tasfiye edeceksiniz. Sonuç odaklı olacaksınız yani. İşte tıpkı, RTÜK başkanının üç ayrı kurumdan ödeme aldığını ortaya çıkarması üzerine, CHP kontenjanından RTÜK’e seçilen Faruk Bildirici’nin MHP’li ve AKP’li üyelerin oylarıyla üyeliğinin düşürülmesi gibi. Sonuç gayet normal: Bundan böyle, RTÜK’ün 5 üyesi bir araya gelip yaptıkları bir oylamayla diğer dört üyesinin üyeliğini düşürebilecekler.
Seçimler mi? Kayyuma rağmen halkın ezici çoğunlukla yeniden seçtiği HDP’li belediyelere bir kez daha kayyum atayacaksınız. Bu döngü böyle sonsuza dek sürecek. İstanbul gibi tüm dünyanın gözü önündeki bir belediye ise söz konusu olan, onun da yolu var. Üyeleri Cumhurbaşkanı tarafından atanan bir kurul oluşturup Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul Boğazı’nın iki yakasındaki yetkilerini bu kurula devredeceksiniz. Milletvekilleri böyle bir yasa hazırlığından haberimiz yok mu diyorlar? Olur efendim. Bir ara meclise de haber verilir nasılsa.
Bu arada Selahattin Demirtaş, tutuklu olduğu dosyadan tahliye kararı çıkınca hükümlü olduğu için tahliye edilmiyor, hükümlü olduğu dosyadan tahliye kararı çıkınca da tutuklu olduğu için tahliye edilmiyormuş. Normaldir. Biz sonuca bakalım. Artık böyle.