‘Hayalet Avcıları’ 1 ve 2, 1980’li yılların ikinci yarısında, çocuk seyirciler başta olmak üzere çok geniş bir sinemasever kitlesini sinema salonlarına çekmiş, fantastik ve komediyi (belki de biraz korkuyu!) ustaca harmanlayan ve zamanla ‘kült’ olmuş iki filmdi. 1984 ve 1989 yıllarında çekilen bu iki yapımda ana öğeler değişmiyordu: Bill Murray önderliğinde dörtlü ‘hayalet avcısı’ takımı yine yerli yerindeydi, yönetmen İvan Reitman ilk filmde olduğu gibi tekrar yönetmenlik dümenine geçmişti ve tabii ki senaryo ana hatlarıyla aynıydı.
Bu iki film, özellikle fantastik komedi filmi meraklısı sinemaseverlerin hafızalarında güzel bir yer almışken, 30 seneyi aşkın bir süreden sonra filmin bir ‘sil baştan’ (başka bir deyişle ‘reboot’) versiyonu geldi. 2016 yılında çekilen ve kadın karakterleri ön plana taşıyan bu film, yeni açılımlar getirme niyetinde de olsa bizce gereksiz bir yapımdı. Filmin yaratıcıları bu ‘yanlış adımın’ farkına varmış olacak ki beş yıl sonra orijinal film(ler)in özüne ‘ihanet’ etmeyen, başkarakterlerinde ciddi bir değişim ve ‘gençleşme’ yaşasa da ruhunu aynen muhafaza etmeye çalışan, özenli bir yapım oluşturmuşlar!
Callie (Carrie Coon), 40’lı yaşlarında, iki çocuğuyla beraber oturan ve maddi sorunlar yaşayan bekar bir annedir. Uzun zaman önce kopmuş olduğu babasının vefat ettiğini ve ona miras olarak, ıssız bir yerde (Oklahoma’nın kırsal bir bölgesi) eski bir köşk bıraktığını öğrenir. Buraya taşınan ailenin küçük kızı Phoebe (McKenna Grace), yaşına göre çok olgun davranan, bilime çok meraklı bir çocuktur. Abisi Trevor (Finn Wolfhard) ise buradaki ‘yeni’ hayatına uyum sağlamaya çalışır. Bu arada bölgede belli aralıklarla yaşanan depremler herkesi endişelendirmektedir.
‘HAYALET AVCILARININ’ MİRASI…
Serinin dördüncü halkası sayılabilecek bu yeni ‘hayalet avcıları’ yanında ciddi bir ‘miras’ da taşıyor. 2016 versiyonunu atlarsak filmin ilk iki filmle ‘organik’ bağlantısı da bu ‘mirastan’ kaynaklanıyor. Sürprizleri bozmamak için çok detaya girmeyeceğimiz ‘geri dönüşleri’ bir kenara koysak bile hem hikayenin gidişatı hem de bu dünyadaki etkin karakterler sık sık 1984 versiyonunu hatırlatıyor.
İlk olarak filmdeki Callie, ‘hayalet avcılarının’ çekirdek kadrosunun üyelerinden biri olan Egon Spengler’ın kızı ve dolayısıyla Trevor ve Phoebe de onun torunları… Phoebe karakterinin dedesi gibi bilime ve değişik deneylere büyük merakı, uzun süredir ‘uykuda’ olan hayalet tehdidinin garip olaylarla her an ‘hortlayabilir’ durumda olması filmin üzerinde sürekli olarak ilk iki ‘orijinal’ filmin süzülen gölgesini hissetmemizi sağlıyor.
Orijinallerinde olduğu gibi bu filmde de yer alan ‘endişe’ duygusu asla klasik korku veya ‘korku/fantastik’ sentezi olarak adlandırabileceğimiz bir yöne kaymıyor. ‘Ghostbusters’ serisiyle özdeşleşmiş olan uçarı, çılgın ve eğlenceli atmosfer en ‘gerilimli’ sekanslarda bile kendini gösteriyor. Babası Ivan’dan ‘bayrağı’ devralmış olan yönetmen Jason Reitman, eski duran ama gerçek anlamda ‘eskimeyen’ bir film türünün modernize eden dokunuşlarla nasıl hâlâ ‘merak uyandırıcı’ olabileceğini kanıtlıyor.
KABUL EDİLEBİLİR YAVAŞLIKLAR…
İlk filmlerle arasında 30 seneyi aşan bir süre olduğunu düşünecek olursak, bu yeni ‘Hayalet….’ çok geç gelen bir ‘devamdan’ ziyade, orijinaline bir ‘saygı duruşu’ izlenimi veriyor. Aradan geçen zamanda sinema dünyası inanılmaz olanaklar kazanmış olsa da film, çekim ayarları, sahnelerin ‘travelling’leri ve yapısı gibi teknik açılardan sürekli seleflerini hatırlatıyor. Sadece ilk filmin unutulmaz müziği bu sefer ‘jenerik’ dışında pek kullanılmıyor, ki bu da son derece anlaşılabilir bir durum…
Hikâye, özellikle ilk yarısında (hatta ilk büyük hayalet avına kadar!) belli bir ağırlık, yavaşlık taşıyor. Ancak bu yavaş akan bölümde bile naif, renkli ve zamanında çok sevdiğimiz 90’lı yılların (‘Back to the Future’ vb.) hafif uçuk hayal dünyasını çağrıştıran bir hava hâkim… Ama film ilk filmleri kaçırmış olan daha genç seyirci jenerasyonunun önünü de tıkamıyor. Üstelik bu tarz filmlerin hâlâ ‘Stranger Things’ gibi çok dikkat çeken serilerin adeta ‘atası’ olduğunu kabul edersek…
Filmin asıl kahramanlarının 11-12 yaşlarında iki çocuk olması dikkat çekiyor. Yetişkin karakterler ise ‘aksesuar’ görevinde değil ve her biri kendi ‘yan’ hikayesini yaratıyor ama senaryonun ‘kalbi’ asıl bu iki çocuğun eylemlerinde çarpıyor! Phoebe ve Podcast’in buluşları bazen yaşlarına uymayacak derece abartılı koksa da, ‘Hayalet….’ filmlerinin orijinal kahramanlarının da aslında ‘büyümemiş çocuklar’ olduğunu hesaba katarsak bu durum hiç canımızı sıkmıyor, aksine hoşumuza gidiyor.
Hikayenin ‘bağımsız’ yapısına rağmen eski filmlerden şekil ve teknik açısından da kopmaması, yaratılan hayaletlerin aradan geçen onca zamana rağmen 1984 yılında yaratılanlara (bilinçli olarak) ’fark atmaması’ ve ‘sürpriz’ final bölümü, bizim gibi ilk filmleri çocuk yaşta izlemiş seyircilere de hoş bir hissiyat yaşatıyor.
Kesin olan tek bir şey var: Jason Reitman babasının yüzünü kara çıkarmıyor. İlk bakışta ‘çocuk filmi’ (biz öyle olmadığını biliyorduk ama) gibi görünen bir yapımın ne kadar ‘kişilikli’ olabileceğini gösteriyor. Aramızdan ne yazık ki erken ayrılan, ‘hayalet avcılarının’ eksilen üyesi Harold Ramis sonucu görse gurur duyardı herhalde!