Geminiz su almaya başladı. Bir o yana bir bu yana sallanıp duruyor.
Sizin yüreğiniz de kıpır kıpır; bakışlarınız geminiz gibi: Bir o yana bir bu yana!..
Pek gerginsiniz. Hata yapmamaya, durumu iyice anlamaya çalışıyorsunuz.
"Her şeyin sonu" yaklaşıyor mu gerçekten de? 1-2 yıl içinde sefahat dönemi noktalanır mı ki?
Kaçamak bakışlarla bir Külliye’ye doğru bakıyorsunuz, bir de "öteki tarafta" hareketlenenlere…
“Ortada kalmamak için çok akıllı davranmalıyım” cümlesi dönüp duruyor kafanızın içinde.
Dışarıya karşı soğukkanlı görünseniz de içinizde titrek bir telaş hali bayrak açmış durumda.
Çünkü yandaş medya çatırdıyor.
Gemi su alırken fareler hareketleniyor.
Önlem almaya karar verip “ortalara doğru” ilerleyen uyanıklar da var...
Dünkü kardeşleriyle mücadeleye tutuşarak dört bir yana mesajlar gönderen bıçkın delikanlılar da…
Zor zamanlar! Ne tonla para ve modern tesis bu medyayı kurtarabiliyor, ne de iktidar desteği.
* * *
Biliyorum, "her devrin insanı" az değildir bu topraklarda. Bu türün mensupları, eteklerinin altından ayrıldığı iktidarı yarın öyle sert eleştirir ki, bugünün muhalifleri "solda sıfır" kalır.
Özel bir yetenektir çabucak deri değiştirebilmek. O deri değişirken siz de fırıl fırıl bir rüzgâr eşliğinde güce doğru yönelmiş olursunuz.
Keşke dönmek istediğiniz yerde gerçek gazetecilik olabilseydi.
Keşke gerçekleri söyleyen ve yazan birer gazeteci olma hedefini seçebilseydiniz.
Keşke mesleğinizi ahlak ve vicdan ile sürdürmeyi amaçlayabilseydiniz.
Bunlar "boş" ve "soyut" laflar mı, diyorsunuz?
Peki, daha açık konuşalım o zaman:
Yolsuzlukları, "sıfırlamaları" yazacak mısınız, yazmayacak mısınız? Beşli çeteleri, millete neşeyle tecavüz vaatlerinde bulunanları?
Devletin tüm kurumlarının, parlamentonun, yargının, medyanın ele geçirilmesi için yürütülen vahşi saldırıya ışık tutabilecek misiniz?
Roboski/Uludere’den Reyhanlı’ya, Kabataş’tan 1 Kasım öncesine kadar tonla "sakıncalı" konuya dokunabilecek misiniz?
Peki ya işsiz, baskı altında, bir bölümü hapiste olan yüzlerce meslektaşınızın haklarını savunabilecek misiniz?
* * *
Yarın ne olacak kuşkusu her gün türlü sınavlar sürüyor daha düne kadar sadakati sual götürmez gazetecilerin önüne.
Mesela, bir zamanlar Birleşik Arap Emirlikleri yönetiminin şerefinden kuşku duymuşlardı. Geçen hafta BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed el Nahyan pamuklara sarılarak ağırlandı. Belki para gelir diye menfaatçi gülücükler saçıldı etrafa.
Mesela, daha kısa süre öncesine kadar ekonomimiz şahlanıyordu. Geçen hafta döviz, Türk Lirası’nı defalarca yerlere serdi. Kriz tehlikeli kıvılcımlar çıkarırken birileri yine “bekâ için gerekirse soğan ekmek” edebiyatını suladı.
Bakın, bu fırtınalar karşısında "kulislerin nabzını tutma ustası" nice selviler bile hafiften yön değiştirmeye başladı:
"Erdoğan, yoksulun, fakirin, fukaranın, dar gelirlinin refah düzeyini yükselttiği için şimdiye kadar girdiği tüm seçimleri kazandı. Ama yeni bir durumla karşı karşıyayız. Bu politikanın doğru olduğunu düşünmüyorum."
Sonraki durak neresi acep?
* * *
Ya önceki duraklarınız nasıldı?
Sahi, siz nasıl böyle "yandaş" oldunuz?
Ne ara böyle zenginleştiniz?
Vicdanınızı ve mesleğinizi nasıl pazara çıkardınız?
Güçlenmek için hangi "fedakârlıklar"a katlandınız?
Ama duymuşsunuzdur bir yerlerden, "Sultan Süleyman’a kalmadı dünya"; her şeyin bir sonu vardır.
Bazen insan, yaşadığı dönemin hep süreceği yanılgısına kapılıyor.
Hele bir de o dönemin nimetlerinden yararlanıyorsa...
Karnı doyuyor ve cebi doluyorsa...
Önünde binlerce insan iki büklüm eğiliyorsa...
Her istediğini yapıp kimseye hesap vermiyorsa...
Ne toplumdan, ne yasalardan, ne de ahlaki ilke veya dinî kurallardan korkuyorsa...
Gün bugünse...
Baskın basanın, vurgun vuranınsa...
* * *
Elbette bu mutluluğun bitmesini istemez ve tersini isteyenlere karşı da tepki duyar...
Hatta onlardan nefret eder...
Onları susturmak için elinden geleni yapmaya çalışır.
Ama doğa yasalarının (isterseniz "kader" deyin) önüne hiç kimse geçemez.
Her şeyin bir sonu vardır.
Peki, oyun bitince sizin haliniz ne olacak?
Bu iktidar olmadan siz ne yaparsınız?
Perde kapanınca nerelere kaçışacaksınız?