Başka bir ülkenin politik hayatını tüm çelişkilerine nüfuz ederek etraflıca kavramak çok güç. Savaşını, savruluşunu, alt üst oluşunu, hangi grubun mücadelesinin hangisine karşı olduğunu anlamak, özel bir çaba sarf etmiyorsak imkansıza yakın bir şey. Evvela bunu not etmek lazım.
“Sözler çok faydalı olabilir de olmayabilir de. Ama içeriye ve dışarıya asıl güven verecek olan fiillerdir.” Taliban’ın Katar’daki siyasi bürosunun sözcüsünün bu açıklaması dün sabah son dakika haberi olarak yayınlandı. Bunun öncesinde de çalışan kadınlarla ilişkili başka bir açıklama haberlere konu olmuştu. Ülkenin kontrolünü ele geçirmesinin ardından, kadınların çalışmasına izin verileceğini ve kızların okula gitmekte özgür olacağını belirtmiş olan Taliban, bu konuda yeni bir uyarıda bulunuyordu: “(Bazı) Savaşçılarımız kadınlara nasıl davranılacağı ve kadınlarla nasıl konuşulacağı konusunda eğitimli değil. O yüzden çalışan kadınlar bir süre evlerinde kalsın.”
Uluslararası Af Örgütü Kriz Danışmanı Brian Castner ise Taliban’dan gelen açıklamaya şu cümlelerle karşı çıkıyor: “Retorik ve gerçek hiçbir şekilde uyuşmuyor ve bence retorik samimiyetsiz olmaktan daha fazlası. Rastgele bir Taliban savaşçısı bir insan hakları ihlali veya ihlalleri yaparsa, bu rastgele şiddet olarak değerlendirilebilir. Ancak insanların evlerine gidip insanları aramak için sistematik bir sistem inşa edilmişse, bu başka bir şeydir. Retorik, gerçekten neler olup bittiğini örtbas etmeye yetmiyor.” Brian Castner’in itirazı bölgedeki tecrübesine de dayanan çok haklı bir itiraz.
Açıkçası “savaşçılarımız kadınlarla nasıl konuşulacağı konusunda eğitimli değil” diyen bir cümle, kadınların karşı karşıya olabileceği riskleri hemen açık eden bir cümle değil. Fakat bu cümleden sonra kadınlara bir süre sokağa çıkmamayı ve evde kalmayı öneren cümle geliyor. “Kadınlara nasıl davranacağını ve kadınlarla nasıl konuşulacağını bilmeyen savaşçıların” kadınların yaşamına ve yaşam hakkına karşı bir risk oluşturduğunu da esas olarak bu cümle açığa vuruyor. Nasıl davranacağını bilmemek basitçe bir nezaketsiz ya da uygunsuz davranıştan çok daha fazlasını ima ediyor çünkü. Taliban’ın kontrolü ele geçirdikten sonra ardı ardına yaptığı bütün bu açıklamalar çok tedirgin edici.
Bir yandan mademki şu anda ülke Taliban’ın kontrolünde ve mademki bugünden yarına bu durum değişecek gibi görünmüyor, dayanışma çabalarının bütün önceliği, başta kadınların ve çocukların olmak üzere Afgan halkının güvenliği sağlamak olmalı. Bunun için de Taliban’ı -sözüne güvenmek için hiç ama hiçbir neden olmasa bile- verdiği sözleri tutmaya ve yazının başında kendi sözcülerinin ifade ettiği gibi “güven verici fiillerde” bulunmaya zorlamak lazım. Taliban’ı korkunç şeyler yapmaktan alıkoymanın yolu, Taliban korkunç şeyler yapacak deyip durmak olmayabilir. Gerçekten çok zor bir denklem...
AKPMHP iktidarınca yapılan açıklamalarda da -sanki Taliban’ı radikalliği sürdürmekten ya da daha da sertleşmekten alıkoymanın bir yoluymuş gibi sundukları- benzer bir tutumun benimsenmiş olması bu zor denklemi iyiden iyiye güçleştiriyor. Bu takıyyeci dille olan tecrübemiz, zor koşullarda en makul yolu irdeleme imkanını da belirli biçimlerde zayıflatan bir tecrübe. Bu yetmiyormuş gibi Vatan Partisi perspektifinin hâkim olmuş göründüğü Cumhuriyet Kadınları Derneği de (CKD) Afganistan’da Taliban’ın kontrolü ele geçirmesini bir zafer tablosu olarak sunuyor. Buradaki sadece takıyyecilik de değil, adı “Cumhuriyet kadınları” olan bir derneği radikal İslamla aynı tabloya ekleyen ağır bir bağnazlık ve ezbercilik söz konusu. CKD başkanı Tülin Oygür, ezberlerle yoğrulmuş bir cumhuriyet savunuculuğunun ne derece bağnaz olabileceğini gözler önüne serdi. Oygür, “Bazı kadın örgütlerinin bir araya gelerek savundukları ‘Taliban’ı tanımıyoruz, Taliban’ı tanıyanı da tanımıyoruz’ sloganına karşı ‘Bağımsız Afganistan’ı tanıyoruz, Bağımsız Afganistan’ı tanımayanı da tanımıyoruz’ diyoruz. Yaptıkları ‘derin’ siyaset analizinde ABD’yi, Afganistan işgalini sürdüremedikleri için kınamalarını da hazin bulmakla birlikte, kendilerine yakıştırıyoruz” dedi. Bununla kalmadı ve sözlerini “Bağımsızlık, gerçek uygarlığa kavuşmanın ön şartıdır. Afganistan’da olan budur. Taliban’ın şeriat rejimiyle yönetecek olması bu gerçeği değiştirmiyor. Bundan sonrası işgalcilerin postalları altında yaşamaktan kurtulan kadim Afgan milletinin açacağı yeni yollara bağlıdır” diye sürdürdü.
Elbette, başta kadınlardan ve kadın örgütlerinden olmak üzere bu açıklama çok yaygın bir tepki gördü. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKFD) Başkanı Canan Güllü bu açıklama hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. Açıklamayı takiben dernekten istifa eden isimler oldu. Aralarında dernekten istifasını açıklayanların da yer aldığı 100’e yakın kadın, Türkiye’nin Atatürkçü vatansever kadınlarının Afganistan değerlendirmesi sözleriyle kamuoyuna sunulan başka bir açıklama yayınladı. Bu açıklamada her ne kadar Taliban’ın desteklenmediği ayan beyan belirtilmiş olsa da metne hâkim olan dil yine oldukça hamasi bir dildi.
Görünen o ki bir yandan Taliban’ı da Taliban’ı tanıyanı da tanımama kararında ısrarlı olurken, bir yandan da sadece ve sadece kadınların, çocukların ve Afgan halkının güven içinde yaşama hakkıyla dayanışmanın bir gereği olarak, Taliban’ı “güven verici fiillere” ve uluslararası tanınmayı bu “fiillerle” aramaya zorlamak gibi güç bir işi başarmak gerekiyor. Bu da ancak doğrudan Afganistan’dan, Afgan halkından ve Afgan diasporasından gelen talepleri ve bilgileri dikkate almakla mümkün. Hiç değilse sivil toplum alanında kurulacak dayanışma ağlarının temel önceliği bu olmalı. Bu devletlerin ya da hükümetlerin derdi ya da önceliği olamıyor maalesef. Onlar Fehim Taştekin’in çok iyi ifade ettiği üzere, “Şimdilik Afganistan’la diplomatik ilişkiyi sürdürmek ve Kabil’de kalmak için karanlığın içinden gelen Taliban’ın içinden çıkacak bir ışığa bakıyorlar! Sanırım bu yalana ihtiyacı olan çok.”
Başkasının ülkesinin kavgasını anlamanın ne denli zor olacağını Türkiye’nin politik gelgitlerini takip etmeye çalışan iki yabancı arkadaşım sayesinde pek güzel anlamıştım. Onlardan biri alt kimliklerden fazlasıyla nasiplenmiş ve bu kimliklerin getirdiği güçlüklerle savaşmış biriydi. Üstelik hem dünya hem de Türkiye’de olan bitenle epeyce ilgiliydi. Fakat bu arkadaşım sonuç olarak epeyce uzak ve farklı bir coğrafyadan buraya bakıyordu. Türkiye’de beni mutsuz ettiğini düşündüğü bir şey yaşanmışsa -mesela AKP yine seçim kazanmışsa filan- bir Türkiye ziyaretinde satın aldığı ayyıldızlı Türk bayrağı formundaki kırmızı tişörtünü giyip çektirdiği fotoğrafı, sosyal medyasından beni de etiketleyerek paylaşır ve dayanışmasını böyle gösterirdi. Bu çok iyi niyetli çaba karşısında bir şey de diyemezdim tabii. Bir Türk’le beraber olan başka bir yabancı kadın arkadaşım da beni sevgilisiyle tanıştırmak istediğini ve çok iyi anlaşacağımızdan emin olduğunu söyler dururdu. İkimizin de “muhalif” olduğumuzu düşünerek bu sonuca varıyordu. Fakat tarif ettiği adam bildiğin ulusalcıydı, hem de en sekterlerinden... Şimdi neresinden başlayıp nasıl anlatacaksın. Çok zor ve çok yorucu...
Dediğim gibi başka bir ülkenin politik yarılmalarına nüfuz etmek kolay iş değil. Suriye’de yaşanan savaş gibi, ABD’nin Afganistan’ı Taliban’a bırakarak çıkışı, diğer bir deyişle US-exit yapması da bu durumu açıkça gösterdi. Anti-emperyalizm, tam bağımsızlık, gibi her derde deva ezber kelimelerle başka ülkelerin kodları çözülemiyor.
Mesela Afganistan’da ne olup bittiğini biraz olsun “çalışmak” gerekiyor.
Bazılarımız senelerdir bir tarafa Suriye haritasını koyup Afrin, Azez, İdlib, Münbiç, demeden inceleyip durduk. Değişip duran koşulları ve dengeleri biraz olsun anlamak için de tabloya hakim olan isimlerin yazılarını okuyup durduk. Hiç değilse bu basit çabayı göstermeye ve Suriye üzerine elden geldiğince kıraat etmeye çalıştık. Afganistan’la ilgili olarak da en azından bu çabayı göstermek şart.
Sadece İlhan Uzgel’in şu söyleşisini izlemek bile epeyce zihin açıcı. Tam bağımsızlık, Afganistan’dan sökülüp atılan ABD, anti emperyalizm gibi ezberlenmiş anahtar sözcüklerin Afgan kilidine hiç mi hiç uymadığını çok iyi anlatıyor. Aydın Selcen ayrı, Fehim Taştekin ayrı oradaki çatışmanın puzzle karakterini gözler önüne seriyor. Başka isimler de var. Ben düzenli olarak okuduğum ve ilk anda aklıma gelen isimleri yazdım sadece. Konuyu bizi ilgilendiren boyutlarıyla anlamak için de samimi bir ilgi şart. Afgan göçüyle hop oturup hop kalktığımız günlerde, göçlerle olan tarihimizi bir gazete yazısı kapsamında da olsa kavrayabilmek için Taner Timur’un “Dünden Bugüne Türklerin Göçle Sınavı” başlıklı yazısını okumak fena mı olurdu? Şu hızla değişen gündemler karşısında görüş oluştururken olgusal bilgiye ulaşmak için de asgari bir çaba göstermek lazım...
Tabii bir yandan da Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesine ilişkin ezber ve hamasi değerlendirmeler sadece kıraat eksikliğiyle de açıklanamaz tabii... Aydın Selcen’in dediği gibi “ ‘ABD’yi kim yenilgiye uğratırsa baş-göz üzerine’ diyecek en islâmcısından, en (‘anti-emperyalist’) ulusolcusuna pek çok kesim sevincini bastırmakta zorlanıyor.” Bu kesimlerin ölümüne karşıymış gibi göründükleri “bağnazlıklardan” neredeyse radikal İslamcılar kadar mustarip olduklarını da Afganistan’da olanlara ilişkin yorumları gösteriyor. Gerçek imalarıyla seküler düşünceden fersah fersah uzaklar.
Çubuk çok bükülünce karşı uçla buluşuyor işte... Kaçınılmaz bu.
Yalanın dışında bir yol arama işini yine en önce kadınlar, kadınların acilen ördüğü dayanışma ağları yapacak. CKD derneği başkanının talihsiz açıklamasına rağmen buna güvenim sonsuz. Kendi adıma bu umudu EŞİK’in yaptığı Afgan kadınlarla küresel dayanışma toplantısında gördüğümü söyleyebilirim. İkincisine katılabildiğim toplantıda, dünyanın dört bir yanından kadın katılımcıların aldığı ortak mücadele kararı ve bu amaçla oluşturmayı planladıkları dayanışma ağı gerçek bir umut yarattı.
Küresel kadın dayanışması yine açık ve net olarak bildiği bir şeye sahip çıkacak; kadınların yaşam ve özgürlük savaşına. Bütün dikkatimiz ve gücümüzle orada olmamız bizim de yararımıza.