Antalya valisinin Çin filmlerinden fırlamış kostümlü mesajı beni çok etkiledi. Yıllardır dış politikanın yanlış yürütüldüğünü savunan biri olarak yüreğime su serpildi. Valinin korumasının “vallahi benim suçum değil, emir kuluyum” bakışı dışında gayet yerinde bir kompozisyon. Vali bey ipler ile uçma hareketi yapıp ormanların, göllerin üstünden de mesaj verebilirdi Çin halkına ama bu da fena sayılmaz hani. Üstelik Çinlilerin Erdoğan’ı İpek Yolu temalı bir toplantıda misafir edeceklerini de düşünecek olursak zamanlama mükemmel.
Öyle değil mi zaten? Diplomasi, dış politika zamanlama işidir bir nevi. Dünü, bugünü ve geleceği aynı anda önünüze serer hamlenizi yaparsınız. Hele hele coğrafyaya hakimseniz tadından yenmez. Eliniz ABD’ninki gibi dünyanın her yerine uzanamaz belki ama en azından kendi bölgenizde “sizin onay vermeyeceğiniz” hiçbir politikanın hayata geçirilme şansı olmaz.
Gerçi Davutoğlu’nun “Esad üç ayda gider, biz de Müslüman Kardeşlerimiz ile güzel güzel yönetiriz” türünden sapmaları da olur bu projeksiyonların ama bu kadarı kadı kızında da olur! Emevi Camii’nde kılınacak namazı ertelemek de Müslümanlığımıza ya da dış politikamıza halel getirmez.
Kürt kartı ile avlanmaya çıktığımız Suriye’de av durumuna düşmek ise yol kazası olmanın dışında anlam ifade etmez! Nasılsa kendisini dış politika için feda edecek çok sayıda askerimiz var, yeter ki iktidarın bekası sağlansın!
Ertuğrul Özkök 12 Mayıs’ta Hürriyet gazetesindeki yazısında “söylemesi yürek isteyeni” söylemiş.
Keşke aynı cesareti birkaç yıl önce Esad ile röportaj ihtimali doğduğunda gösterseydi. O zaman “devletimin çıkarları” söylemine takılmıştı yanlış hatırlamıyorsam.
Gazetecilerimizin bu tavrı sıkça karşılaştığımız bir durum. Hükümetin çıkarları ile devletin ali çıkarları her zaman birbirine karıştırılır. Bu yüzden basınımızın anlı şanlı isimleri “toplumu rahatsız eden at sineği” değil “iktidarların dönemsel halkla ilişkiler elemanı” görüntüsü sergiler.
Özkök bizim gibi kriz boyunca Suriye’de bulunan ya da süreci yakından takip eden az sayıda gazetecinin onlarca defa çeşitli şekillerde dile getirdiği gerçekleri yeniden “keşfederken” de tam cesaret gösterdiği söylenemez. Bütün dünyanın PYD’yi IŞİD ile samimi olarak savaşan tek güç olarak gördüğünü yazmış.
Cesaret dediğimiz işte burada ortaya çıkıyor. PYD’nin Suriye ordusu, Rusya, Hizbullah ile birlikte IŞİD ile samimi olarak savaşan güçlerden biri olduğunu yazacaksınız, öyle görüldüğünü değil. Gerçi hükümet ve yandaş basından paparayı yemek de var bu durumda ama cesur yürek olmanın her zaman böyle riskleri vardır. İleride ittifaklar değiştiğinde yazmayı bekliyorsanız zaten ona cesaret değil “böyle buyurdu hükümet” yazısı denir.
Hükümet Suriye krizi başladığı günden bu yana her adımında yanlış strateji izledi. Alınan her yanlış karar bir süre sonra aleyhimize döndü ve telafi için alınan kararlar da bir hatalar sarmalı yarattı.
Davutoğlu’nun hayalleri pastadan pay kapma fırsatçılığı ile birleşince komşuya yardım etmek bir yana yanan evine de göz diktik.
Hesap çok basitti: Kürtler de isyana katılır ve katalizör olur, biz Kürtleri kafalarız ve zaten halkın kucak açtığı Müslüman Kardeşler iktidara gelince gül gibi geçinip gideriz.
Ama olmadı. Esad 2012’de Kürt bombasını kucağımıza attı ve o günden beridir hükümetin Güney Suriye politikası ayar tutmuyor. Üstelik her geçen gün daha da büyüyen sorunlar yaratıyor.
Tamam. Buraya kadar gelindi. Bundan sonra ne olacak peki?
Özkök’ün PYD ile diyaloğu keşfetmesi ise artık gazetecilerin dış politika belirlediği anlamına gelmiyor. Hemen ardından sökün eden “PYD ile kavga edeceğimize niye anlaşmıyoruz” yazıları bunu gösteriyor. Demek ki birileri kamuoyunu bu ihtimale ısındırıyor.
Verda Özer’in Özkök’ten bir gün sonra kaleme aldığı yazısı ile devam edelim.
Özer ilk paragrafında durumu güzel bir şekilde özetlediği yazısının açılımında “Esad’ın PYD/YPG varlığını Türkiye’ye karşı bir kart olarak kullanabileceğini” yazıyor. Esad zaten 2012’de bunu yapmıştı. Dışişleri kaynaklı olduğu çok belli olan bu tespit için geç kalınmadı mı?
Özer “işte tam da bu yüzden bu oyunu, denklemi değiştirecek farklı bir şey denememiz gerekiyor” diyor. Doğrudur.
Sonra beni dumura uğratan “PYD ile YPG’yi birbirinden ayırmamız gerektiği” cümlesi ile devam ediyor. TSK’yi Türk devletinden ayırmak gibi bir şey yani. Mantığım almıyor bu öneriyi.
Sonra sözü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı İlnur Çevik’in New York Times’ta yer alan ifadesine getiriyor: PYD de bir Barzani olamaz mı? Sahi olamaz mı? Bunu Erdoğan’nın danışmanı olarak mı, Amerikan ağzıyla mı söylüyor İlnur Çevik? Her zaman işkillenmişimdir kendisinden. Yoksa Trump Erdoğan’a “Barzani ile gül gibi geçiniyorsunuz, Salih Müslim’in nesi var?” mı diyecek?
Abdulkadir Selvi de dünkü yazısında Erdoğan’ın AKP’nin başına geçer geçmez uygulamayı düşündüğü yeni stratejik yol haritasının ipuçlarını vermiş. PYD, PKK, Kürt meselesi, açılımlar ne ararsanız var.
Selvi ve diğer gazetecilerin yazdıklarından Erdoğan’ın PYD kırmızı çizgisini de silmeye ve hatta Türkiye’yi de kapsayacak şekilde yeni bir Kürt açılımı yapmaya hazırlandığı anlamı çıkar mı? En azından böyle bir niyetin olabileceğinden bahsedilebilir. Peki öyle bir niyet varsa başarı şansı ne olur?
Buna ancak tarafların istedikleri / istemediklerine bakarak cevap verebiliriz:
ABD Türkiye’nin o veya bu şekilde PYD ile yakınlaşmasını ister. Böylece bir yerine iki müttefik ile devam eder. Bu durumda Kürtler kuzeyde rahatlar ama Şam’ı kaybedebilirler. Şam’ı kaybetmeleri saha gerçeklerine uygun bir durum değil şimdiki koşullarda.
Rusya bir yandan Kürtleri kaybetmemeye çalışıyor diğer yandan Erdoğan’ı ABD’den uzak tutmaya çalışıyor. Erdoğan’ın Trump ile anlaşması durumunda Putin ihanete uğradığını düşünebilir.
Kürtler Türkiye’yi reddederse ABD’nin baskısına maruz kalabilir ve bu kez iki mengene arasında sıkışmamak için yol ararlar.
Suriye ise bütün bu gelişmelere karşı egemenlik haklarını korumak için yeni hamleler yapabilir.
Şimdi asıl “ezber bozucu” ifadeye gelelim: Türkiye’nin yapması gereken bölge gerçeklerinden yola çıkarak, bölgenin önemli ülkeleri Rusya, İran ve gelişmelerin sahnesi konumundaki komşusu Suriye ile birlikte hareket ederek Kürtlerin temel haklarını tanımak ve IŞİD’e karşı samimiyet ile savaşan bu güçler ile işbirliği yapmaktır.
Sadece PYD ile yapılacak bir işbirliği Suriye’den alan kapmak anlamına gelir ki bunun orta ve uzun vadede ne Türkiye’ye, ne PYD’ye ne de diğerlerine faydası olur. Diğer yandan Kürtler olmadan yapılacak bir anlaşmanın da anlamsız olacağı açıktır. Bütün bunların üstüne dört ülkeyi kapsayan bir coğrafyaya dağılmış olan Kürtler (aralarında bazı konularda anlaşmazlık olsa da) artık daha entegre hareket edebiliyorlar. Elin memleketindeki Kürtler ile görüşüp kendi ülkenizdekileri görmezden gelmek olur mu?
Bir kez daha fırsat var önümüzde. Bakalım kullanabilecek miyiz, yoksa fırsatçılık hastalığımız devam mı ediyor göreceğiz.