Çirkinlik, aşırılık ve oburluk etik, estetik her düzeyde hayatı ele geçiriyor. Güzellik her geçen gün daha çok ölüme benziyor. Gerçeklikle ayakkabı bağcığından ya da akıllı telefonlarımızın ekranlarından daha sağlam bağlar kurmanın bir yolunu bulmak gerekiyor.
Hayat, tüm boyutlarıyla, hızla çirkinleşiyor. Açgözlülük,
özensizlik, düzensizlik, yolsuzluk, liyakatsizlik, standart
yoksunluğu, yüksek hız, aşırı tembellik, yoksulluk, adaletsizlik,
haksızlık, mutsuzluk, yalnızlık… Günümüz hayatına damgasını vuran
her şey, birer büyük çirkinlik üreteci.
Güzellik çoğunlukla estetiğin alanında tartışılan bir kavram.
“İyi”ye daima güzel, “güzel”e daima iyi diyemiyoruz sözgelimi. Öte
yandan bir insanın ya da bir binanın güzelliğini tanımlamanın
bildik ölçütleri uyum, simetri, canlılık gibi ortak kavramlar
içeriyor. Bunların da ortak noktası, yaşama yakınlık. Gençlik,
güzel koku, çağıldayan şelale ya da parlak bir elma arasındaki
ortak nokta, bizi ölümden çok yaşamın tarafında
hissettirmeleri.
Yaşlılık, çürüme, kötü koku, bozulma, hasar, yıpranma, azalma,
dökülmeyse daha çok ölümün tarafında görülen şeyler. Tüm bunlar
kültür endüstrisinden kozmetiğe ve gıda sektörüne birçok alandaki
‘yalan’ın da başlıca sebebi. Daha taze görünsün diye üstüne sprey
sıkılmış elma, parfümlü çiçek ya da doğal olmayan yollarla yaşından
çok genç görünen insanın en düz anlamıyla birbirine yakın bir
yalanı paylaştıkları söylenebilir.
Öte yandan insan ilke olarak bir tüketim nesnesi değil ve
giyimden üremeye uygarlığı oluşturan pek çok alışkanlık,
doğallıktan uzaklaşma yönünde olmuş. Yemeği daha doğal olsun diye
elimizle yemediğimiz gibi cinselliğe belirli bir estetik boyut
kazandırdık ve kendimizi süslüyoruz. Koca dünyayı kendimize ait
kılabilmek için verdiğimiz onca savaştan, oluşturulmuş onca yapay
kural ve düzenlilikten sonra, doğallık göründüğü kadar doğal değil,
olamaz da.
İnsan öyle garip bir yaratık ki hem romantik aşkı, hem erotizmi
hem de pornografiyi yaratmış. En estetik, mahrem, sisli, loş olanla
en çıplak, kaba, hayvani, dolaysız olanı hep bir arada arzulamış.
Korku ve cinayet türlerine duyduğumuz ilgiyi hiç yitirmememiz,
‘eğlence’ ve hazzın önemli bir kısmının ölüme duyduğumuz merakla
ilgili olması da bu kapsamda düşünülebilir. Pornografi beni genelde
rahatsız eder, korku ve polisiye türlerineyse düşkünüm. Herhangi
bir yargı içinden karşılaştırmıyorum bu yazıda bunları, merak, haz
ve eğlencenin temellerine dair düşünceler…
Çirkinliğin Kültürel
Tarihi
Moda ve çağdaş sanatlar, adları üstünde, çağın ruhuyla iç içe
ilerleyen şeyler. Yüzyıl öncesinin insanına güzel görünen şeyler
bize artık güzel gelmiyor. Bundan daha karmaşık nedenlerle ise,
çirkinliğin kendisi uzun süredir bir değer halini almış durumda. Bu
konuda son dönemlerde bizde de yayımlanan çok ‘güzel’ bir kitabı
okumanızı öneririm: “Çirkinliğin Kültürel Tarihi.” Son yıllarda
televizyon programlarından oyuncaklara, edebiyattan müziğe birçok
alanda çirkinliğe artan ilgiye dikkat çekiyor kitap. Çirkin
bireyler, çirkin gruplar ve çirkin duyular gibi farklı bağlamlarda,
toplumsal, politik, sanatsal, ekonomik, farklı yönleriyle
çirkinliğin tarihini anlatıyor. Bizde komedinin giderek bir
aşırılıklar, çirkinlikler komedyasına dönüşmesinden yola çıkarak
uzun süredir bahsetmek istiyordum bu konudan ve kitaptan, bugüne
kısmetmiş.
Dün rastladığım, bir çift çirkin, eski görünümlü yeni ayakkabı
modeliyle başlayan düşünceler yazdırdı bana bu yazıyı. Golden Goose
firması tarafından üretilen "superstar taped sneakers" model
ayakkabının İtalya’da 375 Euro’ya, ABD’de ise 530 dolara
satılmasına dairdi haber. Şu anın dolarıyla yaklaşık 3250 TL
ediyor. Tüm olayı da bilerek yıpratılmış, eskilikten bantlanmak
zorunda kalmış gibi görünmesi! Ayakkabının İtalyanca tanıtımında
“bağcıklar kasıtlı olarak yıpratılmıştır” notu yer alıyormuş.
Eskilik, hasar, yıpranmışlık gibi, geleneksel anlamda ‘çirkin’in
ya da fakirliğin alanına giren şeylerin moda olması pek yeni bir
durum değil. Yırtık kot giymeyenimiz yok sözgelimi. Salaş restoran,
salaş giysi, salaş insan konseptlerinden gına geldi. Yırtık kotta
hadi yine erotik bir çağrışım var da, bantlanmış eski ayakkabının
olayı nedir? Kaykaycı kültürü biçiminde açıklanıyor, ayrıntısını
pek bilmiyorum. Evde gotik gotik dolandığımız ilk gençlik
yıllarında bilerek eski tişört giyme havalılığıyla bu aşırılık ve
saçmalığı aynı yerde görmek çok zor.
Hayat ikilikler üstüne kurulu, güzelliği var eden, çirkinlikten
başka bir şey değil. Zenginin zenginliğinin başka insanların
yoksulluğuna bağlı oluşu gibi. Tüm bunlar büyük miktar yanılsama da
içeren bir denge içinde sürüp gidiyor. Hiç de iyi bir denge değil
bu, en gelişmiş ülkelerde bile görünürdeki güzelliğin altında
kurtlar kaynıyor. Bizimki gibi ülkelerde ve kuralsızlığın giderek
her alana hakim olduğu böyle zamanlardaysa, çirkinlik giderek ruhun
içine kadar sızıyor, her şeyi ele geçiriyor.
Hayatımız güzel değil. Ufacık bir güzellik yaratmak, her güne
yayılan sistemli bir çaba istiyor. İlişkiler pamuk ipliğinden
hallice, zayıf, dayanıksız, çürük. Kahkahalar gücenikliği çok
andırıyor. Anı yaşama oburluğuyla hayatı fragmanlara
indirgediğimizden, güzelliğe yalnızca değip geçiyoruz. Çubuk şeker
gibi emip atıyor, çamura düşürüyor, tutup elinden kaldırmaktansa
yürümeye devam ediyoruz. Ruhların bunca çirkinliğe bulandığı bu
obur zamanlarda her türden güzellik en hızlı tüketilebilen,
dolayısıyla ölüme en yakın şey. Çirkinlik daha dayanıklı, güçlü,
semirmeye ve ayakta kalmaya müsait.
Fakirlikle dalga geçmek ve/veya fakirlik fetişizmi bir noktada
aynı kapıya çıkıyor ve özel türden bir çirkinliğin yayılımına
hizmet ediyor. Çok zor, acılı, hiçbir yanıyla güzel olmayan
gerçekliği tüketim kültürünün anlık hevesinin bir parçası kılmaya.
Çok bildik empati tanımındaki ‘başkalarının ayakkabılarıyla
dolaşma’ fikri falan yok bunun altında. Başkalarının ayakkabılarına
(da) sahip olma, onun da bir tadına bakma arzusu var. Evde
oturduğun yerde rahat koltuğundan kanlı bir korku filmi izlemenin
‘heyecan verici’ oluşundan bin beter bir ‘zevk’ bu. Çünkü dünyada
birileri havalı diye bantlanmış kirli görünümlü ayakkabıya dünyanın
parasını sayarken yüz binlerce insan giyecek ayakkabı bulamıyor,
çocuklar açlıktan ölüyor. Bu noktada ‘böyle modanın ızdırabını’
dışında denecek bir şey kalmıyor.
Çirkinlik, aşırılık ve oburluk etik, estetik her düzeyde hayatı
ele geçiriyor. Güzellik her geçen gün daha çok ölüme benziyor.
Gerçeklikle ayakkabı bağcığından ya da akıllı telefonlarımızın
ekranlarından daha sağlam bağlar kurmanın bir yolunu bulmak
gerekiyor.