Kültür Politikaları Çalışmalarının bu seneki raporu da hem ülkenin hem de dünyanın önemli tartışma başlıklarından biri olan göç üzerine. "Birlikte Yaşamak: Kültürel Çoğulculuğu Sanat Yoluyla Geliştirmek" başlıklı rapor İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük göç dalgasıyla karşı karşıya olan insanlığın kültür yoluyla neler yapabileceğini araştırıyor.
Kurtuluş'ta sıradan bir gün. Akşam işten dönüp evlerine giden insanlar Al Rahman'a uğrayıp 5 liraya falafel alıyorlar. Ya da çok istiyorlarsa nasıl okunuyor bu diye sordukları diğer yemeklerden. Toplam 20 lirayı aşmayan bir harcama yapıyor. Adım başı dönercilerin arasında Türkiye'de yaşayan genç insanların akşam karınlarını doyurabileceği düzgün alternatiflerden biri. Daha önemlisi de Suriyeli sığınmacılara yaklaştığımız ender anlardan biri. Sipariş verirken Türkçe bilmeyen kasiyerle "İçine şundan koyma, bundan koy" diye anlaşmaya çalışıyoruz. Ve diyaloğun sonu, Suriyelilerle karşılaşma anımız bu kadarla sınırlı kalıyor.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Kültür Politikaları Çalışmaları başlığı altında yedi yıldır Türkiye'deki ve dünyadaki kültür dünyasının sorunlarına dair çalışmalar düzenliyor. Yedi yıl boyunca her sene bir rapor yayınladı. Kamusal alanda sanattan kültür ve sanatın ekonomik etkisine, uluslararası bienallerin finansmanından sanat eğitimine, yerel yönetimlerden katılımcılığa kadar birçok başlığın incelendiği raporlar ülkemizdeki kültür politikaları alanındaki büyük bir boşluğu dolduruyor.
Kültür Politikaları Çalışmalarının bu seneki raporu da hem ülkenin hem de dünyanın önemli tartışma başlıklarından biri olan göç üzerine. "Birlikte Yaşamak: Kültürel Çoğulculuğu Sanat Yoluyla Geliştirmek" başlıklı rapor İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük göç dalgasıyla karşı karşıya olan insanlığın kültür yoluyla neler yapabileceğini araştırıyor. Raporu hazırlayanlar da yıllardır bu alan üzerine çalışan, araştırma yapan ve raporlar hazırlayan iki isim: Dr. Feyzi Baban ve Dr. Kim Rygiel.
Bir durumu metinle ifade etmek her zaman o kadar etkili olmayabiliyor. Ancak rakamlar ve görseller durumun vahametini yüzümüze çarpabiliyor. Suriyeliler artık dünyanın her yerinde, en çok da Türkiye'de. Dünya genelinde 68,5 milyon insan zorla yerinden edilmiş olarak hayatını sürdürüyor. 68,5 milyon orta ölçekli bir ülkenin nüfusuna eşdeğer. Yerinden edilenlerin sayısı yeni bir ülke kuracak kadara ulaşmış durumda.
Türkiye de 2017 yılı sonu itibariyle 3,5 milyon mülteciyi barındırıyor. Çoğu da bildiğimiz gibi Suriye'den göçenler. Ve daha önemlisi Suriyeli sığınmacıların 2 milyondan fazlası 0-25 yaş arasında. Bu bilgi ilk başta pek bir anlam ifade etmiyor olabilir. Ancak büyüme ve yetişkinliğe erişme çağına gelen birini düşünelim. Bu ülkede ailesinin doğup büyüdüğü ülkeyi görmemiş bebekler var. Bu ülkede kendi ülkesinde doğup temel eğitim almadan Türkiye'ye gelmiş çocuklar var. Üniversite eğitimini Türkiye'de alan gençler var. Ülkesinde açılma fırsatı bulamadan Türkiye'ye gelmiş eşcinseller var. Cinsiyet geçiş sürecine Türkiye'de başlamış translar var.
Birçok Türkiyeli Suriyelilerin bir gün geri döneceğini, bunun geçici bir dönem olduğunu düşünüyor. Ancak görmek istemiyoruz ama durum açık, Suriyeliler bir daha kolay kolay geri dönmeyecek. Burada iş kuran, eğitim alan, sosyal çevresini oluşturan bir genci ülkesine geri dönmesi için zorlayamazsınız. O halde durum net, birlikte yaşamanın yollarını arayacağız. Durum net, ancak o kadar basit değil. Ancak basit yollar bir başlangıç olabilir.
Birlikte Yaşamak raporunun en kıymetli yanlarından biri de iyi örneklere odaklanması. Berlin'de yaratıcı sektörlerden insanların ve sığınmacıların bir araya geldiği KUNSTASYL, yine Berlin'de mutfak kültürü yoluyla insanları kaynaştıran Über den Tellerand, Kopenhag'da mülteci sanatçılara imkan sağlayan Immart Kolektifi... Ya da Türkiye'ye bakarsak, Gaziantep'te kültürel etkinlikler düzenleyen Kırkayak Kültür, Suriyeli entelektüel ve sanatçıların kurduğu Hamiş, sanatçı Güneş Terkol'un düzenlediği Suriyeli Kadınlarla Sanat Atölyesi sayılabilir. Yani iyi örnekler var, iyi örnekler gerçekleşebiliyor. Sadece birkaç kişinin elini taşın altına koymasına bakıyor. Bu sıraladığımız örneklerin çoğu sivil vatandaşlar tarafından belli bir destek olmadan, belki de sadece "bir şeyler yapalım" düşüncesiyle çıkmış işler. Küçük işlerin ne kadar güçlü etkiler yaratabileceğini görüyoruz bu sayede.
Başa dönersek... Kültür ve sanat dediğimizde aklımıza ilk gelen şeyleri bir kenara bırakalım. Kültür en başta yemekten başlıyor. Feyzi Baban raporun basın toplantısında bu tarz inisiyatiflerde ve toplantılarda katılımcıların kendi yemeklerinden getirip birlikte yedikten sonra tartışmaya başladıklarından bahsetmişti gülerek. Çünkü mesele temelde çözülüyor, birbirimizin yemeğini yediğimizde, birbirimizle yemeğimizi paylaştığımızda ortak noktaların daha kolay bulunduğunu görüyoruz. Kadıköy'de bulunan Komşu Kafe Kolektifi bir süredir farklı ülkelerin mutfaklarına dair geceler düzenliyor mesela. Ancak bu tarz örneklerin geliştirilmesi gerekiyor. Suriyelilerin falafelini, humusunu severek yiyoruz, şimdi de yemeklerimizi birlikte yemenin zamanı.