Claire güne telaşla uyanıyor. Geceden ütülediği takım elbisesini
giyiyor. Hafif bir makyaj ve sadece mülakatlarda giydiği siyah
topuklu ayakkabısını çıkarıyor. Henüz ev arkadaşı uyanmamış, sessiz
olmaya çalışıyor. Sabah 9’da Wall Street’te mülakatı var. Bir
yıldır hayaller şehri New York’ta. Bu süre zarfında 30’dan fazla iş
görüşmesine gitse de olmuyor bir türlü. Nihayet görüşme için adresi
verilen gökdelenin 21'inci katında. Beklenen görüşme başlıyor. “İş
mülakatında başarı”, “kendinizin patronu olun”, “İste ve yap” gibi
adları olan tüm kitapları ezberlemiş. “Balon dolu bir odadan
balonları patlatmadan nasıl çıkarsın” sorusunu “maaşına zam için
kimi öldürürsün” sorusunu da tam puanla yanıtlıyor. Kendinden emin
mi, yoksa kitaplarda yazanı mı tatbik ediyor bilmeden çıkıyor
odadan. Binanın dışına çıktığı gibi çıkarıyor topuklu ayakkabısını.
Bez ayakkabısına en yakın dostunu 20 yıl aradan sonra ilk defa
görmüş gibi mutlulukla sarılıyor. Aslında o meşhur kitapları
okurken, “kendinize güvenin, topuklu ayakkabı sizi daha cazip ve
uzun gösterir” iddiasını okurken “sebep” diye sormuştu ama iş
önceliği olduğu, kitabın yazarı da milyon dolarlık biri olduğuna
göre yersiz sorulara gerek yok diye düşündü. Bez ayakkabısı
ayağında gündüz çalıştığı kahve dükkanında alıyor soluğu.
Kahvecinin çalışanları Claire’in iş görüşmelerinde giydiği
üniformasını tanıyorlar artık, arkada üstünü değiştireceğine bahse
bile girmeye gerek görmüyorlar. Onu dükkânın sahibi ve New
York’taki en yakın iki arkadaşından biri Michael meraklı sorularla
bekliyor. “Unutma bak işe girersen benim özgeçmişimi de ver, yeter
altı yıl oldu buradayım” diyor. Claire kafa sallıyor.
Michael, ABD’deki sayılı okullardan birinden mezun. İşletme
okumuş. O da pek çok mezun gibi kitaplara konu olan Wall Street’e
kapağı atmak istiyor. Kahveci açma fikriyse anne babasının evlerini
satmasıyla gerçek olmuş. Zira Claire için henüz çanların çalmasına
üç yıl varsa da Michael’in üniversite kredisinin ödemeleri
başlamış. Matematiğinin çok iyi olduğundan dem vuran Michael, günde
bin latte satarsa kredisini sorunsuzca ödeyeceğini hesap ediyor,
ama kira, personel girdisi olunca latte hesabı matematik ile insan
performansı arasında kalıyor… Neyse ABD rüyası bir gün beni de
bulacak diye hem kendini hem Claire’i avutuyor.
Claire ve Michael ikilisinin Amerikan rüyasından pay alma,
eğitimiyle orantılı bir ücret ve koşullarda çalışma isteği onlara
özgü değil. ABD’de her genç bu umutla yola çıkıyor. Tıpkı Claire ve
Michael gibi üniversite öğrencilerini bekleyen kâbus da aynı.
Ödenmesi gereken kredi borcu.
ABD’de her üç öğrenciden ikisi 60 bin ile 500 bin dolar arasında
değişen üniversite kredi borcunu ödemek zorunda. Öğrenci borçları,
ABD borçları içerisinde üçüncü sırada yer alıyor. Üstelik
üniversiteden mezun olsalar da olmasalar da o borç ödenecek. İşte
bu durumda öğrenciler hayallerinin peşinden koşup, efenim robot
yapacaklarına(!), tutkuyla farklarını ortaya koyacaklarına (!),
nasıl bir tutkuysa hep ayrıcalıklı olanlarda görülüyor, borç ödemek
için “ne iş olsa yaparım” noktasına geliyor.
ABD’de ortaya çıkan bu sorun onlara özgü değil, yeni de değil.
Yeni olan bunun herhangi bir dizide yan konu olacak şekilde
sıradanlaşması ve yaygınlaşması. Buna neden olansa bireysel
tembellik, isteksizlik, robot sevmemek değil, her şeyin, eğitimin
bir insan hakkı olmaktan çıkıp metalaşması. Özetle sistemin özünün
açık olduğu bir durum. Çözümse, eğitim bir insan hakkıdır, alınıp
satılamaz diyen gençlerde, buna kafa yoranlarda. Eylülde çocuğunuzu
yıllık ücreti 40-120 bin arasında değişen kolejlere yazdırmak
zorunda kaldığınızda, o gençlerin “eğitim haktır, satılamaz” derken
ne söylemek istediklerini hatırlayacaksınız.
BİRİNİ KURTARIRKEN KİMLİK SORGULAMA DÖNEMİNE HOŞ
GELDİNİZ
Pia Klemp, bir gemi kaptanı. Klemp, 100 kişiden yalnızca birinin
kadın olduğu bir sektörde başarılı bir kariyere sahip. 35 yaşındaki
kaptan Klemp, aynı zamanda bir biyolog. Bu başarılı kaptanı bu
yazısının konusu haline getiren konu can sıkıcı.
Klemp ve beraberindeki mürettebat, 2017’de Akdeniz’de
seyrederken, boğulmak üzere olan bin kişiden fazla mülteciyi
gemisine alıyor. Bunu yapmasının nedeni insani değerlerinin yanında
1982 tarihli Birleşmiş Milletler Uluslararası Deniz Hukuku
Sözleşmesi. Sözleşmenin 98'inci maddesi, “denizde boğulma ya da
ölüm tehlikesi altında olan bir insanın görüldüğünde ona yardım
edilmesi ve kurtarılması gerekir” diyor. Maddenin kendisi insani
bir düzenleme. Uluslararası Deniz Hukuku’na uyduğu için Klemp’e
madalya verilecek ya da onurlandırılacak sanıyorsanız,
yanılıyorsunuz.
Klemp, İtalya’da açılan dava çerçevesinde 20 yıl hapis cezasıyla
yargılanıyor. Dava Klemp ve bazı gemi kaptanlarının Sicilya’da yasa
dışı göçe yardım etme iddiasına dayanıyor. İtalya’da davanın
açılması aslında şaşırtıcı değil. İtalya, Libya başta olmak üzere
Avrupa’ya göç etmek isteyenlerin geçiş durağı. Ancak İtalyan
hükümeti kendisinin de payı olduğu Libya’ya müdahale konusunda
özeleştiri vereceğine sağa yaslanan popülist politikalarla neden
olduğu selin önüne baraj kuruyor.
İtalya AB’nin kurucu çekirdeğinde yer aldı. Bugün de etkili
üyelerden biri. İtalya’nın insanlık dışı uygulamalarına karşı
bugüne kadar AB’den “sen ne yapıyorsun” eleştirisi gelmedi. Daha
kötüsü, Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde, AB’nin ayakta
kalması için Roma’nın konumunu önceleyen Brüksel, Frontex’in
yetkilerini artıracaklarını söyledi.
Frontex, Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı. AB’nin sınır
güvenliğinde ulusal hükümet yetkilileriyle beraber çalışıyor.
Frontex’in bugüne kadar olan eylemleri ve politikaları pek çok defa
eleştirilere konu oldu. Yaşam tehdidi altında olan mültecilerin
hızla ülkelerine iade edilmesi ya da ele geçirilen mülteci
botlarından kişilerin rızası olmadan DNA, kan örnekleri ve parmak
izlerinin alınması Frontex için sıradan uygulamalar. Ajansın hangi
yetkiyle insanların bedenine müdahale ettiği, kaçtıkları cehenneme
sorgusuzca nasıl yolladığı AB içinde konuşulmuyor. Oysa Libya’da
kurulan köle pazarlarına Frontex’in katkısı büyük.
İtalya söz konusu ajansın yetkilerinin artırılmasını en
hararetle savunan ülke. Onu Yunanistan ve Macaristan takip ediyor.
Göçmenlere karşı sert uygulamaları olan İtalya’da Matteo
Salvini’nin başbakan yardımcı ve içişleri bakanı olmasıyla durum
daha vahimleşti.
Bakanlık koltuğuna oturur oturmaz, Salvini, içinin çirkinliğini
eylemlerine de yansıttı. 650’ye yakın göçmeni kurtaran bir gemiye
İtalya’nın tüm limanlarını 2018’de kapattı. Benzer bir adımı Malta
da atınca, kurtarma gemisi Akdeniz’de mahsur kaldı. Salvini
şahsında AB ve İtalya, Klemp davasıyla da olur da insanlık görevini
yapan, uluslararası hukuku uygulayan bir gemi kaptanı olursa başına
gelecekleri göstermek için Klemp davasına dört elle sarılıyor.
Klemp, başı dik ve hakkını sonuna kadar arayacağını, her platformda
eylemini savunacağını ifade ediyor.
Klemp cesur bir insan olarak anılıyor. Aslına bakılırsa Klemp
insan olanın yapacağı bir eylemi gerçekleştirdi. Ancak ulusal
çıkarlar, benden olmayandan bana ne, ne olmuş insanları göçmeye
iten koşulların mimarıysam anlayışı, bugün kurumsal düzeyde
karşılık buluyor. “Coğrafya kaderdir” sözünü biliriz, ancak
insanların ve coğrafyanın kaderinin kimlerin ulusal çıkarlarıyla
şekillendiği tali konu olarak kalır. Bugün coğrafyasında kaderine
müdahale edilen göçmenler, yaşam hakkı için, köle olmamak için
canları pahasına bilmedikleri ülkelere doğru zorlu bir yola
çıkıyor. Ancak onların insan olduğunu, onların da hakkı olduğunu
bilen Klemp gibi pek çok insan ibret olsun diye mahkemelere
çıkarılıyor. Böylece kurtarma faaliyeti suç kapsamına alınıyor.
Bu utanç sadece İtalya ve onun gözü dönmüş hükümetine ait değil,
bu utanç, sessiz kalanın da boynunun borcudur. Mültecilere,
göçmenlere, sığınmacılara dönük politika ve yaklaşımlar dünyadaki
iki yüzlüğe, coğrafyanın çizdiği kadere boyun eğdirmenin aynası…
Siz aynaya bakınca ne görüyorsunuz?