Yer: Ankara İncek Mezarlığı… Aysel Tuğluk’un annesi Hatun
Tuğluk, o mezarlığa bakıp “Beni buraya, evimin yakınına gömün”
demiş. Vasiyeti gereği oraya gömmek istedi Aysel Tuğluk annesini.
Üç beş ırkçı faşist geldi önce. “Kürt’ü, Alevi’yi, Ermeni’yi buraya
gömdürtmeyiz!” dediler. Bir otobüs dolusu polis izlemekle yetindi.
Sayıları arttıkça arttı. 3 buçuk saatin sonunda sayıları 100’ü
buldu. “Gömdürtmeyiz, gömerseniz çıkartır parçalarız!” dediler. O
mezarlıkta bu kötülüğe tanık olanlar yaşadıklarını anlatırken bile
utanıyordu sanki. En barbarca sözleri ağızlarına almak bile
istemiyorlardı.
Irkçı faşist grubun saldırısı üzerine Aysel Tuğluk’un annesinin
cenazesini toprağa verdikten yarım saat sonra mezardan çıkartmak
zorunda kalan HDP’li bir gençle konuştum. Sesi anlatamayacak kadar
yorgundu. “Gömerseniz çıkartır parçalarız!” sözlerini duymuş biri
nasıl olabilirdi ki! Kalbinin, sesinden daha da yorgun olduğunu
hissedebiliyordum. “Abla saatlerdir ha saldırdılar ha saldıracaklar
diye beklerken bir de annenin mezarını açıp kadıncağızı gömdüğümüz
yerden çıkarttık… Çok kötüydü abla. Evime gece yarısı ancak
dönebildim ve şimdi sosyal medyaya baktım da, ‘vicdan’, ‘ahlak’
diye bağıranlar, isyan edenler var ya, hiçbiri yoktu o mezarlıkta.
Bu isyan edenlerin yüzde biri orada olsaydı bunlar yaşanmazdı.
Hatun Annenin mezarını açıp cenazeyi çıkartıp Dersim’e göndermek
zorunda kalmazdık!” Demek ki neymiş, zor zamanlarda yan yana
durmak, kötü zamanlarda dayanışmak böyle hayati önem taşıyormuş.
Bugün ona yarın sana! Ve gittikçe barbarlaşıyorlar.
HDP Genel Başkan yardımcısı iken 28 Aralık 2016’da tutuklanan ve
o günden beri cezaevinde tutulan Aysel Tuğluk yaşlı ve hasta
annesiyle yaşıyordu. O mahpus olunca 78 yaşındaki anneye bir bakıcı
bulundu. Hatun Anne kızının çıkacağı günü iple çekiyordu. Aysel
Tuğluk’un 7 Temmuz’da, Ankara 17’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde
görülen duruşmasına annesi Hatun Tuğluk da gelmişti. Tekerlekli
sandalyedeydi. Öyle zor nefes alıyor, sesi öyle zor duyuluyordu ki!
Mahkeme başkanı, avukatların yanında davayı izleyen, kızını
yakından görmek için çırpınan ve salonda yaşanan gerilim üzerine
bir şeyler söylemek isteyen o anneye “Teyzecim bir sus ya!” dedi,
diyebildi. Duruşma başlarken kulağına eğilip “Görebildiniz mi Aysel
Hanım’ı?” diye sorduğumda “Kızımı almaya geldim” demişti. Alamadan
gitti…
O duruşma sırasında Aysel Tuğluk’un, annesine yakın olmak için
Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi’nden Ankara’ya naklini isteyeceğini
duymuştum. Belli ki o nakil gerçekleşmemiş. Tuğluk dün 9 aydır
tutuklu bulunduğu Kandıra Cezaevi’nden jandarmalar eşliğinde
Ankara’ya getirildi annesinin cenazesi için. Sonrası… Sonrası
malum. Batıkent Cemevi’nden İncek Mezarlığı’na gidiş ve orada ırkçı
faşist güruhun saldırısı…
"Kürt, Alevi ve Ermeni’yi buraya gömdürtmeyiz" diyor bir grup.
Bu barbarlık 3 buçuk saat sürüyor. Linç edilme tehlikesi
altında bekliyor cenaze sahipleri. O sırada ne gelen var ne giden.
Definden yarım saat sonra ailenin kararıyla mezar açılıyor ve
Dersim’e doğru yola çıkılıyor. Tam o sırada İçişleri Bakanı
Süleyman Soylu’nun arabası kalabalığın önüne çıkıyor ve "Ben
gömdüreceğim o cenazeyi, dönün" diyor. O saatten sora gömülür mü
cenaze tekrar o mezara? Gömülmez! Aile de “İki dünya bir araya
gelse buraya gömmeyiz artık” diyor. Gömülse de orada Hatun Anne’nin
mezarına her türlü fenalığın yapılabileceğini biliyorlar.
Partili bir ismin yaptığı yorum aslında başka söze gerek
bırakmıyor. “Ne zaman nereye gömüleceğinize de ben karar veririm
tavrı bu! İyi niyetli olsalardı 3 saati aşkın süre oraya polis
takviyesi gönderirlerdi.”
Sahi OHAL’in en ağır hissedildiği Ankara’da iktidara muhalif
grupların toplaşmasına izin verilmezken, polis Yüksel Caddesi’ndeki
“işimi geri istiyorum” eylemcilerinin üzerine leblebi gibi plastik
mermi atarken ve her gün insanları gaza boğarken bu faşist güruha
ne yapılıyor? Hiçbir şey. Cenazeye katılanlar, saldırganların
polislere adıyla hitap ettiğini, selamlaştığını anlatıyorlar.
Hatun Anne’nin cenazesi Dersim’e yola çıktıktan sonra açıklama
yaptı Ankara Valiliği, ırkçı saldırıya “sataşma olayı” diyerek…
Mithat Sancar da sosyal medya hesabından, “ ‘Hassas vatandaşların
masum tepkisi’ gibi bir şey yani…” dedi haklı olarak.
O “hassas vatandaşlar” değil miydi 7 Haziran 2015 seçimi öncesi
ve sonrası HDP binalarına, HDP’lilere saldıran, linç girişimlerinde
bulunan. O suçlar cezasız kaldığı için bugün bu barbarlığa cüret
edilebiliyor.
Nitekim HDP de açıklamasında, “Düşmanlık ektiğinizde barbarlık
biçersiniz” dedi. Olaydan saatler sonra bir daha konuştuğumuz
Mithat Hoca “Linç kültürünü besleyen köklü dil. Linç bir iktidar
tekniği, bir yönetim aracı olagelmiştir bu ülkede. Hiçbir linç
teşebbüsü, iktidarın teşviki, onayı ve koruması olmadan
gerçekleşmez” diye anlattı. Kaçıncı kez anlatıyor bunu acaba?
Kürt’e, Alevi’ye, Ermeni’ye, Sünni-Türk-erkek olmayan kimseye
yaşama şansı tanınmayan “yeni Türkiye”de birileri aman bu iktidar
gitsin de yeni parti kuracak olanlar gelsin, kim gelirse gelsin
diyor. Zannediyorlar ki bu kin, bu nefret bitecek.
Böyle düşünenlere, Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirbağ’ın, Hacı
Bektaş’a, yanına Ökkeş Şendiller’i de alarak giden Meral Akşener’i
anlatan yazısından bir bölüm aktaralım. 5 Haziran 2016 tarihli
yazıda şöyle diyor Demirbağ, “Ve Hünkâr'ın huzuruna çıkmak için
Hacı Bektaş ilçesindeyiz. Kahramanmaraşlı dost Ahmet Dokumacı,
Ökkeş Şendiller ve diğer ülkücülerle Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi'ni
ziyaret ettik. Türkiye'nin çeşitli illerinden huzura çıkmak için
binlerce can gelmiş. Başta esnaf ve ziyarete gelen alevi
vatandaşlarımızın hoş görüsünü, Meral Akşener'i karşılamak için
heyecanlarını anlatmak mümkün değil.” İşte bu oksimoron. Maraş
katliamı sanığını Hacı Bektaş’a götürmek…
Faşizm cenazeyi mezardan çıkarttırır, tekrar gömdürmeye cevaz
verir, üstüne bir de teşekkür bekler. Bu yaşanana “barbarlık”
diyenler, bir arada, yan yana olmadığı sürece.