Faşizm, psikanaliz ve Marksizm

Eleştirel Okul devrimci değildir; hayattan ve sosyal pratikten kopuk saf teoridir. Freudizmi, her daim devrimci Marksizmle birleştirmeye kalkışmak, onu liberal faşizm teorisiyle sulandırmaktır.

Abone ol

Yaşar Ayaşlı

Faşizm ile psikoloji arasındaki ilişki sorunu, tarihsel materyalistlerle Freudçu sol arasında tartışma konusudur. İkincilere göre sadece tarih ve bireyler değil faşizm de psikolojik yöntemle analiz edilmelidir; komünist partiler bunu yapmadıkları için Hitler’in önünü kesemediler. 

Gerçekten de faşizmin sosyopsikolojik yönlerinin incelenmesi, hareket ve rejim aşamasındaki oluşumunu kavramayı kolaylaştırır. Ancak bu diğer yönleri ihmal pahasına sosyopsikolojik süreci mutlaklaştıran Freudcu solun haklı olduğunu göstermez. Çünkü bir politik, ekonomik ve sosyopsikolojik süreçler bütünü olan faşizmin bileşenleri arasında doğru bağlantılar kurulması gerekir. Psikolojik süreçler hem ideolojik ve kültürel, hem de politik, ekonomik ve sosyal faktörler ile diyalektik bir bütünlük içinde irdelenmelidir. 

Psikanalizin babası Freud’a göre birey davranışlarının ve toplumsal gelişmenin temeli cinselliktir. Buna dayanan bazı sol düşünürler, Komintern’in faşizm analizinin ekonomist sapma içinde olduğu iddiasıyla psikolojiye ağırlık tanıyan eserler kaleme aldılar. 

Günümüzde savaşları, faşizmi, tarihsel figürleri ve kitleleri psikoanalitik yaklaşımla yorumlamak oldukça yaygındır. Tarihsel gelişme artık sosyoekonomik yasalar ve sınıf mücadeleleriyle değil, kitle psikolojisi, otoriter kişilik, güç tapıncı, sadizm, mazoşizm, cinsellik gibi terimlerle açıklanıyor. Veya Hitler’in vahşeti, metamfetamin hapı kullanması veya erbezinin tek olması gibi saçma sapan gerekçelere dayandırılabiliyor.

WİLHELM REİCH

Bunların başında, maddi hayatın üretiminden yola çıkan Marx’ın tersine, kitlelerin siyasi köleliğini ve bireylerin davranışlarını aile, okul, kilise, siyasi partiler gibi otoriter ve hiyerarşik kurumların cinsel baskısına bağlayan, ezilenleri kendi çıkarları aleyhine düşünmeye, hissetmeye ve davranmaya yönelten ana etkeni bu alanda arayan Wilhelm Reich geliyor.

Reich, Faşizmin Kitle Psikolojisi (1933) adlı yapıtında, Nazizmin başarısının köklerinin orta/alt sınıfların psikolojilerinde yattığını yazdı. Dış baskı, gelecek kaygısı, savaş, işsizlik gibi etmenler bunların yaşamlarını sarsarak kolektif deliliğe sürüklemiş, bunun sonucunda da "kolektif bilinçdışının patlaması” yaşanmıştı. Hitler’i iktidara Almanların geçirdiği akli depresyon getirmişti.

Reich, Alman tekellerinin Hitler’i, krizden ve işçi devriminden kurtulmak, ülkeyi yeni bir emperyalist paylaşım savaşına hazırlamak gibi nedenlerle iktidara getirdiklerini önemsemezken, Almanların bir otoriteye ihtiyaç duymalarına neden olan sado-mazoşistik ruh hallerini öne çıkarır. Faşizmi, “ortalama adamın akıldışı nitelikteki bütün tepkilerinin toplamıdır” diye tarif eder. Ve her insanda uykuda olan otoriter kişiliğin özel bir tezahürü olarak görür. Totaliter ideolojilerin başarısının anahtarı hem isyankâr hem de iktidara çalışan "küçük adam"ın zihniyetindedir.

HORKHEİMER, ADORNO VE MARCUSE

Horkheimer ve Adorno, Reich ve Fromm’dan çıkış yaparlar. Reich otoriter devletin yapısının ve ideolojisinin, çocuğun doğal cinselliğini bastırarak onu korkak, utangaç, itaatkâr, “uyumlu” hale getiren otoriter ailede olduğunu savunmuş; itiraz, eleştiri, merak, düşünme gibi yetilerinin körelmesini de buna bağlamıştı. Otoriter aile, baba figürü arayan aciz, güçlü liderlerin peşine takılmaya hazır politik özneler üretir, faşist parti de bundan yararlanarak kitleleri peşine takar.

Psikanalitik yöntem, merceğini, sınıf analizi, egemen sınıflar ve kapitalizmin iç çelişkileri üzerine değil, itici güç olarak işaretlenmiş orta tabakaların ruh halleri üzerine odaklamıştır. Bazı kişiler otoriteye teslim olmaya hazırken, bazıları da çocukluklarından itibaren güç peşinde koşan otoriter bir kişiliğe sahiptir.    

Frankfurt Okulu, Reich’a nazaran faşizme daha yukarıdan, tarih felsefesi açısından bakar. Onu, Aydınlanma’nın zorunlu sonucu olarak görür. Aydınlanma’nın Diyalektiği’nde, “insanlığın neden gerçekten insancıl bir duruma geçmek yerine, yeni bir tür barbarlığın bataklığına battığı sorusu”, aydınlanmanın kendi kendini yok etmesi” ile açıklanmıştır. Eleştirel Okul, toplumu faşist barbarlığa taşıyan süreci, bilimin toplumsal baskı mekanizmalarını yetkinleştirmesi ve “totaliter akıl”ı tarihsel sürece hükmeden bir güç haline getirmesiyle açıklar.   

Marcuse'ün çıkış noktası ise Reich'inkine yakındır: Kapitalist toplumlarda psikolojik sorunlar politik sorunlara dönüşür. Çünkü psikolojik süreçler sosyal güçlerin eyleminden ayrı düşünülemez. Psikolojik sorunlar veya işlev bozuklukları toplumsal düzenin adaletsizliğinin bireysel yansımalarıdır; çözümlenmeleri mevcut düzenin restorasyonuna bağlıdır.  

Foucault, Deleuze ve Guattari, referans aldıkları Marcuse’ü mantıki sonuçlarına doğru geliştirdiler. Toplumsal ilişkiler yerine, bireylerin sorunlarına odaklanmanın sonucu takipçilerinde çıplak haliyle görünürlük kazanır. Faşizmi kişisel, psiko-patolojik bir olgu olarak gören Guattari’nin son sözü şudur: “Faşizm içimizdedir, hepimiz küçük birer diktatörüz.”(1)

ERİCH FROMM

Erich Fromm, Frankfurt’ta sosyal psikoloji bölüm başkanıyken, 1932'de bilinçdışı güdüler üzerine yaptığı bir çalışmada, Almanların faşizme direneceklerine, kendi elleriyle iktidara getirdiklerini savunur. Bu akıl dışı olguyu, ulusal aşağılanmanın, krizin ezdiği kitlelerin "özgürlükten kaçış"ı metaforuyla açıklar. 

Fromm, faşizmi daha geniş bir bağlama yerleştirir. Sosyopolitik ve ekonomik faktörlerin etkisini reddetmez. Ama bunlar arasında doğru ilişki kuramadığından, psikolojik sorunlara indirgemeye devam eder. Reich’ten farkı, bireyin kendini önemsiz ve aciz görmesinin köklerini sosyoekonomik gelişmede aramasıdır. Kapitalist toplumda kendilerini yalnız ve çaresiz hisseden bireyler, özgürlüklerinden feragat ederek ve otoriteye sığınarak bunu aşmak isterler.  

SONUÇ

Psikoanalitik bakışta faşizmi anlamaya yarayacak şeyler yok mudur? Kolayca hayır diyemiyoruz buna. Faşizm aynı zamanda sosyopsikolojik yönü de olan bir olgudur, yazılıp çizilenlerde yer yer gerçeklik payı yok değildir. Eski sosyoekonomik yapıların çöktüğü, sınıf çelişkilerinin şiddetlendiği, toplumun hızla değişen koşullara uyum sağlayamadığı bir ortamda, faşistler, gergin sosyopsikolojik durumdan yararlanmasını bildiler.   

Ne var ki, idealist Freudizm ile maddeci Marksizm bağdaşmaz iki akımdır. Psikanalitik buluşlardan yararlanırken, Marx gibi her birini ayakları üzerine dikmek, yeniden anlamlandırma sürecinden geçirmek gerekir.

Fromm ve Reich faşizmi adeta Nazizme indirgediklerinden öteki türevlerini analiz etmezler. Birçok ülkede faşizmin Freudizme başvurmadan nasıl alt edildiğini de açıklamazlar. Özellikle Reich, saplantılı bir şekilde, şiddette, ırkçılıkta, Hitler’in hitabetinde, ona hayranlıkta, Yahudi düşmanlığında, svastikada (gamalı haç birbirine sarılmış iki kişi diye yorumlanır), aile içi ilişkilerde, kısacası hemen her şeyde cinsellik arar. Sağlıklı bir toplumun kapitalizme karşı siyasi ve sosyal bir devrimle değil, cinsel devrimle kurulabileceğini savunur.

Onca tezine karşın faşizme karşı mücadele adına önerebileceği bir şey yoktur. K. Gosweiler’in dediği gibi "siyasal kitlesel mücadelenin yerine psikoterapik çözümleri koyma eğilimleri gösterirler.”(3) Öyle ki “Çözüm yöntemleri arasında komünist partilerin programlarında, genç proleterlerin sevişebilecekleri yurtlar açması maddesi bile vardır.”(4) H. Marcuse ise sanayi toplumunun refah ve manipülasyon sayesinde her türlü karşı direniş imkânını ortadan kaldırdığını söyler. “Bu, antifaşizme şans tanı­mayan yüzde yüzlük kaderci bir yorumdur.”(5)

Fromm'a göreyse sosyalizm Ekim Devrimi’nin yolundan inşa edilemez. Her bireyin kademeli olarak gelişmesinin, insanın toplumdan yabancılaşmasının üstesinden gelinmesi ancak “hümanist sosyalizm”le mümkündür.

Neticede Freudçu Marksizm ve bu yıl yüzüncü yılını anan yandaşı Eleştirel Okul devrimci değildir; hayattan ve sosyal pratikten kopuk saf eleştiri, saf teoridir. Faşizmin nasıl önlenebileceği veya ortadan kaldırılabileceği hakkında devrimci bir alternatifleri yoktur.

Dolayısıyla, Freudizmi, her daim devrimci kalabilen Marksizmle birleştirmeye kalkışmak, onu liberal faşizm teorisiyle sulandırmaktır. Freudçu solun bugün geldiği noktaysa Marksizm hakkında şüphe uyandırmak ve antikomünizme bayrak olmaktır.

NOTLAR: 

(1) Aktaran Yaşar Ayaşlı, Eski ve Yeni Faşizm, Yordam Kitap, s. 161.

(2) M. A. Maccıocchi, Faşizmin Analizi, s. 309

(3) Faşizm Üzerine: Önlenebilir Yükseliş, Yordam Kitap, s. 46.

(4) Eski ve Yeni Faşizm, s. 182.

(5) Aynı sayfa.