Ucuza mal ettiği vitrini kırılmış bir eğriyle toplarken, kendince bir seçme yapıyor. Evinde kullanabileceği şeyleri bir poşete, komşu esnafa yarayacak malzemeleri bir poşete, işe yaramayan ıvır zıvırı bir poşete dolduruyor. Birazdan duvarlara astığı şeylere geçecek. Fazla da bir şey değil ki; ta geçen Ramazan ayından kalmış üzerinde bir petrol istasyonu ve Arapça yazıların iç içe geçtiği bir imsakiye, kola firmasının mutlu kadın ve erkek yüzleriyle dolu afişi, dededen kalmış olması gereken doksan dokuzluk bir tespih, siyah ince kabloları sarkan ve her biri en geniş duvarın uzak köşelerine çivilenmiş iki hoparlör…
Oysa altı yıl önce böyle miydi? Böyle bir yaz günü enlemesine çizgili, yakalı tişörtler giyen hizmet erleri kalın boyunlarını şişirerek bu kardeşin etrafında toplanmışlardı. Hem dünya hem de ahretin sahibiymiş gibi emin adımlarla birbirlerini boyuna önden buyurarak dükkândan içeri girmişlerdi. Ertesi gün gazetesi kapının önüne düşmeden gelip dükkânı açmış, yazar kasanın para çekmecesini açan tuşuna basmış, duyduğu madenî para sesiyle kendine gelmişti.
Bekir Çelik, köylük yerden bu adı kendinden büyük şehre geldiğinde alnı güneşte parlayan bir adamdı. İş demeye bin şahit isteyen bin bir işe girip çıkmış, en sonunda onu irşat eden, elindeki müteahhit çantasını tespih gibi sallayan Nesim Karatay sayesinde bir çevreye girmişti. Sohbete çağrıldığı ilk gece ütülü bir gömlek gibi çıkmıştı sokağa. Bıyıklarının alt dudağına değmemesini yadırgamıştı sadece. Nesim Karatay söylemişti, bir hikmeti vardır diye düşünmüştü.
Verilen adresin kapısında birbirinin arkasına muntazam şekilde dizilmiş siyah ve kahverengi kunduralara bakmıştı bir süre. İçeri girdiğindeyse herkesin tertipli bir şenlik havasıyla oraya buraya koşturduğunu görmüştü. Buyur edildi, bir yere oturtuldu, artık o da tabiydi.
Dükkânın kapısına gelen polisler, market poşetleriyle gelip hal hatır soran memurlar, üst katlarda esaretinden memnun görünen kadınların gönderdiği terli burunlu çocuklar, başka sokaklardan ara sıra uğrayan esnaf; hepsi boyuna benzer cümlelerle Bekir Çelik’i eğitiyorlardı. Bu pedagojik cemaat, yavaş yavaş ailesini de ekledi büyük aileye.
Birkaç daire olduğunu anladı Bekir Çelik, her taraftan yükselen cümleleri aşağı yukarı tahmin edip can kulağıyla dinlememeye başladıktan sonra. En dar olanına aklı ermedi. Onun çevresinde kalın enseli yüksek memurlar olmalıydı, oturma düzeninde köydekine benzeyen protokolü fark edince bundan emin oldu. O dairenin etrafında daha eskiler, yolunu bulmuşlar, voliyi vurmuşlar. O halde eskidikçe geleceği yerlerden birisi orası olacaktı. Ama en dış çeperde hiç de anlayamadığı şekilde ona ve büyük aileye en aykırı tipler vardı. Ona kalsa onları hiç görmemek daha iyiydi. Bütün bu daireleri değil ama sonuncudaki tipleri sordu Nesim Karatay’a. Nesim Karatay elindeki müteahhit çantasını tespih gibi sallayıp “onları kontrol ediyoruz, bir gün biat etme anları gelecek” dedi.
Sonuncu poşet diğer iki poşetten daha hızlı doluyordu. Sonuncu poşete sonuncu bir poşet daha ekledi. Her şeyin sahibiyken şimdi ensesini kaşıya kaşıya tahttan çekilen devrik bir kral gibiydi. “Her şeyin mi?” diye sordu kendine. “Ama her şey bu taraftaydı” diye geçirdi içinden. Kendine hak verdi.
Belki dükkâna gelen herkese uzattığı gazeteleri, dergileri, hiç kapanmayan televizyonu, kulağı olan herkese söylediği kalıp cümleleri de sonuncu poşete eklediği sonuncu poşete koymalıydı. Belki en doğrusu her şey teorik bir vahşetten pratik bir vahşete dönerken onu parmağıyla göstermemiş “kalın kafalı” komşu esnaftan helallik istemekti.
Sırtındaki kambur önce genleşti, sonra kayboldu. Birkaç dükkâna kırık kanatlarıyla girip çıktıktan sonra benim dükkânıma geldi. Bana değil de raflardaki kornişlere, top top perdelere uğramış gibi sıkıntıyla bekledi.
Haklı çıkmamıştım. Kimse haklı çıkmaz. Zulüm sonsuz değildir. Zalim bile bilir. Bekir Çelik’in daha önce dükkânıma doğru tuttuğu işaret parmağını tutarak “Faşizm pahalı bir şeydir Bekir efendi” dedim, “senin ailen öğrendi, yeni aile de öğrenecek!”
Hiçbir şey demedi. Tırnaklarının arasında kalmış salça kalıntılarını gördü. Dişlerini kanata kanata komşu elektrikçiye girdi.