Faslı entelektüel ve akademisyen Muhammet Hassani: AKP, Fas’ta emperyalizme hizmet ediyor
Hassani, sosyal ve ekonomik açmazlarına rağmen Arap dünyasının en sağlam entelektüellerine ev sahipliği yapan Fas’ın sosyo-ekonomik yapısını çarpıcı örneklerle aktaran değerlendirmelerde bulunuyor. Ülkemizdeki benzeriyle aynı adı taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Kraliyet rejiminin bir aparatına dönüştüğünü vurgulayan Hassani, rejimin İslamcılara yönelik kuşatma stratejisinde nasıl başarılı olduğunu gözler önüne seriyor.
Arap dünyasının kıyısında köşesinde kalmış bir ülke olan Fas,
Arap isyanları dönemini en sakin atlatan ülkeydi. Ancak isyanlar
sönümlenmeye başladığında, otoriter yönetimi anayasal ve yasal
birtakım makyajlarla kamufle etmeye çalışan Kraliyet rejimi, son
dönemlerde ekonomik ve sosyal taleplerin ağırlıkta olduğu
ayaklanmalarla baş etmeye çalışıyor. Hassani ile Fas’taki Kraliyet
rejiminin yapısını, Fas Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Kraliyet
rejimiyle ilişkisini, Fas’taki İslami hareketin açmazlarını ve
Arap-İslam dünyasının hali pür melalini konuştuk.
Faslı entelektüel ve akademisyen
Muhammet Hassani
Fas’ta şu an hâkim olan siyasi yapı nedir ve bu yapının
doğasına ilişkin nasıl bir adlandırma yapabiliriz?
Anayasa’nın ilk bölümünün birinci maddesi, Fas’ın yönetim
şeklinin demokratik, parlamenter, sosyal ve anayasal monarşi
olduğunu belirtir. (Bu maddeden anlaşılan Fas’ta seçilen sistemin
parlamenter ve anayasal monarşi olduğudur.)
Gerçekten de Fas’ın siyasal sistemi, anayasal bir
monarşi midir?
Bu soruya yanıt verebilmek amacıyla, bu metinlerin içerdiği
anayasanın devlet başkanının yetkileriyle ilgili öngördüğü bazı
maddelere değineceğim. Böylece metinlerin içeriğinin ve Kral’a
verdiği yetkilerle anayasada zikredilen sistemin anayasal monarşi
olup olmadığını açıkça ortaya koyacak.
Kral, Müminlerin emiri, millet ve dinin koruyucusudur (Madde
41). O, devlet başkanıdır, devlet kurumları arasında en büyük
hakemdir. Devletin, ülkenin birliğinin en yüce temsilcisidir (Mad.
45). Hükümet başkanını tayin eder, hükümet üyelerinden dilediğini
azledebilir (Madde 47). Kral, aynı zamanda en önemli kurul olan
bakanlar kurulunun başıdır (Madde 48). Onun parlamentoyu feshetme
yetkisi vardır (Madde 51 ve 69). Kraliyet ordusunun en yüksek
komutanıdır. Askeri görevlere atama yapma yetkisi vardır (madde
53). Yüksek Güvenlik Konseyi’nin başkanıdır (madde 54). Yabancı
ülkelerdeki büyükelçileri ve kendi ülkesinde yabancı ülkelerin
elçilerini akredite eder ve anlaşmaları imzalar (madde 55). Yargı
Konseyi’nin başıdır (madde 56 ve 116). Kral, olağanüstü hali
belirleme yetkisine sahiptir (madde 59).
Açıktır ki anayasa, mutlak krallığı engellemek ve onun
yetkilerini sınırlandırmak için getirilmiş olan anayasal monarşi
tanımının aksine neredeyse bütün yetkileri Kral’a dayandırmış ve
ona mutlak yetkiler tanımıştır. Bu yüzden kralın egemen olduğu
ancak yönetmediği, varlığının sembolik ve onursal kalarak ve fiili
bir erke sahip olmadığı sisteme “Meşruti Krallık” denmiştir.
Dolayısıyla yukarıda zikretmiş olduğum anayasal metnin mantığının
onayladığı siyasal sistem, anayasanın birinci bölümünün birinci
maddesinde geçen ifadenin aksine mutlak monarşidir. Parlamenter
sisteme ait parlamento, hükümet ve seçimler gibi bazı kurumların
varlığı, günü birlik bazı uygulamalar bir kenara bırakılırsa,
anayasanın onayladığı mutlak monarşi, vitrin süsü olmanın ötesine
gidememektedir. Kaldı ki az önce adı geçen günübirlik uygulamalar,
ülkenin mutlak monarşi ile yönetildiği ve otoriter bir yönetim
olduğu gerçeğini vurgulamaktadır.
FAS’TA KRALİYET REJİMİ BÜYÜK BİR ÇIKMAZ
İÇİNDEDİR
Peki Fas’ta geçtiğimiz yıl yaşanan ve belirli bölgelerle
sınırlı kalmış ayaklanmalar hariç, Arap isyanlarının ülkeye pek
uğramadığını görüyoruz. Bunun nedeni nedir?
İlk olarak Arap isyanlarının başarısız olduğu tespitini yapmak
için oldukça erken. Zira Devrim halkın “ol!” demesiyle olacak olan
bir olay değildir. Devrimler, birikimsel bir şekilde ortaya çıkar.
Bu nedenle altı çizilmesi gereken husus, halkların güvenlik
aygıtları karşısında korku duvarını aştığı ve özgürlüğünü elde
etme, onurunu yeniden kazanma noktasındaki ısrarıdır.
Şüphesiz Fas’ta mevcut siyasi düzen, yeni anayasa yapımı
tamamlandıktan sonra Faslıların öfkesini dindirebilmiş ya da bunu
yönetebilmiş değil. Verilen sözlere ya da oldukça maliyetli
kalkınma projelerine bakıldığında herkes, projelerin önemli bir
bölümünün fiyaskoyla sonuçlandığını kabul ediyor. Bunu itiraf
edenler arasında kralın kendisi de var. Bir konuşmasında Fas’ın
kalkınma modelinin bütünüyle başarısız olduğunu ifade etmişti.
Protesto gösterilerinin çeşitliliği ve keskinliği arttığında Fas
derin devleti, kırsal bölgelerdeki ayaklanmalara ilişkin dosyayı
kapatmaya çalıştı. Ekim 2017’de Fas’ın güneyinde “Susuzluk
Yürüyüşü” adlı protesto gösterileri düzenlendi. Amaç, su
sıkıntısını ve sürekli yaşanan kesintileri protesto etmekti.
Ardından ülkenin Kuzeydoğusu’ndaki Cerade kentinde, terk edilmiş
bir madende kanun dışı kömür çıkaran iki gencin ölümünün ardından
“Ölüm Madenleri”ne farklı bir ekonomik alternatif talebiyle
sokaklara dökülen halk isyanı patlak verdi.
2018 Mart ayında Ceradat kentindeki protestolarda güvenlik
güçleriyle göstericiler arasında şiddetli çatışmalar yaşandı.
Hükümetin gösterileri yasaklaması da işe yaramadı, yaşanan
çatışmalarda yüzlerce insan yaralandı, onlarca insan tutuklandı. Bu
senenin başında yapılan adaletten uzak ve hukuksuz yargılamalarda
18 tutuklu hakkında 2 ila 4 yıl arasında değişen cezalar verildi.
Ardından tıp fakültesi sözleşmeli öğretim üyeleri ve öğrencileri
gösteriler yaptı.
Bütün bunlar Fas devletinin siyasi, toplumsal ve ekonomik olarak
büyük bir çıkmaza girdiğini gösteriyor. Ayrıca size şunu
söyleyebilirim: Fas rejiminin kanundaki boşluklardan yararlanarak
muhaliflere karşı aldatma siyaseti uygulaması, susturma
politikalarına dönüşü, muhalefet eden herkesi hapse atması ya da
üzerinde baskı kurması, bir kaçıştan başka bir şey değildir.
Halbuki öte yandan toplumsal patlamaya yol açacak bütün faktörler,
Fas’ın Arap dünyasının içinde bulunduğu karışıklıklardan istisna
olduğu yönündeki yalanda bir araya gelmiştir. Fas istisnası diye
bir şey yoktur. Bu yüzden değişim, Fas’ta kesin olarak yaşanacaktır
bunun çaresi yoktur.
AKP, KRAL’IN SEVGİSİNİ KAZANMAK İÇİN HER ŞEYİ
YAPIYOR
Daha önce bir konuşmanızda Fas AKP’sinin Kral’dan fazla
kralcı olduğunu ifade ettiniz. Bize Fas’ta İslamcılarla Kral
arasındaki ilişkinin seyrini aktarabilir misiniz? Taraflar nasıl
bir ilişkiye sahipler?
Kraliyet kararıyla engellenerek Başbakanlık görevinden alınması
meselesi halen kamuoyunda tartışılmakta olan Fas AKP’nin eski Genel
Başkanı Abdülilah Benkiran, “Yönetmeyen bir kraliyetse istenilen,
ben buna karşıyım ve bu sözün sahipleriyle anlaşamam. Bunu ilk kez
söylemiyorum” demiş ve kralın geniş yetkilerle donatıldığı siyasi
sisteme atıfta bulunarak şöyle devam etmişti: “Yönetmeyen bir
krallığa ihtiyacımız yok. Biz ilerleme istiyoruz. Bu, kralsız
olmaz. Kralın yetkileri aynen kalmalı. Zira demokrasi, merkezi
karar mekanizmasını dağıtır, o zaman da Allah’tan başka başvuracak
kimsemiz kalmaz.”
Bu sözün ne anlama geldiğini anlamışsınızdır. Bu, şundan başka
bir anlam ifade etmiyor: “Ben kendi görüşümü söylemiyorum, partimin
görüşünü söylüyorum.” Parti mutlak monarşiyi savunurken Kraliyet
rejimi ise sahip olduğu bütün imkanlarla bunu yalanlamaya
çalışıyor. Kraldan fazla kralcılık, AKP’nin stratejisidir. Amacı da
kralın onayına sahip olmaktır.
İslamcıların sarayla ilişkisine gelince, öncelikle Fas’taki
İslamcıların siyasi rejim karşısındaki tutumlarının sahip oldukları
makam ya da yerle aynı olmadığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde
Fas’taki siyasi düzen, güçlü siyasi partileri meşruiyeti konusunda
rakip görür. Geçmişte kraliyet rejimi, bu partilerin halk desteği
noktasında kendisiyle yarıştığını düşündüğü için sol partilere
savaş açtı. Kraliyet rejiminin dini meşruiyetini tartışmaya
açtıkları için İslamcılara da aynı şeyi yaptı.
KRALİYET, İSLAMCILARI REJİME YAMAMAK İÇİN AŞAMALI BİR
YOL İZLİYOR
Buna binaen, Fas’taki siyasi düzenin İslamcılarla ilişkisinde
iki strateji çerçevesinde hareket ettiği söylenebilir:
Birincisi, aşamalı entegrasyon stratejisi: Rejim, siyasi
faaliyete atıldığından bu yana İslamcılara Abdülkerim el Hatib’in
(1) partisi Halkçı Anayasa Hareketi’ne katılma izni vermesinin
ardından kullandığı bir yöntemdir bu. Burada kraliyetin aşamalı
taktiği, Halkçı Anayasa Hareketi’nin 1997’de yapılan seçimlere
girmesine engel olmaktı. Buradan tedrici bir metodun takip
edildiğini anlıyoruz. Fas rejiminin İslamcıların kurduğu “Ulusal
Yenilenme” ve “Birlik ve Kalkınma” gibi birtakım partilerin
kuruluşuna izni vermekten imtina etmesini, onların kendisinin
istediği koşullarda aşamalı olarak siyasete girmeye hazırlama
şeklinde okumak mümkün.
İkinci Strateji: Baskı ve kuşatma politikaları. Bu strateji
İslamcıların ortaya çıkışlarından itibaren geçmiş oldukları
aşamaların tamamına uygulandı. Müslüman Gençlik örgütünün
yasaklanması, liderlerinin hapsedilmesi, ardından 1984 yılında
Ekmek Ayaklanması’na destek verdikleri gerekçesiyle gerçekleşen
toplu tutuklamalardan tutun siyasi entegrasyonun ardından
adaylıklar konusunda yapılan baskılar, rejimin İslamcılar için
seçim sürecinde girilecek olan bölge sayısını belirleyip bunun
üstüne çıkmasına izin vermemesine varana kadar birçok örnek
verilebilir. Buna İslamcıların parlamento seçimlerinde ipi önde
göğüslemelerine rağmen muhalefette bırakılmalarını da ilave
edebiliriz. Öte yandan bir başka İslami cemaat Adalet ve İhsan
Hareketi’nin fikri, kültürel ve toplumsal aktiviteleri sistematik
olarak engellenmekte ve hareket güvenlik güçleri tarafından sürekli
sıkıştırılmaktadır.
Fas rejimi kendi emri altındaki olanlar hariç başka hiçbir
faaliyeti güvenli bulmuyor. Fas’ta siyasi arenaya çeki düzen veren
ve onu yöneten kraliyet rejimidir. Bunu, koşullar ve bağlama göre
yarattığı yatay çatışma ve çekişme üzerinden gerçekleştirdiği
“Balkanlaştırma” siyaseti ve yeni siyasi partiler icat ederek
gerçekleştirmekte.
AKP’NİN EKONOMİ POLİTİKALARI ORTA SINIFI
EZDİ
Daha önce bir Arap gazetesine verdiğiniz demeçte Fas’ta
AKP’nin halkın değil, emperyalist ülkelerin ve Batılılaşmış
azınlığın çıkarlarına hizmet eden bütün kanunları geçirdiğini ve
İslamcıların icraatıyla bunların gerçekleştiğini belirtiyorsunuz.
Bunu açar mısınız biraz?
Bu benim yorumum değil, gerçekler böyle. Gerçek şu ki, Adalet ve
Kalkınma Partisi tarafından alınan tüm kararların bir zamanlar
ayrıcalıklı bir sınıf olan orta sınıfın ezilmesine yol açtığını
söyleyebilirim. Pratisyen hekimin aylık maaşı, özel eğitim, araç
ödemeleri ve barınma ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiş
durumda. Belki de Benkiran başkanlığındaki AKP hükümetinin
icraatının sonuçlarının hesaba katılmamış en önemli boyutu, petrol
ürünleri üzerindeki sübvansiyonların kaldırılması ve tazminat
fonunda yapılan kesintilerdi (Fas'ta ham madde fiyatlarının yanı
sıra güneyde tüketilen bazı ürünlerin fiyatlarını sübvanse etmeye
tahsis edilmiş bir fon).
İşgücü piyasasına ilişkin resmi istatistikler, 2017'de Fas'taki
işsizlerin sayısının 1 milyon 90 binden 1 milyon 123 bin kişiye
yükseldiğini ortaya koyuyor. En yüksek işsizlik oranları,
gençlerde. Diplomalı gençlerdeki işsizlik oranı ise yüzde 17. Bu
oranlar, gençlerin neden el Huseyme ve diğer Fas şehirlerinde
hükümete karşı gerçekleşen protestolara yoğun olarak katıldığını
bize açıklamakta. İşsiz gençlerin sayısının artmasının beklendiği
süreçte buna ilişkin herhangi bir fiili istihdam planı da
bulunmamakta.
AKP’li bir kadın milletvekilinin ifade ettiği gibi, “AKP’nin son
yedi yılı, pahalılık, geçim darlığı, doğrudan istihdam yerine
sözleşmelerin dayatılması ve iflas noktasına gelen eğitim sistemi”
ile nitelendirilmekte. IMF’nin baskılarına boyun eğen AKP, ekonomi
politikaları nedeniyle Tazminat ve Emekli Sandığı maalesef kırpıldı
ve kuşa çevrildi. Fas halkına yapılan haksızlıkların çoğu maalesef
AKP hükümeti döneminde hayata geçirildi. Bu salt bir iddia değil,
Fas halkının üzerinde ittifak ettiği bir konudur.
YENİ KRAL DÖNEMİNDE HER ŞEY DAHA KÖTÜYE
GİTTİ
AKP’den kraliyet rejimine geçelim. Şu anki Kral VI.
Muhammed tahta çıkalı yaklaşık 20 yıl oluyor. İlk tahta çıktığında
halk ve siyasi çevreler umut doluydu, önemli bir değişim yaşatacağı
düşünülüyordu. Bu süre zarfında bir iyileşme, somut bir değişim
oldu mu?
Oldu, Ekonomik Sosyal ve Çevre Konseyi’nin son yayınladığı
rapora göre işsizlik yüzde 9.9’dan yüzde 12’ye çıktı. (İlan edilen
bu oranla ilgili söylenen her şeye rağmen). Yüzde 4,5 civarındaki
büyüme oranının ise işsizlik sorununu çözmesi mümkün değil. Buna
karşılık Fas, söz konusu işsizlik oranının makul seviyelere
çekebilmesi ve Türkiye gibi yükselen bazı ekonomilere ulaşabilmesi
için 20 yıl boyunca kesintisiz yüzde 7 civarında büyüme
gerçekleştirmesi gerekiyor. Raporlar, ülkede zaruri harcamalarının
genel harcamalarına oranının yüzde 40 olduğunu gösteriyor. Fas
ailesinin satın alma gücü oldukça zayıflamış durumda.
Kraliyet Danışmanı Ömer Aziman başkanlığındaki Yüksek Eğitim,
Eğitim ve Bilimsel Araştırma Konseyi, 2018 tarihli resmi bir
raporda Fas eğitimini ilgilendiren ilginç veriler açıkladı. Buna
göre 2019 itibarıyla Faslıların üçte biri okuma yazma bilmiyor.
"Sosyal Adalet Okulu" başlıklı eğitim, terbiye ve bilimsel
araştırma raporu, Faslıların üçte birinin okuma yazma bilmediğini,
bir milyon öğrencinin okulu bıraktığını ve üniversite mezunlarının
yüzde 70'inin işsiz olduğunu ortaya koyuyordu. Siyasi düzeyde,
ufuktaki tıkanma ne yazık ki, rejimin yapmayı denediği her türlü
makyaja rağmen, ana karakteri haline geldi.
Kralın dönemi insan hakları ihlallerine gelince, müteveffa kral
II. Hasan’ın izlediği siyasi suikastlar döneminin geride
bırakılması ve muhaliflerle barışma vaadiyle iş başına geldiği
halde, bir intikam yöntemi olarak birçok siyasetçi ve aktiviste
yüzlerce yıllara varan cezalar verildiğini, evlerin mühürlendiğini,
insanların işten atıldığını gördük.
Birçok insan yorumlarımızda aşırıya kaçtığımızı, abarttığımızı,
acımasız bir değerlendirme yaptığımızı düşünebilir. Gerçekte bu,
rejimin ve onun şakşakçılarının baş etmek zorunda kaldığı bir
hakikattir, kendisiyle yüzleşmek ve yanlışları telafi etmek yerine
bu tür nitelemelere başvurmayı tercih etmektedirler. Yirmi yıl
sonra, gelinen nokta rejimin kalkınma modelinde bütünüyle fiyasko
yaşadığını bizzat kendisinin resmi bir açıklamayla itiraf
etmesidir.
TÜRKİYE’DE AKP İÇERİSİNDEKİ KOPMALAR, YANLIŞLAR OLDUĞUNU
GÖSTERİYOR
Peki Türkiye’de 2003’ten beri iktidarda olan AKP
tecrübesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Fas’taki benzeriyle bir
karşılaştırma yapabilir misiniz?
İki taraf arasında sadece isimlerdeki benzerlikten dolayı
karşılaştırma yapmak doğru olmaz. Ne siyasi sistem ne de siyasi ve
toplumsal zemin aynı değil. Kararını bizzat kendisi alan bir
ülkeyle (Türkiye’yi kastediyor-İÖ) sadece bir vitrinden ibaret olan
veya daha doğrusu sadece bir araç veya işlevsel yapı olmaktan öteye
gitmeyen parti arasında büyük bir fark olduğu için karşılaştırma
yapmak büyük bir metodolojik hata olacaktır.
Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi’ne gelince, partinin
bazı icraatında yanlışlar olduğu konusunda hemfikirim. Belki de
bunun göstergelerinden biri parti içerisinde önde gelen isimlerin
istifa etmesidir. Ancak Türkiye’nin gerek içeride gerekse dışarıda
gerçekleştirmiş olduğu başarıların yanı sıra ekonomi, eğitim,
sağlık ve toplumsal hizmetler alanındaki büyük sıçramayı da inkâr
etmek mümkün değil.
Bütün göstergeler dışarıda yaşanan büyük sorunlar, daha doğrusu
engellemelere rağmen Türkiye’deki AK Parti’nin hızlı adımlarla
ilerlediğini göstermekte. Bu ifadeler, az önce de ifade ettiğim
gibi, AKP’nin hatalı olmadığı anlamına gelmez, ancak bence
Türkiye'nin en büyük kazancı, demokrasinin kamusal yaşamdaki
değerlerinin derinden kök salmış olmasıdır.
FAS’TA HER GÜN 24 ÇOCUK ÇÖPE ATILIYOR, TÜRKİYE FAS’TAN
DAHA İYİ KONUMDA
Siz Türkiye’de demokrasinin kazanımlarından bahsediyorsunuz ama
anlaşılan o ki, Türkiye’deki ihlaller hakkında yeterli bilgiye
sahip değilsiniz. AKP iktidarının yargı bağımsızlığının yerle bir
ettiğini, C. Başkanı’nın anayasa mahkemesinin kararıyla ilgili
olarak “bu kararları tanımıyorum saygı da duymuyorum” dediğini
duymamış olamazsınız. Hapishanelerde hala yüzlerce gazeteci,
binlerce çocuk ve yüzlerce emzikli bebeğin varlığı meselesine
girmiyorum bile..
Sadece anıştırma bağlamında söylemek isterim ki, özellikle
Türkiye konusu ile ilgili olarak pek çok kişinin yaptığı gibi,
meselelere duygusal yaklaşan ve Türkiye’yi yeni Osmanlı hilafetinin
merkezi görecek kadar ileri giden kişilerden değilim.
Bahsettiğiniz rakamların insan hakları ve toplumsal anlamdaki
gerilemenin açık bir göstergesi olarak gördüğümü söylemeliyim.
İsterseniz bunu Fas'taki ihlallerle karşılaştıralım.
Kadınların savunuculuğu alanındaki en önde gelen kadın
eylemcilerinden biri olan Ayşe el-Şina, yılda 5 bin çocuğun terk
edildiğini, ortalama her gün 24 çocuğun çöpe atıldığını ve her yıl
1.020 kişinin ülkenin farklı yerlerinde barışçıl protestolara
katılmaları ya da destek vermeleri nedeniyle göz altına alındığını
veya yargılandığını açıkladı.
Huseyma kentindeki kamu kuvvetlerinin şiddetli müdahaleleri, iki
vakanın ölümüyle sonuçlandı ve hapishaneler, mağdur ailelerinin
hâlâ gerçek nedenlerini ifşa etmeyi talep ettikleri durumlarda ve
ölümcüllerin güvenliğini ve haklarının korunmasını sağlamak ve
haklarının güvenceye alınmasını sağlamakla yükümlü olduğu
durumlarda 9 ölüm vakası biliyordu.
Fas’ın güneyindeki Zakura bölgesinde, içmeye uygun su
bulunamaması nedeniyle gösterilere sahne oldu. Ülkede biri
susuzluktan bahsediyorsa bilin ki o Güney bölgelerindeki su
sıkıntısına değiniyordur.
Bütün bunlara Fas’ta kişi başı milli gelirin 5.456 dolar
olduğunu, 187 ülke arasında Türkiye’nin 32. Fas’ın ise 187. sırada
bulunduğu gerçeğini de ekleyelim. Yargı erkine gelince dost düşman
herkes bilir ki Fas’ta, emirlerin hakimlere telefonla iletildiği
talimatlar ülkesinde yargı bağımsızlığı diye bir şey yoktur.
İhlallerle ilgili daha fazla ayrıntıya girmek isterdim ama
burası bunun için yeterli değil. İsteyen insan hakları
kuruluşlarının raporlarından genel durum hakkında bilgi edinebilir.
Bir kez daha vurgulamak isterim ki Türkiye, Fas’taki hukuki ve
toplumsal durumdan çok daha iyi durumdadır.
TÜM YARALARA RAĞMEN ARAP DÜNYASINI PARLAK BİR GELECEK
BEKLİYOR
İslamcılar uzun süredir Sudan'da iktidardaydılar ve halk
devrimi tarafından devrildiler. İslamcıların yolsuzluğa karışıp
halkın ıstırabını umursamamak üzücü değil mi? Bir de birçok Arap
ülkesinde çatışmalar, gösteriler ve iç savaşlar halen devam ediyor.
Arap dünyasının içinde bulunduğu genel tabloya ilişkin neler
söylemek istersiniz?
Kimse, Arap dünyasındaki durumun, özellikle Arap Baharı’na
yönelik saldırılardan ve bazı ülkelerin Suriye ve Libya’da olduğu
gibi şiddet döngüsüne girmesinden sonra, her seviyede üzücü olduğu
noktasında farklı düşünmüyor.
Ancak tüm bu yaralara ve Arap toplumlarının bedeninin çektiği
acıya rağmen, Arap dünyasını parlak bir ufkun beklediğini
düşünüyorum. Tüm bu acılar, despotik rejimlerin ve sömürgecilerin
yaptıklarının bir sonucu olarak yüzyıllardır atalet içerisinde
yaşayan bu bedene bağışıklık kazandırmaya yardımcı oluyor.
Ben bir hayalperest ya da gerçeküstücü değilim. Ancak Arap
halkları bir kez şişeden çıktı ve çok fazla korkutma ve dış
komplolara rağmen buna geri dönmeyecekler. Halklar kendi yolunu
bulur, değişim rüzgarlarının esmesi kaçınılmaz. Zulmün ömrü ne
kadar uzun olursa olsun ebediyen devam etmez, bu toplumsal bir
yasadır. Gelecek halklarındır ve rejimler eninde sonunda
yıkılacaklardır.
Sudan'daki İslamcılar ve Sudan’da Beşir yönetimine karşı
gerçekleşen devrimle ilgili sorunuzun ilk kısmına gelince, herhangi
bir gerçekliğin teşhisinde, eşyayı bizzat adıyla isimlendirme
taraftarıyım. İslamcılar da bunun istisnası değil, hatadan ya da
sapmadan münezzeh de değiller. Yanlış yapan herkese bu denir.
İslamcıların hedefi, adalet, onur ve eşitlik devletini inşa
etmek değil mi? Bu, maddi ve manevi bedelleri olan bir hedeftir.
İslamcıların sermayesi, onların ahlaklı tutumlarıdır. Ama buna
karşın, bazı şahısların yaptıklarını bir grup ya da örgütün
tamamına mal edersek, bu hareketler kendilerinin masum olduklarını
iddia etmiyorlarsa, bu yapıların tertemiz olduğu varsayımından yola
çıkarak hükümde bulunmak doğru olmaz.
Hata eden Başkan Ömer el Beşir’di, İslamcılar değildi, zira
objektif bir tutum, bu ikisini birbirine bağlamamayı gerektirir. el
Beşir İslamcıydı, dolayısıyla bütün İslamcılar böyledir şeklinde
hüküm vermek, kasıtlı bir şekilde kafa karışıklığı ve bilinmezlik
yaratmaktır. Meseleyi bu açıklıkta ortaya koyduğumuzda maksat hasıl
olmuş oluyor.
Müslümanlar, İslamcılar kendi kendilerine “Müslümanlar
neden geri kaldı, diğerleri neden ilerledi?” diye soruyorlar. Bu
soruyu Müslümanların dışındakiler de soruyor tabii. Sizin buna
vermek istediğiniz bir cevabınız var mı?
Bu soruya birkaç cümleyle yanıt vermek mümkün değil. Bu soru
aslında hakkında büyük tartışmaların yapıldığı son derece merkezi
bir sorudur. Allah Rahmet eylesin, buna yanıt vermek için ömrünü
harcayan ve buna ilişkin kitap yazan Şekip Arslan, konuyu
Müslümanların gündemine getirmek istemişti. Bana göre Müslümanlar
geriledi, diğerleri ilerledi çünkü milletlerin üzerinde inşa
edildiği özsel temelleri kaybetti, daha doğrusu yok etti.
Müslümanların, İslami hareket önderlerinden birinin tarihsel
kırılma olarak nitelendirdiği ana çok büyük bir titizlik ve dikkat
göstermeleri gerekiyor. Bu an, adalet ve şuraya dayalı devlet
nizamının kılıç zoruyla zorbalık ve saltanata dayalı bir yönetime
dönüştürülmesi anıdır. Bu an anlaşıldığında soru da kendiliğinden
cevaplanacaktır. Düzeni, ilk temelleri üzerine yeniden inşa etme
planına sahip olanların meydana gelen tarihsel kırılmayı anlaması
zorunludur.
ZORBA YÖNETİMİ MEŞRU GÖREN KİTAPLAR, İSLAM SİYASET
TEORİSİNİN KAYNAĞI OLAMAZ
Tunus’taki İslami hareketin önder ismi Gannuşi, kendi
dönemi için bile geçerli olmadığını ifade ettiği, ünlü İslam
siyaset teorisyeni Maverdi’ye ait Ahkamu’s Sultaniyye adlı kitaba
ilişkin “Vakıanın değiştirme ve İslami değerlere tanıklık etmek
yerine sapkın vakıayı meşrulaştırmaya çalışıyordu” diyor. Siz bu
söze katılıyor musunuz? Sizce İslam medeniyeti neden özgürlükçü bir
siyasi düşünce üretemedi?
Maverdi’nin bu kitabının ana fikri, sultanın Allah’ın
yeryüzündeki gölgesi olduğu düşüncesidir. Bu ise üzerine herhangi
bir düşünce ya da medeniyetin inşa edilemeyeceği bir şeydir. Böyle
bir kitabı Arap ve İslam dünyasının geleceği için bir referans
olarak tanımlamak, belanın ana nedenidir. Bu kitap ve muhtevası,
kendisiyle irtibatın bütünüyle kesilmesi gerektiği bir fıkıh türü
icat etmiştir. Her ne gerekçe ve nedenle olursa olsun zulmün
zulümle, istibdadın istibdadla takas edilmesi mümkün değildir.
Tunus deneyiminin gerek içerde gerekse dışarıda yaşadığı zorlukları
iyi anlamalıyız. Burada sadece Tunus deneyimine odaklanmıyorum.
Kastettiğim her özgürlük hareketinin otoriter yönetimlerle
ilişkisini kesmesi gerektiğidir.
İslami davet alanında çalışanlar, sıklıkla zorbaların oyun ve
hileleriyle karşılaşıyor, halktan yüz çeviriyorlar. Bir başka
önemli husus, tarihe ibret nazarıyla bakmayıp İslam tarihini kutsal
gören taşlaşmış bir zihniyete sahip olmaları. Bu mantalite, geçmişi
anlamaya yanaşmadığından İslam için gerçek bir gelecek tasavvuru
inşa edemezler. Bunu yapmazlarsa parçalanmış bir İslam, saltanat
İslamı ortaya koymaktan başka bir şey yapmış olmazlar.
Müslümanların ve Kuran’ın, kılıçların gölgesi altında yaşadığı bir
din, İslam değildir.
Tarihsel birikimlerimiz, sürekli aklımızı ve hayalimizi meşgul
ediyor. İslam binasından bize miras olarak bazı şeyler kalmış
durumda, bu ilkeler bize yol göstermeye devam edecek. Geçmişteki
olayların ağırlığını hala omuzlarımızda taşıyoruz. Bu durumda
olanlara göre şimdinin ve geleceğin sorunları, muazzam ve zengin
fıkhi mirasa göre muhakeme edilmelidir. Başkasına değil. Bu da
meselelere tersinden bakmak demektir ve bu kişiler, tarih yapmanın
ancak kendimizi o tarihin yükü altına koyarak gerçekleştiğini
zannetmektedirler.
Prof. Dr. Muhammed el Hassani kimdir?
Dr. Muhammed el Hassani, Faslı akademisyen ve düşünür.
Halihazırda merkezi Türkiye’de bulunan Uluslararası İlişkiler
Akedemisi’nde dersler vermekte olan Hassani, aynı akademinin Bilim
Kurulu üyesidir. Şu ana kadar İslam düşüncesi ve siyaset bilimi
alanına ilişkin birçok araştırma ve makaleye imza atmış olan ve
Londra’da yaşamakta olan Hassani, aynı zamanda ülkesinde insan
hakları mücadelesine doğrudan katkıda bulunan bir insan hakları ve
siyasi aktivisttir.
Dipnot:
Fas’ın İspanyollara karşı destansı bir mücadele veren gerilla
önderi. Yasir Arafat’ın İsrail’e karşı silahlı mücadele konusundan
kendisinden taktik ve strateji istediği Mao’nun, hakkında “Sizde
dünyanın en büyük gerilla önderi varken benden neden taktik
istiyorsunuz” dediği rivayet edilir. Che Guevera’nın da gerilla
taktikleri konusunda kendisine çok şey borçlu olduğunu söylediği
gerilla lideri.