Türkiye’den giden bir grup gazeteci olarak Müslüman Boşnakların
sistematik bir soykırıma tabi tutuldukları Bosna Hersek’in
Srebrenitsa kasabasındaki bir binanın üst katında iki kadın
tarafından karşılanıyoruz. Soykırımın 22'nci yılı vesilesiyle
ziyaret ettiğimiz Srebrenitsa’nın savaş öncesi nüfusu 30 bini
aşkınken şu an 4 bin dolaylarında. Ormanlıklar içindeki dar bir
vadiye kurulmuş olan bu kasabada cami ile kilise arasındaki mesafe
birkaç yüz metre olsa da, katledilmiş insanların ruhu o ara
mesafede tüm soğukluğuyla duruyor.
Misafiri olduğumuz Sara Srebrenitsa Derneği’ndeki Zehta ile
Valentine, o mesafeyi kapatmak için mücadele yürüten iki kadın.
Zehta Müslüman bir Boşnak, Valentine ise Hristiyan bir Sırp.
Srebrenitsa belediyesi şu an Sırpların elinde. Nüfusun çoğunluğunu
da onlar oluşturuyor. Üstelik dünyanın gözleri önünde
gerçekleştirilen ve Srebrenitsa’nın girişindeki ürpertici
büyüklükteki mezarlıkla somutlaşan soykırımın varlığını bile inkâr
ediyorlar. Dolayısıyla soykırımı kabul eden, bundan dolayı üzüntü
ve utanç duyan Valentine’in işi, kasabada azınlığa düşmüş
Boşnaklardan olan Zehta’ya göre çok daha zor. Çünkü Boşnaklarla
birlikte barış mücadelesi yürüttüğü için vatan haini, casus,
Sırpların yüz karası ilan edilmiş. Ama bu, onu yolundan geri
çevirmemiş.
Valentine’i dinlerken ister istemez Türkiye’de yaşanan etnik
gerilim ve bu gerilime karşı ortak mücadele yürüten Türklerle
Kürtler geliyor akla.
FATİH AKIN’IN SENARYOSU BİLE YAZILMAMIŞ
FİLMİ
Ermeni soykırımı üzerine “Kesik” isimli filmi çektiğinden beri
“Türklerin gururu” sayılmayan ve Türk milliyetçilerinin hedefine
konan dünyaca ünlü yönetmen Fatih Akın, 19 Temmuz tarihinde
Instagram hesabından bir afişin fotoğrafını paylaştı. Afişte YPJ’li
olduğu anlaşılan bir kadının fotoğrafının altında “IŞİD’i ez.
Özgürlük savaşçıları YPG ve YPJ’yi destekle. Rojava’daki demokratik
devrimi savun” yazıyor. Şu aralar Berlin sokaklarını dolaşan
herhangi biri, Alman anarşistleri tarafından yapılan bu afişle
karşılaşabilir. Akın’ın da çerçevelenmiş bu afişi bir yerde görüp
fotoğrafladığını, çekeceği Rojava filmiyle alakası olmadığını,
zaten filminin senaryosunun bile henüz tamamlanmadığını
biliyorum.
Ayrıca henüz senaryo yazım aşaması bile tamamlanmamış bir filmin
ne afişi hazırlanır ne de Akın gibi profesyonel bir yönetmen bunu
paylaşır.
Fatih Akın söz konusu afişi Instagram hesabında paylaştıktan
sonra Türkiye için tuhaf olmayan bir şey oldu. Sosyalist olduğunu
iddia etmeyi sürdüren film eleştirmeni, Cüneyt Cebenoyan, Akın’a
demediğini bırakmadı. Cüneyt’e göre Akın artık çaptan düşmüştü ve
kendisini kabul ettirmek için Kürt meselesine “dalmış”, “bilmediği,
anlamadığı konular üzerine ahkâm kesmişti”.
Bir film eleştirmeninin henüz senaryosu bile yazılmamış bir
filmi eleştirmesiyle Ahmet Şık’ın yayınlanmamış kitabından dolayı
mahkûm edilmesi arasında zerre fark yok. Ahmet Şık’ın başına
getirilenlerden alışkın olduğumuz için kimse çıkıp “yahu bir film
eleştirmeni olarak nasıl oluyor da henüz görmediğin, konusunu bile
bilmediğin bir film üzerinden yönetmeni eleştiriyorsun” demeye bile
gerek duymadı. Oysa meselenin düğüm noktalarından biri bu. Cüneyt
çekilmemiş bir film üzerinden yönetmeni “eleştirebiliyorsa” Akın’ın
o konuda film çekmesine kategorik olarak karşı demektir. Yani, ona
göre Akın, Rojava konusunda iyi veya kötü, film çekemez, bu kadar
net. Fatih Akın, Cüneyt’in tepkisinden haberdarsa, büyük olasılıkla
epey eğleniyordur.
FATİH AKIN TÜRKİYE’DE YAŞASA HAPSE
GİREBİLİRDİ
Peki, BirGün gazetesinde “aydınlıkçı” yazılar yazmaya başlayan,
zamanında aynı dergide yazdığımız, aynı yürüyüşlere katıldığımız,
birbirine yakın “mahallelerde” yaşadığımız Cüneyt (bu nedenle
ismiyle anıyorum) acaba Fatih Akın Türk değil de Kürt olsa, aynı
tepkiyi gösterecek miydi? Cüneyt, bildiğim kadarıyla Rojava, YPG,
YPJ, vs, üzerine Kürtler tarafından çekilmiş veya çekilecek başka
film veya belgesellere ilişkin aynı tepkiyi göstermedi. Meselenin
bir düğüm noktası da bu. O halde Fatih Akın ünlü olduğu için mi,
Türk olduğu için mi Cüneyt’in tepkisiyle karşılaşmıştı?
Cüneyt, yazdıklarıyla tepkisinin kaynağını açık ediyor: “CIA'nin
emrindeki örgüt devrim yaparsa Fatih Akın da sinema yapar: Akın'ın
yeni filmi ‘Rojava’. Standart Türk entelektüeli Batı hangi fikri
pompalıyorsa, onu içselleştirir. Batı Erdoğan şahane lider derse, o
da Erdoğan şahane lider der.”
Batı epey bir süredir “Erdoğan şahane” demediğine göre, Cüneyt’e
bakılacak olursa “Türk entelektüeli”, Batı şahane bulmadığı için
Erdoğan’ı artık desteklemiyor! O halde Cüneyt’in yazarlık yaptığı
BirGün gazetesi de aslında Batı öyle istiyor diye Erdoğan’a karşı
çıkıyor. Mantığın bizi götürdüğü sonuç bu değil mi?
Öte yandan Akın’ın paylaştığı afişi Türkiye’de paylaşmak hapis
sebebi. Nitekim, önceki gün Hakkâri’de yapılan operasyonda 13 kişi
benzer görseller paylaştıkları için gözaltına alındı. Cüneyt’in üç
dönem oy verdiğini söylediği HDP’nin Eş Genel Başkanı Figen
Yüksekdağ, YPG-YPJ’yi övmekten hapiste. Milletvekilliği ve parti
üyeliği bu yüzden düşürüldü.
Fatih Akın da Türkiye’de yaşıyor olsa, bu afişi paylaştığı için
pekâlâ hapse atılabilirdi.
Cüneyt, Habertürk’e verdiği mülakatta diyor ki, “Bir
sanatçı içinde yaşadığı topluma ters gelebilecek, kendisini riske
atacak şeyler söyleyebilmeli. Fatih Akın bunu yapmıyor.”
Peki, sosyalist olduğunu ileri süren Cüneyt, yazdıklarında
kendisini riske atacak bir şey mi söylüyor, yoksa hem iktidarın hem
de onu ayakta tutan kahir ekseriyetin alkışına mı mazhar
oluyor?
ELEŞTİRENİ ELEŞTİRMEK YASA DIŞIYSA…
Bir sosyalist elbette sosyalist bir hareketi eleştirebilir, o
hareketin sosyalist olmadığını çeşitli argümanlara yaslanarak
söyleyip belli bir kanaate varabilir. Ama eğer o sosyalistin
vardığı kanaatin yanlış olduğunu yazacak biri hapis tehdidi
altındaysa, o zaman devreye bir ahlaki kaidenin girmesi
gerekir.
Şimdiki Türkiye’de (üç yıl önce böyle değildi) biri çıkıp
Cüneyt’e yanıt yazarak “hayır kardeşim, YPG şu, şu sebeplerden
ötürü terörist değildir” dese muhtemelen hapse girer. Dolayısıyla
Cüneyt’in “eleştirisi” devlet koruması altındayken Cüneyt’in
argümanlarına yönelik eleştiri ise devlet tarafından kısıtlanmış
durumda. Herhangi bir örgütü, yapıyı, hareketi eleştirmek serbest
(ki öyle de olmalı) ama o eleştiriye somut veriler üzerinden yanıt
vermek devlet tarafından yasaklanmışsa eleştiriyi ilk başlatan,
ister istemez devletin diline düşmüştür.
Öte yandan içine doğduğu baskıcı-tahakkümcü etnik kimliği ve
onun argümanlarını reddetmesi, bir sosyalistin ilk vazifelerinden
biridir. Tahakkümcü kimliğin argümanlarını hangi kişisel veya
ideolojik sebeplerle kullanmaya başlarsanız başlayın, öncelikle
sosyalist kimliğinizi reddetmeniz beklenir. Bu politik olduğu kadar
ahlaki bir sorumluluktur. Hem iktidarın milliyetçi argümanlarını
kullanıp –dolayısıyla onun güvencesi altında konuşup– hem de “ben
sosyalistim” diyemezsiniz. Elbette Çanakkale belediye başkanını
Diyarbakır-Sur belediyesiyle kardeşlik kurduğu için ihbar eden
anarşist bir yazarın olduğu, ırkçı bir güruhun “Türk solu” ismiyle
dergi çıkarabildiği bir ülkede milliyetçi söyleme başvurduğunuz
halde sosyalist olduğunuzu iddia edebilirsiniz, ayrı mesele.
VALENTINE’İN KAHRAMANCA DURUŞUNUN ZERRESİ
Ama eğer bir eleştiriyi baskıcı kimliğin argümanlarını
reddederek değil kullanarak yapıyorsanız, o baskıcı kimliğe tepki
sonucu oluşmuş veya inşa edilmiş kimlikçiliğe yönelik itirazlarınız
sizi yine egemenlikçiliğin içinde tutar. Araya koyduğunuz mesafeyi
hangi dille dolduruyorsanız, kimliğiniz odur. Mesafe aralığına
devlet ve onun güç devşirdiği mütehakkim etnik kimliğin söylem ve
argümanlarını mı, yoksa anti-Kürtlüğe de hizmet ettiği için
“makbul” bulunan IŞİD’in sistematik katliamlarıyla karşı karşıya
olan Kürtlerin taleplerini mi koyuyorsunuz? Sosyalist kalıp
kalmadığınızı, sosyalist bir örgütün yapıp-ettiklerine yönelik
tepkiniz değil, aranıza koyduğunuz mesafeyi nasıl bir duruşla
doldurduğunuz belirler.
Mütehakkim milliyetçiliğin yüzyıllık saldırıları yüzünden
oluşmuş Kürt milliyetçiliğiyle mücadele eden bazı “solcular”, bunu
Türk milliyetçiliğinin argümanlarına yaslanarak yaptıkları müddetçe
ne sosyalist olabilirler ne de sıradan bir Sırp kadını olan
Valentine’in kahramanca duruşunun zerresini tadabilirler. Olsa olsa
“sosyalizm” adına tepkilerini devlet koruması altında yapmanın
konforunu yaşarlar.