Faulkner’ın ‘çılgın’ biçim denemesi: Çılgın Palmiyeler

William Faulkner’ın farklı iki uzun öyküden oluşan romanı, "Çılgın Palmiyeler" Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Faulkner, romandaki iki öykünün bölümlerini peş peşe sıralayarak okuru öyküler ve karakterleri arasında bir karşılaştırma yapmaya zorluyor.

Abone ol

Amerikan modernist yazarların babası William Faulkner’ın Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan kitabı Çılgın Palmiyeler Necla Aytür ve Ünal Aytür çevirisi ile Türkçe’de. Çılgın Palmiyeler, aynı zamanda Faulkner’ın kıymetli bir yenilikçiliğe imza attığı kitabı olarak da dikkat çekiyor. Üstelik bu, her yenilikçilik kadar eleştiriden ve dışlamadan nasibini almış bir kitap.

Çılgın Palmiyeler yazarın Ses ve Öfke ile Ab-şalom Ab-şalom gibi görece daha çok bilinen ve sevilen romanlarının ardından yayınlanmış bir eser. Onu yenilikçi yapan ve eleştirilerin odağına koyan yanı ise biçimsel muhalefetinde. Çılgın Palmiyeler, esasında kitaba adını veren uzun öykü ile “Irmak Baba” adındaki bir başka uzun öykünün bir arada yayımlandığı bir kitap. Faulkner, bu öykülerin bölümlerini dönüşümlü bir şekilde peş peşe gelmesini planlayarak bölmüş ve kitapta bu şekilde sıralamış. Daha net bir ifadeyle: Bu kitabı bir roman olarak eline alan okur, her bir bölümde bir sonraki öyküye atlayan fakat olay bağını kaybetmeyen biçimsel bir deneme, şeklen bir roman, özünde iki ayrı öykü okuyacaktır. İlk bakışta oldukça ürkütücü ve kafa karıştırıcı gibi görünen bu formül, iki öykünün giderek ahenk yakaladığı birkaç bölüm sonrasında karşılaştırmalar ve biçimsel dinamik sayesinde iştah açıcı hale geliyor.

Gel gelelim Faulkner’ın bugün ‘benzersiz’ olarak nitelenen bu eseri, biçimsel marjinalliği nedeniyle başlangıçta ‘yapay, anlamsız ve başarısız’ olarak eleştirilmiş. Bunun devamında da yıllarca tek ya da aynı kitapta, öykülerin kendi bölümleri peş peşe getirilerek basılarak yazarın eserine üflediği ruh hiçe sayılmış. Edebiyat dünyasının yeniliksever ve samimi (!) mizacı, 1950 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık bulunan yazarın bir bildiği olduğuna kanaat getirmiş olacak ki ‘tescillenen’ bu başarısı sonrasında Çılgın Palmiyeler, yazarın uygun gördüğü ve yazdığı biçimde basılmaya başlanmış. Nobel sağolsun, Çılgın Palmiyeler'i bugün Faulkner’ın tasarladığı ve aslında aklından da elinden de çıktığı biçimde okuyabiliyoruz. Sözün özü bu kitap, sunduğu alışılmışın dışındaki okuma deneyiminin yanında şu serüveniyle de kendi öyküsünü yaratan bir eser.

'BİÇİMSEL YÖNTEM OLARAK BİLİNÇ AKIŞI'

Çılgın Palmiyeler, William Faulkner, Yapı Kredi Yayınları, 2017.

Çılgın Palmiyeler'i bunca özel kılan şey, elbette sadece Faulkner’ın bu biçim denemesi değil; şeklen oynadığı bu oyunun ötesindeki detaylar. Yazarın bu kitabında, hali hazırda yazdığı iki öykünün parçalarını, sonradan çılgınca bir deneye kalkışarak iskambil kağıtlarını karar gibi birbirine geçirdiğini düşünenler yanılıyor. Zira Faulkner bu kitapta bölümleri yazdığı sırayla okura sunuyor. Bunu da Çılgın Palmiyeler’in ilk bölümünü bitirir bitirmez, bir şeylerin eksik kaldığını, öykünün pekiştirilmesi (...) güçlendirilmesi gerektiğini gördüm. Bunun üzerine, Çılgın Palmiyeler’deki öykü yeniden canlanıncaya kadar Irmak Baba’yı yazdım. Derken, Irmak Baba’nın birinci bölümünün sonuna gelince, onu bırakıp Çılgın Palmiyeler’e döndüm ve gene gücünü yitirmeye başlayıncaya kadar yazmaya devam ettim. Sonra, onun ‘antitez’i olan Irmak Baba’nın bir bölümünü daha yazarak Çılgın Palmiyeler’i yeniden canlandırıp güçlendirdim.” ifadeleriyle açıklıyor. Yani bir başka deyişle, edebiyatta çoğunlukla tema ve anlatım için kullanmayı tercih ettiğimiz bilinç akışı yöntemini Faulkner, Çılgın Palmiyeler'de biçimsel bir yöntem olarak kullanıyor ve yazarlık deneyimini okura doğrudan aktarmayı hedefliyor. Elbette ki buradaki tek mucize, birbirinden ayrı iki öykünün birbirine geçirilerek yazılması değil. Faulkner çok geçmeden öyküleri birbirini besleyen bir yapıya kavuşturmayı başarıyor ve ‘antitez’ olarak nitelendirdiği şekilde bir ilişki kurarak okurun romanla kuracağı bağa kadar onu yönlendirmeyi başarıyor.

Faulkner’ın yaklaşımına yöneltilebilecek en makul eleştiri belki de çok sistematik ve matematiği çağrıştırırcasına bir akış seyretmesi olabilir. Her iki öykünün de beş bölümden oluşması ve sistematik bölünmüş görüntüsü, kontrolü elden bırakmayan hali, edebiyatta içtenliği sevenler için fazla hesaplı gelebilir. Belki de Çılgın Palmiyeler'e yöneltilen yapaylık eleştirileri de bu arayışın bir sonucu olabilir ve tartışmaya açık halini koruduğu söylenebilir. Peki, matematiğin katı kurallara dayanan ahlakını yaratmanın mucizesinden beslenen edebiyata uyarlamak edebiyatın ruhunu öldürür mü? Belki en fazla kolundan bir cimcik alabilir ama yazarla okur arasında oynanan bu oyunda yazarın elini güçlendirdiği kesin. Birçok açıdan Faulkner’ın bunun en iyi örneğini Çılgın Palmiyeler ile sunduğunu söyleyebiliriz.

Neyse ki kitaba yöneltilen biçimsel eleştirileri savuşturan Nobel Ödülü, çok geçmeden eserin tematik anlamda da aklanmasına zemin yaratmış. Dönemin önemli eleştirmenlerinin Çılgın Palmiyeler ile Irmak Baba arasındaki benzerlik ve zıtlıklara dikkat çekerek, öyküleri dönüşümlü okumanın bir tür etkileşim yarattığı, aralarında bir denge yakaladığı ve anlamlarını derinleştirdiği gibi yorumları dikkat çekiyor.

Faulkner, romandaki iki öykünün bölümlerini peş peşe sıralayarak okuru öyküler ve karakterleri arasında sürekli bir karşılaştırma yapmaya zorluyor, böylece okurun olaylara ve kişilere bakışında nesnelliği sağlamayı hedefliyor. Çılgın Palmiyeler'de Harry ve Charlotte’un ‘yasak’lara rağmen süren yaşamları ahlakçı bakışlara fırsat vermeyen bir üslupla anlatılırken; Irmak Baba'nın iki baş karakterinin de mahkum oluşu ve nehir taşkınında halka yardım etmek üzere oluşları temayı benzer bir zemine çekiyor. Harry’nin kendi ahlakçı bakış açısı giderek Çılgın Palmiyeler'i ele geçirirken Irmak Baba'da izlenen trajikomik anlatım iki öykü arasındaki dengeyi yakalama çabasının da en açık girişimi. Öte yandan Faulkner, Harry’yi de, mahkûmu da zorlu birer sınavla karşı karşıya getirerek ortaya koyacakları davranış biçimlerini ve karakter yapılarını okurla beraber izlemeyi deniyor.

Kitabın izlediği bu anlatım yöntemi, elbette okurun çok dikkatli olmasını gerektiren bir yöntem. Çılgın Palmiyeler, büyük ölçüde Harry’nin bakış açısından aktarıldığı için bu durum okuru Harry’ye yakınlaştırıyor ve onu nesnel bir gözle değerlendirmeyi güçleştiriyor. Irmak Baba'da da, öykünün baş karakterine beslenen duygularda bir benzerlik söz konusu: kendini hayat kurtarmaya adamış bir mahkum tasviriyle ortaya hayranlıkla izlenen bir destan kahramanı çıkıyor. Faulkner, okurun tıpkı Harry’ye duyduğu sempati gibi mahkuma duyulabilecek olası bir hayranlıktan çekiniyor. Zira yazarların etkileyici gücüne dair kuvvetli bir inancı var ve bu inancı da Irmak Baba’da mahkumun hapse girişine sebep olan tren soygununda bozguna uğrayışını anlatırken itiraf ediyor: Mahkum, soygun planı için romanlarından yararlandığı yazarlara çok öfkeli. Çünkü “başına ne geldiyse, bu yazarların gerçek ve güvenilir diye sundukları bilgilere inandığı için gel”di; çünkü kendisi kusursuz bir plan hazırlamak için “iki yıl boyunca biriktirdiği” polisiye romanları “tekrar tekrar okumuş, ezberlemiş, öykülerini ve yöntemlerini birbirleriyle karşılaştırmış, her birinin iyi yanlarını alıp işe yaramayan kısımlarını” atmıştı. Soygun sırasında yazarın yazdıklarını “harfi harfine uyguladığına” göre tüm suç, işlerini iyi yapamayan bu beceriksiz adamlardaydı. Yazarlar, kitaplarındaki uydurma bilgilerle kendisini “dolandırmakla” kalmamış, onu bir de özgürlüğünden, “şeref ve gururundan etmişlerdi”.

ÖYKÜLER ARASINDAKİ ANTİTEZ İLİŞKİSİ

Öte yandan Faulkner’ın Irmak Baba ve Çılgın Palmiyeler arasında kurduğu ‘antitez’ ilişkisi, çok net bir biçimde anlatımda da kendini gösteriyor. Irmak Baba'nın mizahi anlatımına karşın Çılgın Palmiyeler'in trajik öyküsü hem bir denge arayışı hem de bir antitez niteliği taşıyor. Bu anlamda göze çarpan ilk karşıtlık, mahkumun kadınlarla kurduğu ilişkinin, Harry ile Charlotte arasındaki “romantik” ilişkinin aksine, mizah yönü ağır basan bir ilişki oluşunda. Mahkum, büyük güçlüklerin üstesinden gelebilen cesur biri olmasına rağmen taşkında gebe bir kadını kurtarmak için çektiği sıkıntılar artıp uzadıkça, öfkelenip tüm kadınları baş belası olarak görmeye başlıyor.

Bu iki öykünün en şaşırtıcı bağlam noktası ise şüphesiz “Çılgın Palmiyeler”in finalinde karşımıza çıkıyor. Harry’nin Charlotte ile yaşadığı romantik aşkın sonunda hapishaneye girişi ile başlangıçta kadınlara ilişkin romantik hayaller kuran genç mahkumun kadınsız cezaevine dönüşü hayata dair büyük sorular soruyor. Faulkner’ın kaderci diyebileceğimiz anlatımına en iyi referanslardan birini oluşturan bu bağlam, yazarın Cervantes hayranlığının da bir etkisi sayılabilir. Zira varılan bu final, tıpkı Don Quijote’de olduğu gibi “Çılgın Palmiyeler”de de başarısızlığı, sadece insan olmanın yarattığı bir sonuç olarak algılıyor.

Tüm bunların toplamında Çılgın Palmiyeler, çılgın bir biçim denemesi olarak karşımızda duruyor ve eserin 80’nci yaşına rağmen tazeliğiyle zamana, biçimsel katılıklara direniyor; eleştiri kapılarını aralık bırakarak irdelenmeye varlığını ve anlamını derinleştirmeyi vaat ediyor.