Sonunda bu da oldu: 12 tutuklu milletvekilinin yokluğunda TBMM
başkanını seçmeyi başardı…
Bu gelişmenin demokrasi açısından son derece endişe verici ve de
tamamen yanlış bir süreç olduğu apaçık. “Demokrasi”nin
lâyıkıyla anlaşıldığı ve uygulandığı ülkelerde milletvekili
dokunulmazlığının nasıl bir titizlikle anlaşıldığı ve uygulandığı
hatırlanınca 12 milletvekilinin yokluğunda meclis başkanı seçimine
gitmenin ne derece hukuk tanımaz bir uygulama olduğu apaçık.
Mesela, demokrasilerde bir biçimde hâkim karşısına çıkması gereken
milletvekilinin duruşma gününün mutlaka meclis genel kurulunun
toplantı gün ve saatlerinin haricinde bir gün ve saatle saptanması
gibi… Bu ve benzer uygulamaların –tabii ki- bir fevkaladeliği yok;
yok, çünkü Meclis bir bütündür ve canının istediğini oturum dışında
bırakarak oylama yapmak bu bütünlüğü tanımamak anlamına gelir ki,
maazallah…. Bir Meclis ya bütün üyelerinin katılımıyla vardır ve
anlamlıdır, ya da aklınıza yatmayan fikirleri savunan tabii
üyelerin dışarıda bırakıldığı herhangi bir toplantı salonundan
ibarettir.
Yazının başlığında işaret ettiğim gibi bu hazin manzarayı
ülkenin Anayasa Mahkemesi de gülümsemeyle seyretmektedir. Öyle bir
AYM ki, son örneğiyle tutuklu milletvekili Gülser
Yıldırım’ın yaptığı bireysel başvuruyu “ilk olarak yasama
dokunulmazlığına istisna getirildiği veya bu dokunulmazlığın
kaldırıldığı durumlarda milletvekillerinin tutuklanamayacağına
ilişkin anayasal bir kural bulanmamaktadır” gibi
“soğuk” bir gerekçeyle “kabul edilemez”
bulabilmektedir. Meclis’in ancak bir bütün olarak var olabileceğini
hiç mi hiç hatırlamayan, kendi varlık nedeninin de bu
“bütünlük” olmadan bir şeye yaramayacağını düşünemeyen bir
kurum. Daha açıkçası şöyle bir şey: Meclis’in yeterli çoğunluğunun
dokunulmazlıkla ilgili 83'üncü maddesini kuşa çevirip gecikmeden
(ertesi gün!) milletvekili toplama harekâtına girişmesini
“yasama dokunulmazlığına istisna getirildiği ve dokunulmazlığın
kaldırıldığı durumlarda” şeklinde yorumlayan bu mahkeme aynı
Meclis çoğunluğunun günün birinde “Bu AYM’ye de ne gerek
var?” diyerek kapısını kilitleyebileceğini hiç mi
düşünmez?
Gülser Yıldırım’ın bireysel başvurusundan söz
açılmışken, Meral Danış Beştaş’ın AYM’den çıkan karara
ilişkin değerlendirmesinden şu birkaç satırı da aktarmak
isterim:
“ ‘Sözde özerklik’ diye bir ifade kullanılmış. Özerkliğin
sözdesi olmaz. HDP olarak biz programımızda yerinden yönetimi,
özerkliği savunan bir partiyiz”.
Ne kadar yerinde bir eleştiri; devletin en yüksek mahkemesi
“sözde” gibi bugüne kadar onlarca kez kere kullanılmış
münasebetsiz bir takıyı üzerinde bir dakika düşünmeden karar
metnine yerleştirebiliyor.
Bana göre meselenin özü AYM’nin görevlerine ilişkin bir
tartışmayı gerektiriyor: Bildiğiniz gibi AYM’nin varlığı 1961
Anayasası ile mümkün olmuştur. 1961 Anayasası özgün haliyle
mahkemenin yetkilerini şöyle tarif ediyordu: “Görev ve
yetkileri: Madde 147: Anayasa Mahkemesi, kanunların ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi iç tüzüklerinin Anayasaya uygunluğunu
denetler.” Bu hüküm AYM’nin (birer “kanun” olduklarından
dolayı) Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların da
Anayasaya uygunluğunu denetlemeye yetkili kılıyordu. Nitekim
mahkeme bu yetkisini kullanarak 1969’da TİP’in bir anayasa
değişikliğine ilişkin yaptığı başvuruya karşılık şöyle bir karar
almıştı:
"1961 Anayasasında yapılacak değişikliklerin, Anayasanın
155'inci maddesinde yer alan usul ve şartlara uyulmak suretiyle
çıkarılacak kanunlarla mümkün olabileceği ortadadır. Nitekim söz
konusu 1188 sayılı metnin adı da, başlığında açıkça görüleceği
üzere ‘kanun’dur. Esasen 155'inci maddede Anayasa değişikliklerinin
bazı kayıt ve şartlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü
hakkındaki hükümlere uyulmak suretiyle Meclislerden geçirileceği
ilkesi konulmak suretiyle bunların ‘kanun’ nitelikleri de ayrıca
belirtilmiş bulunmaktadır."
Zamanında pek çok tartışmaya neden olan bu karar –aslına bakacak
olursanız- Mahkeme’nin “görev ve yetkileri”ni tarif eden
147'nci maddenin ruhuna uygundu. Anayasa değişiklikleri de birer
“kanun” olduğuna göre, bu değişiklikleri Mahkeme’den
kaçırabilmek doğru değildi. Bu çerçeve AYM’ye Anayasa’ya ilişkin
TBMM’den çıkan “kanunlar”ı sadece şekil bakımından değil
esastan da denetleme yetkisini tanıyordu. Anayasa değişikliklerinin
sadece şekil değil esas yönünden de denetleyebileceği Mahkeme’nin
şu gerekçesinde açıkça dile getirilmekteydi:
“1961 Anayasası, 9'uncu maddesi ile bir değişmezlik ilkesi
koymuştur. Bu maddeye göre, devlet şeklinin cumhuriyet olduğu
hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif
edilemez. Buradaki değişmezlik ilkesinin sadece ‘cumhuriyet’
sözcüğünü hedef almadığını söylemek bile fazladır. Yani, Anayasada
sadece ‘cumhuriyet’ sözcüğünün değişmezliğini kabul ederek, onun
dışındaki bütün ilke ve kuralların değişebileceğini düşünmenin
Anayasanın bu ilkesi ile bağdaştırılması mümkün değildir. Zira,
9'uncu maddedeki değişmezlik ilkesinin amacının, Anayasanın 1'inci,
2'nci maddelerinde ve 2'nci maddenin gönderme yaptığı başlangıç
bölümünde yer alan temel ilkelerle niteliği belirtilmiş,
‘cumhuriyet’ sözcüğü ile ifade edilen devlet sistemidir. Bir başka
deyimle, 9'uncu madde ile değişmezlik ilkesine bağlanan
‘cumhuriyet’ sözcüğü değil, yukarıda gösterilen Anayasa
maddelerinde nitelikleri belirtilmiş olan cumhuriyet rejimidir. Şu
halde sadece ‘cumhuriyet’ sözcüğünü saklı tutup, bütün nitelikleri
hangi istikamette olursa olsun tamamen veya kısmen değiştirme veya
kaldırmak suretiyle 1961 Anayasası'nın ilkeleriyle bağdaşması
mümkün olmayan bir başka rejimi meydana getirecek bir Anayasa
değişikliğinin teklif ve kabul edilmesinin Anayasa’ya aykırı
düşeceğinin tartışmayı gerektirmeyecek derecede açık olduğu
ortadadır.
Bu bakımından bu ilkelerde değişmeyi öngören veya
Anayasa’nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan
doğruya veya dolaylı olarak bu ilkeleri değiştirme amacını güden
herhangi bir kanun teklif ve kabul olunamaz. Bu esaslara aykırı
olarak çıkarılmış bulunan bir kanunun Anayasa'nın mevcut
hükümlerinde en küçük etki ve değişme yapması veya yeni bir Anayasa
kuralı koyması mümkün değildir.
Görülüyor ki Anayasa değişikliği öngören kanunlar üzerinde,
Anayasa’nın 147'inci maddesi gereğince Anayasa Mahkemesine esas
yönünden de denetim görevi düştüğü meydandadır.
Bu nedenlerle söz konusu kanun, gerek biçim, gerekse esas
yönünden Anayasa Mahkemesi'nce denetlenebilmelidir.”
Bu uzun (ve canınızı sıkan!) alıntıyı yapmamın nedeni
anlaşılmıştır umarım. “şekil” ” ve “esas” bağlantısı üzerine kaleme
alınan bu gerekçe –siz ne düşünürsünüz bilemem ama- olduğu gibi
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin 6718 sayılı yasa için de
tekrarlanabilir…
Konuyu (devam etmek üzere) şu bilgiyle kapatayım: AYM’nin 1961
Anayasası'nın özgün halinde ifade edilen ve mahkemeye Anayasa
değişikliklerini sadece şekil değil esastan da denetleme yetkisi
veren 147'nci maddesi üzerinden on yıl geçtikten sonra (1488 sayılı
kanun) şu şekle çevrilmişti: “Anayasa Mahkemesi, kanunların ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi iç tüzüklerinin Anayasa’ya, Anayasa
değişikliklerinin de Anayasa’da gösterilen şekil şartlarına
uygunluğunu denetler.” Yani bugünkü durum…