Amerika Birleşik Devletleri merkez bankası Fed, 3 Mart 2020 tarihinde olağanüstü bir toplantı yaparak faizi yarım puan düşürdü. Böylelikle Fed, 2019’un Ocak ayında yaptığı sert ‘U’ dönüşü sonrasında girdiği faiz indirimi yolunda önemli bir adım daha atmış oldu. Bu adım, sadece ABD ekonomisi açısından değil, aralarında Türkiye’nin de olduğu ‘yükselen piyasa ekonomileri’ olarak kodlanan ülkeler için de önemli. Bu yazıda, 2008 sonrası süreçte küresel finansal ve makroekonomik şartları etkileyen ABD para politikasındaki değişimi beş adımda ele aldım.
2008 SONRASINDA POLİTİKA TEPKİSİ
15 Eylül 2008 tarihinde ABD’nin en büyük yatırım bankalarından olan Lehman Brothers’ın batması ile zirveye ulaşan finansal sorunlar, ABD’de 1990’lı yıllardan itibaren oluşan yeni finansal mimarinin hızla çökmesine neden oldu. Finansal küreselleşme sayesinde hızla diğer ülkeleri etkisi altına alan bu çöküş ile 2008 krizi, kapitalizm tarihindeki en büyük krizler arasında yerini aldı.
ABD’deki politika yapıcıların krize karşı geliştirdiği politika tepkisi üç adımdan oluşuyordu (1). Bunlardan ilki, maliye politikası tedbirleri ile batan büyük firmaların kurtarılması idi. İkincisi, en önemli para politikası araçlarından olan faizlerin hızla sıfıra yakın bir seviyeye çekilmesiydi. Aşağıdaki grafikteki kırmızı çizginin 2008 yılındaki seyri, bunu açık bir şekilde gösteriyor.
ABD’de krize karşı geliştirilen üçüncü politika tepkisi, yine para politikası kullanılarak hayata geçirildi. İngilizce’de ‘Quantitative Easing’ (QE) olarak karşılanan miktarsal kolaylaştırma adımları Fed’in bilanço genişletmesine dayanıyordu. Yine aşağıdaki grafikte mavi çizgi üzerinde gösterilen QE-I, QE-II ve QE-III adımları, miktarsal kolaylaştırma sonucunda Fed bilançosundaki genişlemeyi gösteriyor.
2013 KIRILMASI
ABD’deki politika yapıcıların özellikle para politikası alanında aldıkları önlemler iki nedenle dünya ekonomisini, özellikle de sermaye girişlerine daha hassas olan ekonomileri etkiledi. Bunlardan ilki, finansal küreselleşme ile sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi olgusu idi. Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ile küresel finans kapital için ülkeler arası faiz farkından yararlanmak çok daha kolay hale geldi.
İkincisi de, küresel finansal sistemin hiyerarşik yapısı ile ilgili. Küresel düzeyde devletler arasındaki hiyerarşinin finansal alana yansımasıyla oluşan küresel finansal hiyerarşi nedeniyle ABD Dolarının küresel rezerv para statüsünde olması, diğer ekonomileri ABD merkez bankası Fed’in kararlarından doğrudan etkilenen bir konuma soktu. Özellikle Türkiye gibi, ekonomik büyümesi dış finansman girişlerine bağlı olan ekonomilerde, bu etki çok daha belirgin şekilde gözlenmektedir.
Bu kısa açıklamadan sonra, 2013 yılının neden önemli bir kırılma olduğuna döneyim. 2013’ün Mayıs ayında, dönemin Fed başkanı Ben Bernanke yaptığı bir açıklama ile Fed’in önümüzdeki dönemde hem faiz artışına gideceğini, hem de miktarsal kolaylaştırmanın durdurulacağını, hatta miktarsal sıkılaştırmanın başlayacağını ilan etti. Bu, aralarında Türkiye’nin de olduğu pek çok ekonomi için sermaye girişlerinin azalmaya başlayacağı anlamına geliyordu. Kısacası 2013 yılı, küresel finansal sıkılaştırma döneminin başlangıcı olması nedeniyle önemli bir dönüm noktası idi.
SIKILAŞTIRMANIN ZİRVESİ: 2018
Fed, daha önceden ilan ettiği faiz artışlarına 2015 yılında başlamıştı, 2018 yılına gelindiğinde ise 9 kere yapılan artış ile faizler yüzde 2,5 seviyesine geldi. Küresel finansal sıkılaştırmada en az faiz artışı kadar etkili olan bir başka etken miktarsal kolaylaştırma mekanizmasının tam tersine çalıştırılması ile Fed’in bilanço daraltmasını sürdürmesi oldu. Bu önlemler, yine yukarıdaki grafikteki mavi çizgiden takip edilebilir.
Küresel finansal sıkılaştırmanın zirvesine 2018 yılında ulaşıldı. Bu yıl Türkiye ve Arjantin’de, farklı tetikleyici etkenlerden kaynaklanan, ancak küresel sıkılaştırmanın getirdiği olumsuz finansal koşulların bir sonucu olarak ekonomik krizler yaşandı.
2019'DAKİ 'U' DÖNÜŞ
2019 yılı, Fed’in para politikası açısından tam bir ‘U’ dönüşü yılı oldu. Yukarıdaki grafikten izlenebileceği gibi, Fed hem faiz indirimlerine (kırmızı çizgi), hem de yeniden bilanço genişletmeye başladı (mavi çizgi). 2019’un Şubat ayında Gazete Duvar’da yazdığım bir yazıda, Fed’in ani ‘U’ dönüşü ile ilgili, Fed’in faizleri tekrar indirebilmek için artırdığı görüşünü savunmuştum.
Gerçekten de 2019 itibariyle sonlanan faiz artışları, ABD’deki enflasyonu kontrol etmek gibi bir hedeften çok para politikasına yeniden işlerlik kazandırma amacını taşıyordu. Zira ABD ekonomisi için deflasyon, enflasyon kadar ciddi bir risk olmayı sürdürüyor ve bir sonraki resesyona faizler sıfır düzeyindeyken yakalanmak, para politikasının fiili olarak kullanım dışına çıkması anlamına geliyordu.
2020: YENİ FİNANSAL GENİŞLEME ÇEVRİMİ
Her ne kadar Fed’in 2018’e kadar sürdürdüğü sıkılaştırma adımları, para politikasına bir manevra alanı kazandırsa da 2019 itibariyle geldiğimiz yerde bu manevra alanının çok daha daraldığını görüyoruz. Tam da bu nedenle, bir resesyon yaşanmadan başlayan ‘önleyici’ faiz indirimleri eğer amacına ulaşamazsa, gerçekten bir resesyon başladığında miktarsal kolaylaştırma dışında alınabilecek para politikası önlemi kalmıyor. 2020 itibariyle virüs salgınının küresel ekonomiyi olumsuz etkilemesi, bir tetikleyici unsur olarak görülebilir. Ancak bu gelişme, gerek ABD ekonomisinde gerekse Avrupa ve Doğu Asya’da 2008 sonrasında oluşan küresel kriz konjonktürünün halen sürdüğünü tekrar göstermiş oldu.
Kısacası Fed, 2019 itibariyle başladığı faiz indirim sürecine 2020’de de devam ederek, yeni bir küresel finansal genişleme döneminin başlamasına neden oldu. Ancak küresel finansal hiyerarşinin tepesinde oturan ABD’nin yeni bir olası ekonomik kriz durumunda, neoliberalizmin sınırlarını zorlamadan alabileceği önlemler oldukça sınırlı. Gelinen bu aşamanın Türkiye ekonomisi üzerindeki olası etkilerini, ileriki yazılarda ele alacağım.