Feminist birikime feminist bir eleştiri

'Feminist Eleştiri' kitabını hazırlayan Demet Gülçiçek ve Emine Erdoğan'la konuştuk. Erdoğan, "Kitap, 'Feminist eleştiri nedir?' gibi bir sorudan çok 'Feminist eleştiri nasıldır?'a odaklanıyor" dedi.

Abone ol

DUVAR - Akademisyenler Demet Gülçiçek ve Emine Erdoğan'ın hazırladığı 'Feminist Eleştiri - Arayışlar ve Müzakereler', Metis Yayınları tarafından raflarda yerini aldı. Kitap, bir yandan geçmişten günümüze feminist eleştirinin yapıp ettiklerini gözden geçirirken diğer yandan da onun açtığı yolları inceliyor.

'Feminist Eleştiri', bir tarihsel özet ve güncel incelemelerden oluşan bir çalışmadan daha fazlasını sunuyor okuruna. Eleştirinin, sıklıkla karşıt fikri yok saymak, onun üzerini çizmek biçiminde uygulandığı günümüzde eleştiriye feminist bir bakış sunuyor: Feminist eleştirinin itibarsızlaştırılmadan yapılabileceğini savunan Gülçiçek ve Erdoğan, bunun nasıl uygulanacağını da birçok ismin katkısıyla hazırlanan kitabın ilk satırından finaline kadar defalarca gösteriyorlar.

Kitapta “Feminist eleştiri nedir?” gibi bir sorudan çok, “Feminist eleştiri nasıldır?” sorusuna odaklandıklarını söyleyen Demet Gülçiçek ve Emine Erdoğan'la kitaptan yola çıktık, feminist çalışmalardan başlayıp günümüzde kadın hareketi ve feminist çalışmaların iktidarlar nezdinde nasıl bir yerde olduğuna kadar birçok şeyi konuştuk.

Bu kitabı hazırlama fikri hangi koşullarda ortaya çıktı? Siz kitap için nasıl bir araya geldiniz?

Emine Erdoğan: Kitap için bir araya gelmemizden çok kitaptaki tartışmaların bizi bir araya getirmesinden bahsedebiliriz diye düşünüyorum. Tanıştığımız günden beri feminizm ve feminizmin işaret ettikleri üzerine birlikte düşünüyor, tartışıyor, üretiyoruz. Feminist bilgi üretme süreçlerimizden bahsettiğimiz konuşmalarımızda sıklıkla feminizmin çok sevdiği düşünümsellik pratiğini feminist üretime uygulamanın açabileceği imkânlar üzerine tartışıyorduk. Bu yaklaşım, “Feminizm neyi nasıl eleştiriyor ve bu eleştiri ne tür bir iş yapıyor?” sorusuyla birlikte, “Feminizm kendini, kendi üretimlerini nasıl eleştiriyor?” sorusuna odaklanmayı da beraberinde getiriyor. Kitabın yapmasını istediğimiz de bu, eleştiriyi düşünümsel ve dolayısıyla özenli bir şekilde kurması.

Demet Gülçiçek: Evet, sanırım bu kitap feminist eleştirinin etkileyici şekilde artan birikiminin açtığı yollara feminist özenle bakma arzusundan doğdu. Emine’nin bahsettiği bilgi üretim süreçlerimize ek olarak, kitap fikri farklı şehirler ve ülkelerde sürekli değişen toplumsal konumlarımız üzerine bitmeyen konuşmalarımız sayesinde de ortaya çıktı. Büyük ya da küçük şehirlerde, beklendik ya da beklenmedik tüm karşılaşmalarda, feminist eleştirinin arayışlarımıza nasıl yol gösterdiği ve konumlarımızı müzakere etme imkânı verdiği üzerine konuşuyorduk. Sonra zaman içinde bir baktık ki bu konuşmalar 'Feminist Eleştiri' kitabı fikrinin çıkmasına yol açmış.

'KİTAP, 'FEMİNİST ELEŞTİRİ NASILDIR?' SORUSUNA ODAKLANIYOR'

Kitabın odağına aldığı noktalar neler? İki bölümden oluşmasının nedeni nedir?

Demet Gülçiçek: Kitap, temelde feminist eleştirinin nasıl bir iş yaptığını ve kendini nasıl eleştirdiğini anlamaya çalışıyor. Bunu yapabilmek için de odaklandığı bazı konular var. Kitabın ilk bölümünde 'Feminist Arayışlar'la ilgilenmek istedik, özellikle de feminizmin kavramsal vurgularına geri dönerek. İlk bölümünü oluşturan konular feminist çalışmaların çok uzun süredir merceğinde olanları içeriyor: Ataerkillik (Emine Erdoğan), kesişimsellik (Sumi Cho, Kimberle Williams Crenshaw, Leslie McCall), erkeklik ve queer çalışmaları (Atilla Barutçu) feminist tarihyazımı (Demet Gülçiçek), toplumsal cinsiyet tarihi yöntemleri (Gülhan Balsoy), feminist hikâyeler anlatmak (Clare Hemmings) gibi. Bu yazılar ilgili kavramları son yıllardaki tartışmalarla beraber ele alıyor ve bu kavramların ortaya çıktıkları bağlamlardan koparmadan nasıl ele alabileceğini anlamaya çalışıyor. Kitabın ikinci bölümü ise görece yeni şekillenen tartışmalara, yani yeni açılan yollara yer veriyor: Feminizmin hızı üzerine düşünmek (Feyza Akınerdem), feminist tavır (Ezgi Burgan), feminist oyunbozanlık ve film eleştirisi (Özlem Güçlü) ve insansonrası yaklaşımlar ve edebiyat (Deniz Gündoğan İbrişim).

Ek olarak, feminist çalışmalarda çok ses etmiş Sara Ahmed’in ruh halleri üzerine feminist çalışmalara kavramsal katkı yapabileceğini düşündüğümüz bir makalesi bulunuyor. Ayrıca, Aksu Bora ise kitaba çok hoş bir sunuş yazısı yazdı.

Emine Erdoğan: Farklı okurlar kitaptan farklı odaklar bekleyebilir. Bu nedenle, “Feminist eleştiri budur, bunu söyler, böyle yapılır,” gibi bir reçete sunma derdinde olmadığımızı söyleyelim. Feminist eleştirinin içeriği her zaman çok çeşitli oldu ve kitapta da bahsettiğimiz gibi iyi ki de öyle! Feminizm toplumsal eşitsizlikleri anlarken önemli bir bakış sağlıyor ve bugün toplumsal muhalefetin başını çekmesinde bunun büyük bir etkisi var. Dolayısıyla kitabın feminist eleştirinin tanımını vererek, feminist eleştirinin üretebileceklerine nokta koymak gibi derdi yok. Derdimiz daha ziyade feminist eleştirinin yapıp ettiklerini gözden geçirmek ve bunu yaparken bu üretimlerin eleştirisinin nasıl yapılacağı üzerine düşünmek -bunu kitabın ilk bölümü yapıyor- ve feminist eleştirinin imkânları, açtığı yollar, kesiştiği alanlar üzerine düşünmek -bunu da kitabın ikinci kısımının yaptığını umuyoruz-. Kitap, “Feminist eleştiri nedir?” gibi bir sorudan çok “Feminist eleştiri nasıldır?”a odaklanıyor diyebiliriz.

'KİTAPTAKİ TÜM YAZILAR FEMİNİST ETİKLE BİR ÜRETİM YAPMAYA ÇALIŞIYOR'

Feminist Eleştiri - Arayışlar ve Müzakereler, Kolektif, Hazırlayanlar: Demet Gülçiçek, Emine Erdoğan, 312 syf., Metis Yayıncılık, 2022. 

Feminizmin temel birçok kavramı ve tanımı farklı bakış açılarıyla masaya yatırılıyor bu kitapta. Böyle bir ihtiyaç nereden doğdu?

Demet Gülçiçek: Pek çok sosyal bilimci gibi çeşitli kavramları ve teorileri ele almadan rahat edemememizden olsa gerek! Ek olarak şunu vurgulayabiliriz belki burada, kitaptaki tüm yazılar feminist etik ve özenle bir üretim yapmaya çalışıyor. Yani daha önce üretilen kavramların üstünü çizmek, yanlışlığını kanıtlamaya çalışmak niyetinde değiller. Bazen, özellikle eril akademik pratiklerde, “yeni” söz söylemenin tek koşulu daha önce üretilmiş kavramları itibarsızlaştırmak gibi görünüyor. Biz (feminist) eleştirinin itibarsızlaştırmadan yapılabileceğini düşünüyoruz. Bunun için de tarihsel dönemlere ve farklı bağlamlara göre üretilmiş feminist kavramlarla ilişkilenmeye çabasındayız. Acaba artık zamanı geçmiş gibi görünen kavramlar nasıl bağlamlarla ortaya çıkmıştı? Bu kavramları dönüştürmek, esnetmek ve potansiyellerini ortaya çıkarmak nasıl mümkün olabilir? Bu tür sorular kitaptaki tüm yazılara farklı bakış açılarını geliştirirken eşlik ediyor.

Emine Erdoğan: “Farklı” bir ele alışın illa öncekinin üstünü çizmek olmadığı bir özen aslında pek çok feministin önemsediği bir tavır. Bu özen feminizmi dayanışma olarak görüyor; feminist düşüncenin birlikte hareket edildiğinde güzelleşecek bir dünyanın peşinde olduğunu düşünüyor. Böyle bir yol, bir diğerimizin yaptığını itibarsızlaştırmaktan değil onunla çoğalmaktan geçiyor. Demet’in söylediklerine ek olarak sorunuz şöyle cevaplanabilir; feminist kavram ve tartışmaları farklı bakış açılarıyla ele almak, onlarla yeniden farklı şekillerde ilişkilenme ve birlikte çoğalma ihtiyacından doğdu. Feminist hareketlerin birbirinden kopuk eylemliliklerden, bakışlardan ve anlatılardan oluşmadığı fikrinden yola çıkarak bilgi üretmemiz mümkün.

Tam bu noktada sorayım: “Eleştiri” kelimesinin ağırlıklı olarak negatif bir anlamla kullanılmasına adeta meydan okuyorsunuz bu kitapla. Eleştiriye dair yaptığınız “üretken bir faaliyet” tanımlamasını biraz detaylandırır mısınız? Bu kitapta bu tanımı gerçekleştirmenin zorlukları neler oldu?

Emine Erdoğan: Feminist eleştiriyle kastettiğimiz bir öncekini kırıp dökmeyen, bu anlamda özenle kurulmuş ve üretken bir faaliyet. Kitaptaki yazıların tavrı bu anlamda benzer olduğu için, böyle bir eleştiriyi üretme noktasında sorun yaşanmadığını söyleyebiliriz. Burada eleştiriyi sadece tavır olarak görmediğimizi de eklemek gerekiyor sanırım. Eleştiri dönüşümü ve dönüşürken “daha az eşitsizliği” hedefler. Bunu yaparken sorgulanamaz görüneni sorunsallaştırır. Bu anlamda içerik olarak hâlihazırda üretken bir faaliyete işaret eder. Kitabın meydan okuduğu şey, eleştirinin tahammülsüz ve karşıdakini itibarsızlaştırmaya yönelik eril bir şekilde kurgulanması ve böylelikle politik dayanışmayı sağlayacak soruların, arayışların ve müzakerelerin de sınırlandırılması.

Sunuş yazısında Aksu Bora bu kitabın Donna Harraway’in, “Feminist nesnellik, basitçe, konumlu bilgiler demektir” sözünü alarak bir tartışma yürüttüğünü yazıyor. Biraz açar mısınız bu sözü ve kitapta nasıl uygulandığını?

Emine Erdoğan: Feminist “nesnellik” uzun zamandır pozitivist ve eril bilgi üretme biçimlerinin oluşturduğu nesnellik nosyonuna meydan okuyarak, konumlarımız dışında bilgi üretilemeyeceğinin altını çiziyor. Bu konumları açık etmeyi ve bunların üretilen bilgi ile ilişkisini tartışıyor. Kitabın da böyle bir bilgi üretimini örneklediğini söyleyebiliriz. Tek bir “doğru” feminist bilgi, tek bir “doğru” feminist eleştiri yerine, farklı konumlardan farklı feminist eleştiriler üretiyor.

Demet Gülçiçek: Emine’nin bahsettiği farklılıkları anlamak için “konum politikası” kavramına dönmek de mümkün. Kitabın amaçlarından birisi (yukarıda bahsettiğimiz gibi) ürettiğimiz feminist argümanların ilişkiselliğini önemsememizse, bir diğeri de konumlarımızın bize açtığı olanak ve sınırların farkında olmaya çalışmak. Konumlarımızın sabit olmadığını görmek, konumlarımızla üretebildiğimiz (ve belki üretemediğimiz) eleştiriler üzerine düşünmek anlamına geliyor. Belki de daha önemlisi, eleştirileri nasıl dile getirdiğimiz ve eleştirileri kurma biçimlerimiz üzerine kafa yorma imkânı veriyor.

'YAZARLARI, KİTAP BİR ARAYA GETİRDİ'

Kitapta on iki farklı ismin birlikte kaleme aldığı, belirli kavramların farklı bakış açılarıyla incelendiği on yazı ve bir de röportaj var. Bu isimlerle nasıl bir araya gelindi, bu yazıların konuları nasıl belirlendi? Süreçten bahseder misiniz?

Emine Erdoğan: Derleme kitaplarda metinlerin birbiriyle konuşması, hepsinin kitabın argümanına katkı yapması, üstelik bunu farklı yaklaşımlarla yapmaları arzu edilen bir durum. Bunu sağlayabilmek için öncelikle kitabın ne yapmasını istediğimizi ve bunu nasıl yapacağını belirlemek gerekiyor sanırım. Tıpkı bizim kitap için bir araya gelmememiz ama kitabın bizi bir araya getirmesi gibi, yazarları da yine kitap bir araya getirdi diyebiliriz. Kitabın argümanını ve bu argümana katkı sunabilecek tartışmaları belirledikten sonra, çalışma alanları ve feminist özenleri ile bu tartışmaları yürütmekle ilgilenebilecek yazarlarla iletişime geçtik. Eğer kitap kendi içinde konuşmayı başarıyorsa, bu her bir yazarın çok değerli katkıları sayesinde. Ayrıca Metis Yayınları editörlerine ve Müge Gürsoy Sökmen'e çok teşekkür etmek isteriz. Yaptıkları işe gösterdikleri özenden etkilenmemek mümkün değil.

Demet Gülçiçek: Emine çok hoş ifade etti! Katkıda bulunanların odaklandığı konular, yöntemleri ya da getirdikleri eleştiriler çeşitlense de feminist eleştirinin nasıl yapılacağına dair yaklaşımları ortak. Bu anlamda kitabın altbaşlığının işaret ettiği gibi yazıların arayışları ve müzakeleri ortaklaşıyor.

Günümüzde feminist mücadele açısından içinde bulunduğumuz manzarayı kadın hareketi ve iktidar baskısı/bakışı açısından nasıl gözlemliyorsunuz?

Demet Gülçiçek: Türkiye’de kadın hareketlerinin tarihi üzerine düşünmeye çalışan biri olarak, kadın hareketlerinin tarihsel olarak çoğu zaman bir saygınlık ve tanınırlık talep etmek durumunda kaldığını düşünüyorum. Bu bazen küçük ve yerel gruplara varlığını göstermek ve sözünü duyurmak, bazen de daha genel bir seyirciye kadın haklarının meşruiyetini anlatmak şeklinde ortaya çıkabiliyor. Günümüzde ise, bir paradoks gibi görünse de, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler yükselişte olmasına rağmen, feminist taleplerin daha önce hiç olmadığı yoğunlukta ve biçimde dolaşıma girdiğini görüyoruz. Yani anti-feminist fikirler ve eril restorasyon olarak kavramsallaştırılan süreç yükselirken, feminist fikirlerin çok geniş bir dolaşım ağında yayıldığını ve karşılık bulduğunu gözlemliyoruz – belki saygınlık ve tanınırlığın daha önce hiç olmadığı kadar görünür olduğu bir süreç. Bu bir yandan bir kazanım, diğer yandan ise feminist taleplerin başka gündemlere eklemlenme potansiyelinin de habercisi – belki de aynı anda ikisi birden.