Yakın zamanda bir Amerika seyahati üzerine, feminizme ilişkin yaşadığım bazı kaygılardan bahsetmek isterim. “Acaba feminizm nereye gidiyor?” kaygısı. Şöyle ki; seyahat boyunca attığım her adımda, dükkanda, müzede, sergide ve her yerde feminist materyaller görmek bir yerden sonra ürkütücü bir hal aldı. Bez çantalar, rozetler, anahtarlıklar, tişörtler, şapkalar, her şey ama her şey feminist imgeler ve yazılarla doluydu. Her yerden feminizm fışkırıyordu. Bu durumu “Feminizm sells!” olarak tanımladım, yani “Feminizm satar!” Elbette böyle düşününce vaziyet benim gibi kendini feminist tanımlayan birini dahi mutlu etmedi, aksine korkuttu.
Sanırım, insanlara, ülkelere ya da bazı konulara ancak uzaktan bakınca anladığımız şeyler var. Amerika gibi dünyanın her bir yanına kendi kültürünü pompalayan bir ülke, kendi siyaset ve hatta düşünce biçimlerini de pompalayabiliyor. Tabii bu yeni bir şey değil. Fakat konu feminizm olunca, iş başka bir hal alıyor. Zira feminizm; sömürüye karşı duran, işçi mücadelesiyle özdeşleşmiş, kapitalizmin tam karşısında konumlanan, içerisinde ağırlıklı sosyalist ideoloji barındıran bir alandır. Böyle iken, feminizmin kapitalizmin sömürü aracı haline gelmesi, metalaştırılması, bir nevi köleleştirilmesi hakaret içeren bir durum.
Şahit olduğum şey öncelikle bana şu hissiyatı yaşattı: Bütün bu insanlar feminist metaları giyip takıştırıyor. Peki ya sonra? Acaba feminizm yalnızca üstte şık duran bir şey mi? Bu materyalleri giyip takıştıran kaç kişi gerçekten Trump gibi bir kadın düşmanıyla ya da eril zihniyetle mücadele ediyor? Kaçı bir örgüte üye? Kaçı karar verici mekanizmalarda? Kaçı siyasete meraklı? Kaçı gerçekten feminist mücadele üzerine düşünüyor? Yoksa bunları üzerlerinde taşıyarak mücadele etmiş gibi içlerini mi rahatlatıyorlar? Tweet atmak gibi?
Değerli hocamız Prof Dr. Fatmagül Berktay, bu kaygılarımı “feminizmi evcilleştirmek” olarak ifade etti örneğin. Bu noktada “Me Too” eylemlerinin patlayıp sönen geçici etkisi üzerine konuşmadan da edemedik. Dünyaya baktığımızda da, kadına yönelik şiddetin arttığını görüyoruz. Tabii bir etki-tepki meselesi olarak kadın hareketi de hız kazandı ve yükselişte. Amerika örneğinde; görünürde bu derece her yere sirayet etmiş olan feminizme rağmen şiddet niçin artmaya devam ediyor örneğin? Şiddetle ve erkek egemen dünyayla mücadele biçimimizle ilgili bir problem olabilir mi? Bir yerlerde eksik kalıyor, görüntüsünü veriyor ama içini dolduramıyor olabilir miyiz?
Şiddetin dünya genelinde artışının tek sebebinin yasalardan ibaret olmadığını, dünyada yükselen aşırı sağ milliyetçi tutumla ve siyasetle birlikte düşünmek gerektiğini hepimiz her yerde dile getiriyoruz. Aynı şekilde dünyada “erkeklik krizi” de baş göstermiş durumda. Trump gibi çokça kadın düşmanı-otoriter liderin erkeklerce bu derece desteklenmesinin başka bir açıklaması olamaz yoksa. Aynı ABD, Woman’s March gibi bir yürüyüşün de düzenlendiği ABD. Ama artıyor işte. Erkeklerin “gücümüz elden gidiyor!” paniğinin yol açtığı artış bu. Bu noktada kadınlar olarak, bu gidişatı tersine çevirmek için daha etkin yöntemler üzerine düşünmemiz gerektiği de apaçık ortada.
Örneğin, konu madem siyasetle yakından ilgili, şu aşamada önceliğin kadınların siyasete girişini desteklemek noktasında toplanması gerekiyor. ABD’de bu sorular soruluyor olsa gerek; 2018 seçiminde Temsilciler Meclisi’ne giren Demokrat Partili kadın dörtlü (Alexandria Ocasio-Cortez, Ilhan Omar, Ayanna Presley ve Rashida Tlaib) etkin siyaset yapıyorlar. Fakat yine de yetmez. Başkanlık koltuklarına kadınların oturması gerekiyor. Otoriterleşen ve erilleşen gidişata dur demenin tek yolu bu. Bu da gerçek demokrasiye, yasaların işliyor olmasına ve kadınların siyasi taleplerini artırmasına bağlı.
Karar mekanizmalarında yer almaktan daha etkin bir yol düşünmek mümkün değil. Son dönemlerde işlenen kadın cinayeti biçimleri bile birbirine benzemeye başladı, boğaz kesmek suretiyle işleniyor cinayetler. Vahşet bir furyaya dönüşmüş durumda. Erdoğan’ın yaptığı tek şey ise idam güzellemesi. İstediğimiz kadar eylem yapalım, kamuoyu oluşturalım, feminizm modası yaratalım, yeterli gelmiyor. Kadınların karar mekanizmalarında yer alması ve bu yönde özgüven geliştirmesi gerekiyor. Bu esnada feminist materyallerle kendimizi mutlu etmekten öteye geçmemiz, sürekli kendimizi bilgilendirmemiz, bu esnada dünyayı takip etmemiz ise şart.
İş fazlasıyla başa düşmüş durumda. Bu gidişata dur demek yine bizim elimizde, kadınların elinde.