Ferit Edgü'nün 'Parçalar'ı birleşti
'Parçalar', Dedalus'tan çıktı. Edgü'nün 'Parçalar'ını tamamlayan yazarlarla konuştuk.
DUVAR - Geçtiğimiz günlerde Dedalus Yayınları’ndan çıkan, editörlüğünü Baran Güzel’in yaptığı 'Parçalar' isimli kitabın yazarlarına tek bir soru yönelterek, yazarların düşüncelerini derledik.
Ferit Edgü’nün yıllar önce 'Çığlık' isimli kitabında yarım bıraktığı öyküleri “tamamlayan” yazarlara şu soruyu yönelttik: Ferdi Edgü'nün 'Parçalar'ını yazan bir yazar olarak, yıllar sonra sizin 'Parçalar'ınızı yazacak olan bir yazara karşı ne hissedersiniz? Yazarlık size göre "eksik kalanı", "tamamlanmamışı" bir bütün olarak sunmak dürtüsü müdür?
Hakan Bıçakcı: Diğer yazarlardan çok okurların böyle bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Bu kitapta da kendimi yazardan çok bir okur gibi hissettim. Okuduğum öyküyü zihnimde sürdürmeye çalıştım. Zaten kitaplarla okurlar arasında böyle bir ilişki var. Eksikleri tamamlamak, boşlukları doldurmak, farklı finaller hayal etmek, başka karakterler eklemek, sadeleştirmek veya daha karmaşık hale getirmek. Okurun zihniyle etkileşime geçen anlatı kendiliğinden başkalaşıyor.
Yazmaksa eksik kalanı tamamlamaktan çok eksik kalacağını bile bile, gerçek dünyaya karşı kurmaca bir dünya inşa etmektir bence. Tamamlayıcı, yapıcı değil yıkıcı bir müdahale.
Emirhan Burak Aydın: Sayın Edgü kadar yüce gönüllü olup başka birinin benim “parçalarımı” tamamlamasını istemezdim. Öyle bir durum gerçekleşse de çoğu zaman yaptığım gibi bir çeşit bunalıma girerdim herhalde. Bence yazarlık tamamlamaktan çok dönüştürmeyle ilgili… Ortaya çıkan şey yine bir eksikliğe dair olabilir yani. Yazarken ben başka olan bir şeye ulaşmak istiyorum, bütünlemeyi değil.
Okan Çil: Yazmanın, yazarlığın n’olduğuna dair ahkâm kesecek değilim. Ne “X’e Göre Yazmanın 10 Altın Kuralı”nı samimi bulurum, ne de Sait Faik’in çaresizliğini giymeye cüret eden “Yazmasam Deli Olacaktım” isimli arkadaşları.
Benim için yazarlık; bilinen, ezberlenen ve bu ezberin peşi sıra gidilecek bir mecra değil. Bilakis her metinle beraber öğrenilen, sadece metinle de değil, her yürüyüşte, her duruşta, her gülüşte ve susuşta kendini üreten bir deneyimdir. Dolayısıyla dert, “bütün”e ulaşmaktan ziyade, “eksik kalan”dan açığa çıkan öze odaklanmaktır.
“Balkonda” isimli öyküde yapmaya çalıştığım şey de aşağı yukarı buydu. Önce metnin duygusuna ermek, akabinde bu duyguyu kendi bildiğim yere sürüklemek gibi bir yolculuktu yani. Diğer bir değişle, amacım bütüne ulaşmak değil, “eksik kalan”a bir eksik daha eklemekten ibaretti.
“Bırak abartayım. Öyle abartayım ki, saçmaya değin varayım,” diye yazmıştı Edgü. Ben de kendime bunu şiar edinerek, saçmanın kahkahasına ulaşma gayreti güttüm. Becerebildim mi bilinmez tabii…
Diğer soruya verebilecek bir cevabım yok. Yıllar geçse dahi, benim “eksik kalan”ımı kim, neden devam ettirsin ki? Ama ola ki böyle bir gaflete düşülürse ve ben hayatta olursam garip garip bakarım herhalde.
Bahadır Cüneyt Yalçın: Ferit Edgü’nün “Yazmak Eylemi” kitabını üniversitenin ilk yılında okuduğumda anladım ki Edgü yazmayı hakikaten bir eylem, bir sanatsal laboratuvar olarak görüyor. Öykü kitabındaki tamamlanmamış metinlerini bu şekilde yayımlaması ve not ekleyerek tamamlanması izni vermesi de yazarın edebiyata bu bakışını destekliyor. Ben de bir kitabıma “tamamlanmamış” diye tanımladığım parçalar koysam, izin vermekten fazlasını yapar, bunu yapabilmeleri için yazarları direkt teşvik ederim.
Bu sayede edebiyat anlayışları ve dönemleri arasında bir köprü kurulmuş olur. Yazarlığın “eksik kalanı tamamlama” olduğu önermesi yazarlığın maceracı bir yönü olsa da bu biçimde tanımlanması kısıtlayıcı olur. Yazarlık bana göre kısa ya da uzun, kelimelerle gerçekleştirilen bir kompozisyon performansıdır. Bu nedenle tamamlanmamışı tamamlamak yazarlık haritasında bir nokta olabilir. Yaşattığı deneyim benzersizdir elbette. “Bütünlük dürtüsü” bence kesinlikle isabetli bir tespit fakat eksik kalanı tamamlama tek başına hoş bir takıntıdan başka bir şey olamaz. Bunları söylerken, öğretmenimizin ilkokulda okuduğu bir hikâyeyi yarıda keserek bizden onu tamamlamamızı istediği oyunların bende yazarlık hevesini oluşturan ilk şeylerden biri olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
Pelin Buzluk: Yıllar sonra benim parçalarımı yazacak birileri olmayacaktır, diye düşünüyorum. Yazmaktan vazgeçtiğim ya da bir şekilde tamamlayamadığım metinleri okurla paylaşmak yerine defterlerde bırakır, yayımlamazdım. Yazarlık bana göre eksik kalanı bütün olarak sunmak değil, düş alanlarını çoğaltmak için kurguda bile isteye eksikler, açık kapılar bırakmaktır. Edgü'nün "Parçalar"ından birini tamamlamadım bu nedenle, eksikleriyle yeniden yazdım. Elimden gelen ve yazma uğraşına bakışımla keyifle yapabileceğim ancak buydu.
Sedat Demir: Edebiyatın temeliyle ilgili bir soru bu. Kısaca cevap vermeye çalışayım: İleride benim yazdıklarımla ilgili bir tasarı oluşturulması fikrini taşıyan insanla “akraba” ya da kendisine “yakın” olduğumu düşünürüm. “Yazma dürtüsü, kendisine ziyadesiyle yakın durduğunuz yazarların çok sevdiğiniz metinleri etrafında dolanır, dolaşır,” dersek yalan olmaz. Tamamına yakınını zihninizde yeniden yeniden kurgulayıp durursunuz.
Ancak bundan daha fazlası, metin tamamlanmış olsa da kendi yasaları içinde, tamamlanmış olmayı değil, eksikliği seslemek için vardır sanırım. Olsa olsa. Sanırım bir çelişkiyi ya da sorunsalı estetize etme uğraşısıdır, yazma dürtüsü. Ferit Edgü, öncelikle bunu yapıyor ve okurlarına yeniden çalışmaları için tasarılar, öneriler sunuyor.
Kerem Işık: Edebiyat “öteki”ni anlama uğraşıdır bir yanıyla. Yıllar sonra benim “Parçalar”ımı yazacak olan yazar, iki insan arasındaki boşluğu aşmayı zihnine koymuş, koymakla da kalmayıp bu uğraşı bir adım öteye taşımış demektir ki, bu da, kanımca, bir yazarın salt kalem oynatarak erişmek isteyebileceği uç noktalardan biridir. Dolayısıyla, böyle bir projede benim metinlerim için kalem oynatacak kişi yahut kişilerle yazdıklarım aracılığıyla zihinsel/duygusal bir bağ kurabildiğimi hissederim. Her yazan kişinin farklı bir “yazarlık” tanımı olacağını düşünüyorum. Bu elbette, yazının pek çok veçhesini içinde barındıran çok-parçalı, girift bir tanım olacaktır. Bu bağlamda, yazarlığın “tamamlanmamışı” bir bütün olarak sunma dürtüsü olduğu görüşüne, yazının asla ulaşılamayacak bir sona ulaşma uğraşı olduğunu düşünmem nedeniyle katılabilirim; ne de olsa yazmak, sonu asla gelmeyecek olan dünyayı, insanı ve hayatı anlama uğraşını “parçalar” halinde anlaşılır bir bütüne ulaştırma çabası olarak görülebilir.
Mevsim Yenice: Yazarken yapmaya çalıştığım şeyi frekans bozmak gibi düşünüyorum ben. Radyonun ayarlarıyla oynayıp dinleyiciyi başka kanala çekiyorum. Yıllar sonra birileri de benim anlattıklarımı başka frekansa çekerek dinletmeye çalışırsa, radyonun karşısına kurulur, sesi sonuna kadar açar, dinlerim. Benim odağımdan ne kadar uzaklaşmış, tamamlamak yerine ne kadarını boş bırakmış bunu duymaya çalışırım. Çünkü ben bunun için yazıyorum, bütüne varmak, eksiği tamamlamak için değil. Bütünü parçalamayı bulmanın peşindeyim. Tamamına asla erişemeyeceğim olguların küçük parçalarını, ayrıntılarını, daha önemsiz gibi görünen yanlarını keşfetmek çok eğlenceli.