Benfica, 1968’de Wembley’de oynanan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Manchester United’a 4-1 kaybettiğinde kulüp bir yol ayrımına gelmişti. Yönetim işleri değiştirebilecek yeni bir teknik direktör arıyordu. İngiliz teknik direktör Jimmy Hagan ise West Bromwich Albion tarafından kovulduktan sonra üç yıldır takım çalıştırmıyordu. Bir gün telefonu çalmıştı. Arayan, İngiltere Millî Takımı’nın eski teknik direktörü Sir Walter Winterbottom’du. “Benfica benden kendilerine bir teknik direktör tavsiye etmemi istedi. Aklıma sen geldin. İlgilenir misin?” diye sordu. Hagan ise Ada dışında yeni bir maceraya hazır olduğunu hissetti ve “Evet” dedi.
Hagan’ın Benfica’nın başına geçmesi, sadece kendisinin ve kulübün değil, o sıralarda takımın genç oyuncularından biri olan Fernando Santos’un da hayatını değiştirecekti. Hagan’ın antrenmanlarda fiziksel, taktik ve teknik alıştırmalar üzerine aynı anda çalışan ilk teknik direktörlerden biri olmasından çok etkilenen Santos, İngiliz teknik direktörle güçlü bir bağ kurmuş, ayrıca Hagan’ın yaşam tarzını da kendisine örnek almıştı.
Benfica, Hagan’ın görev yaptığı üç sezonda da biri namağlup olmak üzere Portekiz şampiyonu olurken, takımda yaptığı değişiklikler de ülkede geniş yankı uyandırmıştı. Hagan’dan önce Benfica’da antrenmanları oyuncuların durumuna göre ayırma alışkanlığı varken, İngiliz teknik direktör bu geleneği bozmuş ve tüm oyunculara tamamen aynı şeyleri yaptırmaya başlamıştı. Böylece kalitelerini gösterirlerse ve çok çalışırlarsa herkesin adil bir oynama şansına sahip olabileceğini göstermişti.
BAĞLILIK, CESARET VE FEDAKÂRLIK
Hagan ve Santos, 1981’de, Benfica’dan sonra Santos’un futbolculuk kariyerinin büyük bölümünü geçirdiği Estoril Praia’da yeniden buluşmuştu ve orada da hem Santos’u hem de tüm oyuncuları etkilemeye devam etmişti Hagan.
Karanfil Devrimi’nin ardından Portekiz’deki istikrarsız siyasi durum, Estoril başkanının banka hesaplarının dondurulmasına yol açmış ve bu nedenle oyunculara uzun süre ödeme yapılamamıştı. Hagan her ne kadar sert bir adam olarak bilinse de aynı zamanda oyuncuları için her şeyi yapabilecek bir baba figürüydü. Bir gün para dolu bir çantayla soyunma odasına gelmiş ve oyunculara maaşlarını ödemişti. Ayrıca kulübün yalnızca bir masöre sahip olabileceğini anlayınca, oyunculara kendisi masaj yapmaya başlamıştı. Tüm bunlar Santos ve takım arkadaşları için inanılmazdı. Bu yüzden Hagan için sahada her şeylerini verdiklerini söylüyor Santos.
Santos yıllar sonra teknik direktör olduğunda, Hagan’dan gördüğü her şeyi kendi ilkeleri olarak kabul edecekti. Oyuncularından mutlaka görmek istediği üç şey vardı Hagan’ın; bağlılık, cesaret ve fedakârlık. Bunlar Santos’un da temel değerleri olacaktı.
AİDİYET
1977 yılında Elektrik ve Haberleşme Mühendisliği bölümünden mezun olan Santos, 80’li yılların sonlarında futbolculuk kariyerini bitirmeye hazırlanırken, tamamen yeni bir hayata da hazırlanıyordu.
Estoril Praia’da oynarken, aynı zamanda kasabadaki bir otelde Teknik Hizmetler Müdürü olarak çalışıyordu ve futboldan ziyade kendisini bu işe adamıştı. Fakat vaftiz oğlu Antonio Fidalgo, 1987’de Estoril’in teknik direktörlüğüne getirilince kulüpte antrenörlük görevini üstlenmeyi kabul etmişti. Daha sonra Estoril’in teknik direktörlüğüne de getirilen Santos, yine de oteldeki işinden ayrılmamıştı. Ta ki 1998’de ülkenin en büyük takımlarından birine, Porto’nun başına geçene kadar…
Yıllar sonra bu konu kendisine sorulduğunda Santos, “Otel hakkında içimde büyük bir nostalji duygusu hissediyorum. Bazen onları hâlâ arayıp sadece nasıl olduklarını öğrenmek istiyorum,” cevabını vermişti. Santos’un pek çok insan tarafından tuhaf karşılanabilecek bu sarsılmaz aidiyet hissi, onu özel bir insan kılan başlıca hasletlerinden biri olarak görülebilir.
DİSİPLİN
Fernando Santos, birçok kupa kazandığı Porto’dan ayrılıp yeni bir maceraya atıldığı Yunanistan’da AEK’in başına geçtiğindeyse Atina kulübü uzun süredir şampiyon olamıyordu. Hem AEK’in hem de Yunanistan futbolunun efsanevi teknik direktörlerinden Dusan Bajevic önderliğinde 1991-1994 yılları arasında kazandıkları üst üste üç lig şampiyonluğunun ardından yedi yıldır ipi göğüsleyememişlerdi.
Bu hasreti sona erdirmek için göreve getirilen Portekizli teknik direktörün ise takımda tesis etmeye çalıştığı ilk şey disiplin olmuştu. Santos oyuncularına sabah antrenmanlarını saat 8’de yapmak istediğini söylemiş, bunun nedeni olarak da kendilerinin o saatte zihinsel olarak daha zinde olmalarını göstermişti. Takımın kıdemli futbolcuları ise buna itiraz etmişler, çünkü Atina trafiğinin o saatte tesislere gelmeyi imkânsız kıldığını dile getirmişlerdi. Oyuncularının bu pek de inandırıcı olmayan blöfünü ustaca gören Santos ise, “Peki o zaman,” demişti, “Biz de sabah antrenmanlarını saat 7’de yaparız, hem o saatte trafik de olmaz.”
O sezonun sonunda lig şampiyonluğunu averaj farkıyla Olympiakos’a kaptıran AEK, sezonu ise Yunanistan Kupası ile kapatmıştı. Sonrasında tıpkı Portekiz’in üç büyüğünü çalıştırması gibi, Yunanistan’ın diğer iki büyüğü Panathinaikos ve PAOK’un da başına geçen ve oralarda da iyi izler bırakan Santos, bunun neticesinde 2010’da Yunanistan Millî Takımı’nın başına geçmiş, böylece kariyerinde sadece millî takımlardan oluşan yeni bir sayfa açılmıştı.
İBERYA-HELEN KRALLIĞI
Yunanistan futbolunun bir diğer efsanesi Otto Rehhagel’den görevi devralan Santos, düşüşte olmalarına rağmen Yunanistan’ı önce Euro 2012, ardından 2014 Dünya Kupası finallerine götürürken, takımı iki büyük turnuvada da grup aşamasını geçip eleme turlarına kalmayı başarmış, Dünya Kupası’ndaysa Yunanistan ilk ve tek kez onun döneminde gruptan bir üst tura yükselmişti.
Santos’un elindeki oyunculardan azami katkıyı alabilme becerisinin belki de en iyi örneği Yunanistan Millî Takımı olarak görülebilir. Portekizli teknik direktörün takımı, Rehhagel’in 2004’teki peri masalını yaratan takımından çok daha zayıf bir takımdı; buna karşın sonuç almanın bir yolunu bulabilmişlerdi. Rehhagel’in takımı 2002 ve 2006 Dünya Kupası’nı kaçırırken, Euro 2008 ve 2010 Dünya Kupası’ndaysa gruptan çıkmayı başaramamıştı. Santos dönemiyse bu anlamda çok daha istikrarlıydı. Üstelik bunu Rehhagel’in takımı kadar tutucu bir anlayışla yapmamışlar, karşı ataklarla da rakiplerine zarar verebilen bir takım olmuşlardı.
Yunanistan’daki bu başarısı onu, düzene ve kazanmaya ihtiyacı olan Portekiz Millî Takımı’nın başına getirmişti. Revaçta olmak için hiçbir zaman geç değildir. Teknik direktörlük kariyeri boyunca Portekiz ve Yunanistan arasında mekik dokuyan Santos, herkes tarafından tanınan ve saygı gören biri olmayı ise ancak 62 yaşında başarabilmişti. Ülkesine tarihinin ilk uluslararası zaferini tattıran Santos, büyük bir titizlikle geliştirdiği kolektif mekanizması sayesinde adını tüm dünyaya duyurmuştu.
Evvela yaşlanan Portekiz kadrosunu gençleştiren Santos, ardından takımın Cristiano Ronaldo’ya bağımlılığını olabildiğince makul bir düzeye çekmeyi başarmıştı. Portekiz’de kazanacağı zaferlerin temelini de bu oluşturmuştu. 2016’da gelen Avrupa şampiyonluğu, Ronaldo’nun bir solo performansı neticesinde değil, takımın Santos’un getirdiği kolektif değerlere sıkı sıkıya bağlı olması sayesinde kazanılmıştı. Nitekim Fransa’ya karşı oynanan final maçında Ronaldo sakatlığı nedeniyle sahayı erkenden terk etmek zorunda kalmış ve Portekiz kupayı süperstarı olmadan kazanmıştı. Başka bir deyişle, Portekiz tek kişilik bir takımdan çok daha fazlası olduğunu Santos’un kurduğu yapı sayesinde kanıtlamıştı.
Final maçının ardından şunları söylemişti Santos: “Her zaman bir takım olduğumuzu söyledim. Düşüncelerimi asla saklamam, oyuncularıma her zaman aklımda olanı söylerim. Onlara hep büyük bir yeteneğe sahip olduğumuzu söyledim, ama rakiplerimizden daha fazla savaşmamız, onlardan daha fazla koşmamız ve onlardan daha konsantre olmamız da gerekiyordu. Harika bir ekibimiz var. Onlara söylediklerime her zaman inandılar ve işte kazandık. Güvercinler kadar basit, yılanlar kadar bilgeydik. Hepsine teşekkür ediyorum.”
Buna rağmen Santos eleştirilerden kaçamadı. Çoğu zaman sıkıcı olarak nitelenen pragmatik bir oyun tarzıyla sonuca gittikleri için Portekiz’in genç ve yetenekli kadrosunun onun yönetimi altında tam değerini bulamadığı yorumları sıkça yapıldı. Santos için ise mesele çok sarihti; önemli olan kazanmaktı. Euro 2016’da son 16 turundaki Hırvatistan maçından önce şöyle söylemişti: “Bizim için oyunumuzun muhteşem olup olmaması önemli değil. Bazen olağanüstü bir şekilde oynarsınız ve kazanırsınız. Bazen de muhteşem oynarsınız ve kaybedersiniz. Biz ise kazanmak istiyoruz.”
Fransa ile oynanan final maçının arifesindeyse biraz daha agresifti. “Aynı şeyi söylemeye devam etsinler,” demişti, “Portekiz’in hak etmeden kazandığını söylesinler. Eğer böyle olursa evime gerçekten mutlu döneceğim.”
2016’da Portekiz’e mutlu bir adam ve bir halk kahramanı olarak dönen Fernando Santos, sonraki üç büyük turnuvadaysa beklentilerin altında kalınca Ronaldo’yu yedek bıraktığı 2022 Dünya Kupası’ndan sonra Portekiz’deki görevine veda etti ve kısa süre sonra Polonya Millî Takımı’nın başına geçti. Ancak orada da işler yolunda gitmedi ve Polonya eleme grubunu geçip Euro 2024 finallerine katılamayınca görevine son verildi.
YOLUN BUNDAN SONRASI
Santos şimdi yeni bir meydan okumanın eşiğinde. Kulüp takımı olarak en son 2010’da PAOK’u çalıştıran Portekizli teknik direktör, bu kez suyun karşı tarafında, bir başka siyah-beyazlı kulüpte.
Üç yıldır büyük bir sportif buhranın içinde olan Beşiktaş’ta yeni yönetim, yolun bundan sonrasını bir filozofla değil bir stratejistle, bir idealistle değil bir pragmatistle ve bir yenilikçiyle değil bir gelenekçiyle yürümeye karar verdi. Başka bir deyişle, karmaşık ve dolambaçlı olan yerine basit ve kestirmeden olanı tercih etti. Açıkçası kulübün mevcut durumunda belki de doğru olan buydu.
Siyah-beyazlılar, son üç lig şampiyonluğunu da büyük bir temaşayla kazanmıştı. Fernando Santos ise kimseye bir eğlence vadetmiyor. Onun tek meselesi kazanmak. Yine de Beşiktaş’tan ayrıldığında arkasında kupalar bırakıp bırakmayacağını henüz hiçbirimiz bilmiyoruz. Ama darmaduman olmuş bir takımı toparlayıp yeniden ayağa kaldırmak gibi zorlu bir görev için ondan daha uygun çok az insan olduğu kesin.