Türkiye’nin siyasi tarihinde bir dönüm noktası olacağı anlaşılan 23 Haziran İstanbul seçimine varmadan önce önemli bir durak daha var: 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü. Dünyada en fazla sığınmacı ve göçmenin yaşadığı Türkiye’de özellikle ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte son derece tehlikeli bir sığınmacı karşıtı dalga yükseliyor. Bu dalga, devasa sorunun müsebbibi olan iktidarı değil, bizatihi savaşın mağduru olan Suriyelileri “muhatap” alıyor.
Her ne kadar iktidar doğrudan sığınmacı karşıtı bir söylem dillendirmese de, onları hem Suriye’ye hem de Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullanmaya yöneliyor. Bununla birlikte ülke içindeki 4 milyon sığınmacıyı da insanlık dışı yaşam koşullarıyla başbaşa bırakıyor.
Öte yandan Bolu ve Mudanya başta olmak üzere birkaç CHP’li belediyenin de sığınmacı karşıtı karar ve uygulamaları, ister istemez gözleri ana muhalefet partisinin sığınmacı politikasına çevirtiyor. Peki CHP, bu devasa soruna karşı ne tür çözümler öneriyor?
AKP’nin sığınmacı politikasını ve Suriyeli sığınmacıların koşullarına ilişkin çalışmalar yürüten CHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fethi Açıkel’le 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle, AKP’nin sığınmacılara ilişkin politikasını, sığınmacılar için harcandığı söylenen 35 milyar doların nereye gittiğini, Türkiye’de yaşayan 4 milyona yakın Suriyelinin yaşam koşullarını, ırkçı uygulamaları, birkaç CHP’li belediyenin sığınmacı karşıtı kararlarını, CHP’nin parti olarak bu soruna bakışını ve çözüm önerilerini konuştuk.
CHP Bilim Platformu olarak Suriyeli sığınmacılar konusunda hazırladığınız Mart 2019 tarihli raporda, Türkiye’nin sığınmacılar için 35 milyar dolar harcadığını, ancak bu paranın nereye gittiğinin bilinmediğini söylüyorsunuz. Sizce gerçekten de bu kadar para harcandı mı?
Türkiye’de çalışma yaşında, 15 yaş üstü olan bir milyondan fazla kadın ve bir milyondan fazla erkek Suriyeli nüfus var. Evet, AKP 35 milyar dolar harcadığını söylüyor ama harcanan paranın kalemleriyle, kaynaklarıyla, hangi alanlarda harcandığıyla ilgili kamuoyunun aydınlatılmaya ihtiyacı var. Ne kadarı eğitim maliyeti, ne kadarı sosyal yardım, ne kadarı konut yardımı, ne kadarı ulaşım, ne kadarı gıda yardımı, ne kadarı meslek edindirme gideri? Avrupa Sayıştayı başta olmak üzere uluslararası kuruluşların önemli bir bölümü Suriyelilere yardım kalemleri altında gösterilen kalemlerde ciddi yolsuzluklar yapıldığını ama en hafif ifadeyle bu yardımların saydam olmadığını söylediler. Nitekim bazı kuruluşlar bunun üzerine hükümete verdikleri yardımları dondurdu.
Peki Türkiye Sayıştayı bu harcamalara bakıyor mu?
Biliyorsunuz Sayıştay, AKP’nin Türkiye’de en fazla zayıflattığı ve raporlarının kamuoyuyla paylaşılmasının geçmişe kıyasla çok daha zorlaştığı bir kurum haline dönüştürüldü. Oysa Suriyelilere harcandığı ileri sürülen 35 milyar doların nasıl, ne zaman, kimlere ve hangi amaçlarla harcanıp harcanmadığını hem Türkiye ve uluslararası kamuoyunun, hem göçmenlerin bilmeye ihtiyacı var.
SORUN GÖÇMENLER DEĞİL, AKP’NİN GÖÇMEN POLİTİKASI
Bu para ne kadar sürede harcanmış?
Beş yılda harcandığı söyleniyor. Eğer gerçekten bu kadar büyük bir para harcansaydı, Suriyeli kayıt dışı çalışan, sokakta dilenen, çocuk yaşta evlendirilen ve anne olan, cinsel tacize maruz kalan ve eğitimden kopan sayısız Suriyeli çocuğun sorunları çözülebilirdi. 35 milyar dolarlık bir bütçeyle Suriyeliler Türkiye’de insani açıdan bu kadar zor durumda kalır mıydı? Diğer yandan, eğer bu para aslında harcanmadıysa, nereye gittiğinin açıklanması gerekiyor. Türkiye’deki misafir Suriyeli kardeşlerimize karşı en büyük sorumluluğumuz, içine düştükleri insani dramın en kısa zamanda sona erdirilmesi için tüm uluslararası kamuoyunun ulusal kapasitemiz ölçüsünde harekete geçirilerek insani bir çözüm üretilmesi. Bu insani çözümü üretmek için adım atmanın ilk yolu da, samimiyet ve şeffaflıktan geçiyor. Bu konuda AKP’nin samimiyet ve şeffaflıktan uzak olduğunu düşünüyoruz.
Peki Türkiye’nin sığınmacılara harcanması için Avrupa’dan, uluslararası kuruluşlardan ne kadar para aldığı biliniyor mu?
Bunu bilebilmemiz mümkün değil. AB saydam bir yönetim ve finansal modele sahip olduğu için verdiği kaynakları deklare ediyor. Fakat Türkiye ve Ortadoğu’daki kimi vakıflardan, belediyelerden gelen fonların hangilerinin sığınmacılar için harcandığı bilinmiyor. 4 milyona yakın Suriyeli göçmen çok zor koşullarda hayatlarını devam ettirirken Türkiye de çok büyük bir ekonomik krize girdi. Bu krizin de, göçmen sorununun vardığı dramatik boyutun da esas sorumlusu AKP’nin yanlış ekonomi ve göçmen politikasıdır. Burada sorunun göçmenler değil, onları da Türkiye halkını da bu hale getiren iktidar olduğunu görmek durumundayız.
GÖÇMENLERİN İNSANLIK DIŞI ÇALIŞMA KOŞULLARINA GÖZ YUMULUYOR
“Saray’ın yanlış göçmen politikasının faturasını vatandaş ödüyor” başlıklı raporunuzda AKP’nin “Ortadoğu’nun fatihi olma ve Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanlığını yapma hayallerinin peşine düştüğünü” ve bunun sonucunda da sınır illerinin düzensiz göç, insan kaçakçılığı, dini radikalizm gibi sorunlardan doğrudan etkilendiğini söylüyorsunuz. Sizce iktidar, Suriye ve Ortadoğu politikasının yarattığı faturanın daha da ağırlaşmaması konusunda yeni bir hatta girebilir mi?
AKP’nin izlediği yanlış dış politikadan ders aldığına inanmıyorum. Rusya’dan S-400 ve Amerika’dan F-35’leri alma politikasının Türkiye’yi büyük bir krizin eşiğine getirdiği ve bundan herhangi bir ders alınmadığı açık. Keza Türkiye’nin hâlâ İdlib’deki taahhütlerini yerine getirmemiş olmasından ve oradan da iki milyona yakın mağdur Suriyelinin sınıra doğru hareketlenmeye başlamasından da ders alınmış değil. AKP mecbur kaldığı için yanlışlardan ders çıkarıyormuş gibi bir intiba veriyor ama aslında dış politika anlayışı da son derece dogmatik ve hamasi. AKP, Büyük Ortadoğu Projesi’nden, kendince İslam dünyasının liderliği projesinden, bu uğurda sivillerin hayatını, ülkelerindeki huzuru riske atma politikasından vazgeçmiş gibi görünmüyor. AKP yayılmacı, maceracı dış politikası nedeniyle Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da istikrarı bozucu bütün hamlelerin içerisinde oldu. Bunun faturasını da maalesef Suriyeli göçmenler ödüyor. Suriye’nin bir kan gölüne çevrilmesinde Türkiye’nin sorumsuz dış politikalarının çok etkisi olduğunu düşünüyorum.
Kendileri için 35 milyar dolar harcandığı söylenen sığınmacıların eğitim ve sağlığa erişimi, yaşam koşulları hakkında yaptığınız araştırmada elde ettiğiniz bulgular neler?
Aslında bizdeki rakamların hepsi AKP’nin elinde var. Elimizdeki verileri vicdanlı STK’lar, göçmen sorununa eğilen duyarlı, hümanist insanlar, bu alanda çalışan uzmanlar zaten dile getiriyor. Fakat AKP hem Suriyelilerin yakıcı sorunlarını dile getirme konusunda son derece isteksiz ve sansürcü davranıyor, hem de göçmenlerin sorunlarının nasıl çözüleceği konusunda samimi bir adım atmıyor. Bu ülkede, çalışma yaşında iki milyonu aşkın Suriyeli var. Bunlar içinde çalışma izni verilen Suriyeli kardeşlerimizin sayısı ise 65 bin. Bunların dışındaki tüm Suriyeli göçmenler yasalara aykırı olarak kayıt dışı, asgari ücretin altında, bazen insanlık dışı koşullarda çalışıyor. Hükümet buna göz yumuyor. Geçtiğimiz günlere biri Ankara-Siteler’de, diğeri de İzmit’te olmak üzere iki yangın faciası yaşandı. Burada hayatını kaybedenler göçmen işçilerdi. Bu işçilerin kimliğiyle, çalışma koşullarıyla, öldükten sonra ailelerine herhangi bir yardım yapılıp yapılmadığıyla ilgili hiçbir saydam bilgi paylaşılmıyor.
GÖÇMENLER İÇİNDEKİ ÖLÜM ORANLARINDA DRAMATİK ARTIŞ VAR
Sığınmacılar aslında sömürülecek bir grup olarak görülüp istismar mı ediliyor?
Çok ciddi bir Suriyeli işçi sömürüsü, göçmen işçi sömürüsü ve buna göz yuman AKP siyasetinden bahsetmemiz gerekiyor. Göçmenler içindeki ölüm oranlarında dramatik bir artış var. Yaşam hakkının korunmaması, son derece kötü şartlarda çalıştırılmalarına göz yumulması bunun temel nedeni. Türkiye az gelişmiş bir Afrika veya Asya ülkesi değil. Bizim İLO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ve AB müktesebatı çerçevesinde uymak zorunda olduğumuz bir takım çalışma prensipleri var. Bu ilkeler hem işçi sağlığı ve güvenliğiyle ilgili tedbirlerin alınmasını zorunlu kılıyor hem de insanların sigortasız, çalışma yaşının altında çalıştırılmamasıyla ilgili katı kuralların uygulanmasını gerektiriyor. AKP ise buna ilişkin taahhütlerini yerine getirmemekte ısrar ediyor.
1 MİLYON 100 BİN SURİYELİ ÇOCUKTAN SADECE 600 BİNİ EĞİTİM ALIYOR
İktidarın bu politikası sadece sığınmacılara mı özgü?
Son 3-4 yıla kadar Türkiye’de çocuk işçiliği yok olmaya yüz tutmuştu. Mevsimlik, tarım işçilerinin çocuklarının okullaşmasıyla ilgili çok önemli adımlar atılmıştı. Cezai yaptırımların yanı sıra, tarım işçisi ailelerin çocuklarına, aileleri iş başındayken eğitimden geri kalmamaları için seyyar eğitim ve öğretmen projeleri bile geliştirilmişti. Ama üzülerek görüyoruz ki, Suriyeli göçmen akını ile birlikte, işyerlerinde, tarımda, inşaatta, sokakta çalıştırılan çocuk sayısı arttı. Bununla birlikte ILO ve AB kriterleri hasıraltı edilmeye başlandı. Kontroller yapılmamaya, gerekli mekanizmalar çalıştırılmamaya, alınan tedbirler de işlememeye başladı. Yüzbinlerce Suriyeli çocuk çalışmamaları gereken sektörlerde çalıştırılıyor.
Türkiye’de okul çağında kaç Suriyeli çocuk var?
Eğitim çağında 1 milyon 100 bine yakın Suriyeli çocuk var ama bunların sadece 600 bini eğitim alıyor.
SURİYELİ KIZ ÇOCUKLARI SUÇ ŞEBEKELERİNİN ELİNE DÜŞÜYOR
Yani 400 bini aşkın çocuk eğitim alamıyor mu?
Maalesef hayır. Okullaşma oranı, liselere gelindiğinde dörtte bire düşüyor. Şanslılarsa işçi oluyorlar ama önemli bir kısmı sokakta dilencilik yapıyor, bir kısmı suça itiliyor. Ergenlik yaşının altındaki çok sayıda kız çocuğunun evlendirildiğini veya suç şebekelerinin eline düştüğünü, cinsel istismara maruz kaldığını biliyoruz. Savaşın, göçün, göçmenliğin en kırılgan halkasını Suriyeli çocuklar ve kadınlar oluşturuyor.
Raporunuzda, aynı sınıfta okuyan Türkiyeli ve Suriyeli çocuklar arasında da gerilimler olduğunu, öğretmenlerde tükenmişlik sendromu yaşandığını söylüyorsunuz…
AKP’nin Suriyeli göçmen kardeşlerimizin eğitim politikalarıyla ilgili tutarlı bir politikası yok. Türk eğitim sistemindeki düzensizlik ve belirsizlikten Suriyeliler de nasibini alıyor. Öte yandan savaşın travmasını yaşamış, aileleri, kendileri şiddete maruz veya tanık olmuş çocuklardan söz ediyoruz. Bu çocuklar gerekli psikolojik, pedagojik destekleri almadan eğitim sistemine dahil oluyor. Bunun yükü de öğretmenlere biniyor. Öğretmenler, önemli bir bölümü travma geçirmiş çocuklarla iletişim kurmaya çalışıyor. AKP burada da finansman, okullaşma, öğretmen tahsisinde çok büyük bir başarısızlık gösterdi. Ayrıca göçmenlerin yoğun yaşadığı bölgelerdeki Türk veliler de çocuklarını özel okullara vermeye başladı. Bu da ailelere büyük külfet yaratıyor. Hiç hak etmedikleri halde hem Suriyeli hem de Türkiyeli küçük çocuklar niteliksiz eğitimle, nereye gittiği belli olmayan müfredatla karşı karşıya kaldı.
CHP olarak buna ilişkin çözüm önerileriniz var mı?
Çözüm önerileri Türkiye’nin kapasitesi ve kurumlarının yetkinliğiyle doğrudan orantılı olarak düşünülmeli. Dört milyona yaklaşan Suriyeli göçmen sorunuyla ancak çok planlı, insani ve sürdürülebilir yöntemlerle başa çıkılabilir.
TÜRKİYE, ESAD HÜKÜMETİYLE TEMASA MECBUR
“Sürdürülebilir yöntemler” diyorsunuz ama AKP, sığınmacılara “misafir” diyor. Haliyle misafir için kalıcı, sürdürülebilir bir politikaya da ihtiyaç duyulmadığı söylenebilir mi?
AKP’nin bu konudaki söylemi de çok ikiyüzlü. Daha düne kadar “keşke Türkiye’de doğan her çocuğa vatandaşlık verebilseydik” diyen bir bakan, “nüfusumuz yeterince artmıyor, o yüzden Suriyeliler vatandaş olmalı” diyen eski milletvekilleri gördük. Öte yandan AKP’nin yanlış göçmen politikasından en çok rahatsız olan da AKP ve MHP seçmeni. Dolayısıyla kendi tabanlarını yatıştırmak için, ellerinde bir çözüm politikası varmış gibi beyanatlar veriyorlar. Bu da sürdürülebilir değil, ikiyüzlü bir siyasetlerinin hâlâ yürürlükte olduğunu gösteriyor.
CHP’nin sürdürülebilir bir sığınmacı politikasından anladığı nedir?
CHP’nin konuya yaklaşımı daha bütüncül. CHP'nin bu konudaki en temel önerisi, Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun formüle ettiği Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı'nın kurulmasıdır. Bunun aracılığı ile sağlıklı, samimi şekilde Suriye’nin toprak bütünlüğünü risk altına atmayan, orada radikallerin kök salmasına izin vermeyen Esad rejimiyle barışçı, kardeşçe, işbirliği politikasıdır. Bir kere yaşadığımız sorunun kökeninde AKP’nin maceracı, Suriye’nin toprak bütünlüğüne, barışına saygı göstermeyen politikası yatıyor. AKP bir an önce Suriye’ye ve Ortadoğu’ya yönelik maceracı dış politikadan vazgeçip barışçıl, işbirliğine açık bir yol benimsemeli, Esad hükümetiyle temasa geçmeli. Türkiye buna mecbur. Suriye hükümetiyle, mülteci sorununun çözümü dâhil, bölgesel barışın sağlanması için bölgedeki tüm ülkelerle kalıcı, güvenilir, saydam ve sürdürülebilir bir politika izlemek zorunda. Ortadoğu’da barış ve işbirliği perspektifinin yeniden benimsenmesi gerekir. Ayrıca Türkiye, kaynakları sınırlı bir ülke. Yardım ediyormuş gibi yapıp Suriyeli kardeşlerimizi insanlık dışı barınma koşullarında, bulaşıcı hastalıklara açık kamplarda yönetemezsiniz. Mevcut politika hem Suriyelilerin hem de Türkiye vatandaşlarının sağlığını tehdit ediyor. Daha geçen gün Iğdır’daki bir kamp verem salgını nedeniyle boşaltıldı. Üstelik halk sağlığı açısından son derece önemli olan bu konuda bile kamuoyu bilgilendirilmiyor.
35 MİLYAR DOLAR SURİYE’NİN İMARINA VE BARIŞINA HARCANABİLİRDİ
Bu tür olaylar sığınmacı karşıtları için de argümana dönüşebiliyor.
Göçmenlerin tüberküloza yakalanmaları kendilerinin suçu değil ki! Savaştan kaçan, iyi beslenemeyen, psikolojik travma yaşayan, depresyonda olan gruplar bu tür bulaşıcı hastalıklara kolaylıkla yakalanabilir. Çocuklarına zamanında aşı vuramadıkları, sağlık hizmetlerine yeterince erişemedikleri zaman da bu tür sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Biz raporumuzda bu tehlikeye de dikkat çektik ve ne yazık ki raporumuz doğrulandı.
Sizce 35 milyar dolar, sığınmacılar açısından en verimli şekilde nasıl kullanılabilirdi?
İnanın bu parayla Halep başta olmak üzere, o bölgedeki bütün yıkık kentlerin okulları, hastaneleri, sağlık ocakları, meslek edinme kursları inşa edilebilirdi. 35 milyar dolarla hiçbir sorunu çözemeyen AKP’ye önerimiz, bu kaynakların Suriye’nin yeniden imarına, barışın sağlanmasına, Türkiye’de çok sefil koşullarda yaşayan veya çalışan insanların önemli bir bölümünün kendi topraklarına yeniden yerleştirilmesine harcanmasıdır.
SIĞINMACILARIN TÜRKİYE’DE ÇEKTİĞİ ISTIRAP SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL
Raporunuzdaki veriye göre bugüne kadar ülkesine dönen Suriyeli sayısı 313 bin. Yani toplam sığınmacı sayısının yüzde 9’u. Sizce çocukları burada doğup okul çağına gelmiş, kötü de olsa bir düzen kurmuş sığınmacılar ülkelerine dönmek ister mi?
Raporumuzdan sonra güncellenen verilerle bu rakamın 330 bin olduğunu görüyoruz. Suriyelilerin buradaki eğitim, sağlık, barınma, ekonomik koşulları çok kötü. Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de çektiği ıstırap sürdürülebilir değil. Urfa, Hatay, Antep, Adana, Mersin, Kilis gibi, Suriye sınırına yakın bölgelerimizde 2,5 milyon Suriyeli yaşıyor. Bu insanlar çok uzak bir coğrafyadan değil, sınırın hemen öte yakasından geldiler. Şu an bulundukları Türkiye kentlerinde yüksek bir tepeye çıksalar, terk etmek zorunda kaldıkları köylerini, şehirlerini görebilirler. Halep Suriye’nin en büyük ticaret ve imalat merkezlerinden biriydi. Halep ve civarında 8-10 milyona yakın bir nüfus yaşıyordu. Ayrıca, bu bayramda, resmi rakamlara göre 36 bin Suriyelinin sınır kapılarından geçerek ülkelerine bayramlaşma için gidebiliyor olması da kısa ve orta vadede Suriye’ye dönüşün mümkün olabileceğini gösteriyor.
SURİYELİLERİ GETTOLARINDA KAYBOLMAYA MAHKÛM ETMEK ÇÖZÜM MÜ?
Ama artık öyle bir Halep yok…
Suriye’de barışı sağladığımızda, yıkılan bölgelerin altyapısını, eğitim, sağlık sistemini düzenlemede yardımcı olduğumuzda insanların çoğu ülkelerine gitmek isteyecektir. Türkiye’de 400 bini aşkın Suriyeli çocuk okula gitmiyor. Eğitim almadıkları için Türkçe de öğrenemeyen bu insanlar ne olacak? Suriyeli göçmenleri kendi gettolarında kaybolmaya mahkûm etmemiz doğru bir çözüm mü?
Ama her halükarda geri dönmeyecek büyük bir kitlenin olacağını da öngörmek gerekmez mi?
Bakın, bu insanlar kendi ülkelerinde bu kadar eğitimsiz değildi. Suriye, eğitim açısından Arap coğrafyasının en önde gelen ülkelerinden biriydi. Kültürlü, iyi eğitimli üniversite mezunu yetiştirebilen, ticaret, imalat kapasitesi olan bir ülkeydi Suriye. Sağlık hizmetleri de pek çok Arap ülkesiyle kıyaslandığında kötü değildi. Petrol geliri olmamasına rağmen belli bir gelişmişlik seviyesine ulaşmış, farklı etnik ve dinsel grupların bir arada Suriye yurttaşlığı ve bayrağı altında yaşamayı başardığı bir ülkeydi. Ne zamana kadar? AKP maceracı dış politikaları ile birlikte Suriye’yi istikrarsızlaştıran koalisyonun bir parçası oluncaya kadar. Şu anda Türkiye de tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Genç işsizliği yüzde 25’lere dayandı. Bu koşullarda Türkiye’nin ne kendi yurttaşlarına ne de Suriyeli kardeşlerine çözüm üretebilmesi mümkün değil. Elbette yüzde yüz geri dönüş söz konusu olmayabilir.. Demokrat düşünceye sahip, çoğulculuğu içine sindirmiş, belli düzeyde Türkçe öğrenmiş, mesleği, iş-güç sahibi olan yahut Türkiyeli yurttaşlarla evlenmiş Suriyelilerin bir bölümü kalacaktır. Ama önemli bir bölümünün gerçekten insani koşullarda yaşayabilmesi için, altyapısı hazırlanmış memleketlerine dönmeleri gerekiyor. Yine vizeler kaldırılır, Halep’le Hatay, Antep kardeş iller olur. Ticaret, kültürel etkileşim, öğrenci değişimi yapılır. Ancak bunların tümü, Suriye yeniden istikrara, barışa kavuştuğunda, istihdam, eğitim, sağlık, konut sorunları çözüldüğünde mümkün olur.
MÜLTECİLER ARASINDA RADİKAL GRUPLARI DESTEKLEYENLER YAYGIN
AKP tabanında ciddi bir sığınmacı karşıtlığı olduğu halde bu, AKP’nin oylarına negatif olarak yansımıyor. Çünkü bu sorunun müsebbibi olarak iktidarı değil, bizatihi sığınmacıları görüyor ve onları hedef alıyor. Bu eğilim ne tür sonuçlara gebe?
İstanbul’un Avcılar, Esenler, Esenyurt, Sultanbeyli, Gaziosmanpaşa gibi göçmenlerin yoğun yaşadığı ilçelerinde gerilimler gözlemleniyor. Suriyelilerle en fazla iç içe yaşayan bölgelerde de çoğunlukla AKP ile MHP’li seçmenler bulunuyor ve gerilim de daha ziyade buralarda karşımıza çıkıyor. AKP bu gerilimleri sadece gaz almaya dönük, geçici söylemsel taktiklerle geçiştirmeye çalışıyor. Bakın geçtiğimiz günlerde Reyhanlı’da, daha önce Suriye’de radikal gruplar içinde çatışan birinin cenaze töreni yapıldı. Bu cihatçının cenaze törenine on binlerce insan katıldı. Bu kalabalık bize gösteriyor ki, Türkiye’de Suriye’deki radikal silahlı grupları psikolojik ve moral olarak destekleyen, onlarla aynı frekansta siyaseti onaylayan geniş kitleler Suriyeli mülteciler arasında yaygın. Suriye’deki radikalizmi destekleyen grupların Türkiye’de bu kadar kolaylıkla ikamet edebilmeleri, bu kadar kolaylıkla toplantı düzenleyebilmeleri de çok düşündürücü. Bu tür olaylar Türkiye’de yurttaşlarımız ve Suriyeli sığınmacılar arasında çok ciddi gerilimlere yol açacaktır.
Bu gerilimin giderek ırkçı bir dalgayla sonuçlanacağını düşünüyor musunuz?
Irkçılığa izin vermeden Suriyeli sorununu gerçekçi bir biçimde ele almamız gerekiyor. Bu hem Türkiye yurttaşlarına hem de burada misafir durumunda olan göçmenlere karşı sorumluluğumuzdur. AKP bu sorunların medyaya yansımasına izin vermediği gibi, kendisi gibi düşünmeyen tüm partileri ırkçı, faşist, kafatasçı olmakla eleştiriyor. Oysa çocuk evliliğine, istismarına izin veren, çocukların sokakta dilendirilmesine çare bulamayan, okullaşma yaşındaki çocukların okula gitmemesine göz yuman bizzat AKP’dir.
Sizce AKP, sığınmacılar konusunda tam olarak ne yapmaya çalışıyor?
AKP, çözemediği bu sorunu Türkiye’nin önüne koyuyor ve “ben çözemediğim sorunu siz de kabul edin” diyor. “Ben çözemiyorum, siz çözüm üretin” de demiyor. AKP, göçmen politikasının iflas ettiğini itiraf etmeli ve sadece bize de değil, bu alanda çalışan tüm partilerin, STK’ların, uzmanların önerilerine kulak kabartmalı. Bu sorunun çözümü için herkesin bir masa etrafında toplanıp çalışması, çözüm üretmesi gerekiyor.
TÜRKİYE, BÜYÜK BİR MÜLTECİ KAMPINA DÖNÜŞTÜRÜLMEYE ÇALIŞILIYOR
Yakın zamanda sığınmacılara yönelik çalışmalar yürüten kimi STK’lara baskınlar yapıldığı, kimilerine gözdağı verildiği, çalışanlarının sınır dışı edildiği haberleri geliyor…
AKP’ye yakın olan STK’ların önemli bir bölümünün, yardımları dağıtıp dağıtmadıkları, yolsuzluğa bulaşıp bulaşmadığı bile sorgulanmaz, soruşturulmazken, ulusal veya uluslararası insani yardım kuruluşlarının bir kısmının, sırf AKP politikalarına yakın olmadıkları gerekçesiyle soruşturulması doğru değil. Öte yandan AB ülkeleri büyük bir mülteci akınından korkuyor ve bu akını durdurabilmek için AKP’yle bir pazarlık yapıyor. Biliyorsunuz, önümüzde 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü var. Bugün, dünya genelinde büyük bir mülteci krizinin yaşandığını söylemeliyiz. Büyük bir göç hareketi var. Ancak baktığımız zaman, dünyadaki mültecilerin yüzde 68’inin Suriye, Afganistan, Güney Sudan, Mynmar ve Somali’den geldiğini görüyoruz. Dünyada en çok mülteci barındıran ülke olarak Türkiye, bu göç hareketinden en çok etkilenen ülke konumunda. Maalesef Türkiye’nin Avrupa’nın bir sınır karakolu durumuna dönüştürüldüğünü görüyoruz. Resmi rakamlara göre, Avrupa’nın tamamında Suriyeli Mülteci sayısı 1 milyon düzeyindeyken, Türkiye’de bunun dört katı Suriyeli bulunması durumu net bir şekilde gösteriyor. AB ülkeleri, AKP’nin göçmenleri Türkiye’de tutması karşılığında, onun otoriter uygulamalarına göz yumuyor. Türkiye, Avrupa’nın kapısında büyük bir mülteci kampına dönüştürülmeye çalışılıyor. AKP’nin yanlış Suriye politikası Türkiye’yi büyük bir kayıt dışı istihdam, çocuk işçiliği, çocuk yaşta evlilik kampına çeviriyor.
Avrupa ülkelerinin bu politikayla aynı zamanda Türkiye’deki otoriterleşmeyi teşvik ettiğini de düşünüyor musunuz?
Teşvik olmasa bile göz yumma var. AB ülkelerinin bir kısmının en azından tutarsız ve demokratik kriterlerle bağdaşmayan bir siyaset izlediğini söyleyebiliriz. Bu tablo karşısında Türkiye demokratik, insan haklarına saygılı, hukuku gözeten, emek sömürüsüne izin vermeyen, kayıtdışılıkla mücadele eden bir ülke mi olacak, yoksa Afrika’daki Uzak Asya’daki, Ortadoğu’daki tam tersi örneklere benzeyerek yeni bir eksene mi kayacak?
AKP ROTAYI KARA DÜZENE DOĞRU ÇEVİRMİŞ DURUMDA
Sizin bu soruya yanıtınız nedir?
AKP, Türkiye’nin AB demokratik kriterleri ve kalkınma perspektifini tam tersine çevirecek bir kara düzene doğru rotayı çevirmiş durumda.
Raporunuzda 4 yurttaştan 3’ünün Suriyeli sığınmacılara karşı “olumsuz görüşlere” sahip olduğunu aktarıyorsunuz. Bu aynı zamanda popülist siyasi partilerin dikkatini çekiyordur. AKP’nin önümüzdeki dönemde söylemsel düzeyde de sığınmacı karşıtı bir söyleme başvurması ihtimali var mı?
Aktardığımız oran, bağımsız, göç konusunda uzmanlaşmış kuruluşların araştırmalarından çıkan sonuçlar. Ve bu sonuçların kendisi bile mevcut politikanın sürdürülemez noktaya geldiğini gösteriyor. Fakat AKP bu konuda da samimi değil. 23 Haziran öncesinde bir tür gaz alma çabasıyla yatıştırma politikası izliyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geçtiğimiz günlerde sığınmacılara karşı yürütülecek çalışmaları kastederek şöyle dedi: “Sultangazi'sinden Fatih'ine kadar, Bakırköy'ünden Bağcılar'ına, Güngören'ine kadar, bana 6 ay süre verin, 6 ay sonra buradaki düzenin yüzde 100'e yakın bir oranda herkes tarafından sağlandığını herkes görecektir.” Soylu’nun bu açıklamasını 23 Haziran bağlamında mı okumalı?
Evet, çünkü üç ay önceki açıklamalarla örtüşmeyen bir içerik söz konusu. AKP’nin seçimi kazanabilmek için önceki pozisyonlarıyla çelişen her türlü tutarsızlığı sergileyebildiğini gördük. Suriyeli göçmenlerle ilgili de samimiyetten, gerçekçilikten ve çözümden uzak bir yatıştırma siyaseti izlediklerini üzülerek görüyorum. Suriyeli göçmenlerin konumunu da kendi tabanlarının göçmenlerle ilgili rahatsızlığını da siyasete alet ediyorlar.
Sığınmacılarla ilgili yaptığınız çalışmada elde ettiğiniz veriler içinde en çarpıcı olanı nedir?
Çok sayıda çarpıcı ve üzücü istatistikle, ama esasen bir insanlık dramıyla karşı karşıyayız. Bunun başında da barınma, eğitim, sağlık, istihdam, çocuk işçiliği, çocuk evlilikleri geliyor. Bu kadar büyük bir mülteci göçüyle gelişmiş ülkelerin bile baş etmesi kolay olmazken, AKP zihniyetinin bu sorunu çözebilmesi mümkün değil. O yüzden bu sorunu Suriye hükümetiyle çözmek zorundayız.
SURİYELİ GÖÇMEN POLİTİKASINI ELEŞTİRMEK AYRI, IRKÇILIK AYRI
Raporunuzda, belediyelere ayrılan kaynaklarda Suriyeli sığınmacı nüfusun da dikkate alınması gerektiğini söylüyorsunuz. Bundan kastınız nedir?
Bakın, Kilis’in yüzde 80’i, Hatay’ın yüzde 30’u, Urfa’nın yüzde 25’i, Antep’in yüzde 20’si, Mersin ve Adana’nın %10’dan fazlası Suriyeli nüfustan oluşuyor. İstanbul ve diğer illerde de geniş bir Suriyeli nüfus var. O halde belediyelere bu nüfus da dikkate alınarak kaynak aktarılmalı. Suriyelilerin yoğun yaşadığı yerlerde çocuk bakım, yoğun bakım üniteleri, acil servisler, anne ve çocuk sağlığı birimleri aşırı yük altında eziliyor. Burada yeteri sayıda personel, fiziksel imkân yok. Aşıların bir bölümünün sağlıklı bir şekilde vurulup vurulmadığı bilinemiyor. Bu hem Suriyelileri hem yurttaşlarımızı mağdur ediyor. Hatay’da kayıtlı 450 bin Suriyeli yaşıyor mesela. Fakat buraya ayrılan kaynak Türkiye vatandaşları sayısına göre belirleniyor. Oysa bu belediyeler sadece yurttaşlarımızın değil, Suriyeli misafirlerimizin de ihtiyaçlarını karşılıyor. Trafik, çöp, barınma ve altyapı sorunları belediyelerin üzerine çok büyük bir yük oluşturuyor. Bu yükün adil bir şekilde dağıtılmaması, şimdiye kadar bunun düşünülmemiş olması bile AKP’nin samimiyetsizliğini gösteriyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları başlıklı çalışmasına göre “Suriyeliler evlerine gönderilmeli mi” sorusuna “evet” yanıtı veren CHP’liler % 92, AKP’liler % 83, MHP’liler % 88, HDP’liler % 75. Bununla beraber son zamanlarda başta Bolu ve Mudanya olmak üzere CHP’li belediyelerin sığınmacılara karşı aldığı kararlar öne çıkıyor. Partinizle yerel yönetimleriniz arasında sığınmacılara bakış arasında bir ayrışma mı var?
CHP yurttaşların esenliğine önem veren, fakat aynı zamanda sosyal demokrat ilkeleri ve insancıl dış politikayı öne çıkaran bir parti. Türkiye’ye gelen Suriyeli komşularımızın, misafirlerimizin sorunlarına bizim yaklaşımımız hep insani çerçevede oldu. Yayınladığımız raporlar da genel başkanımızın göçmen sorunuyla ilgili ne kadar hassas olduğunu, bu sorunun sorumlulukla ele alınması gerektiğine dair yaklaşımını yansıtıyor. Suriyelilerle yaşanan gerilimlerin CHP belediyelerine atfedilmesinde ben ciddi bir bilgi eksikliği ve algı yönetimi olduğunu düşünüyorum. Özellikle AKP medyası CHP’yi olmadığı bir şekilde tanımlamaya çalışıyor. Oysa Suriyeli göçmen politikasını eleştirmekle, Suriyelilerin ırkçı bir şekilde ötelenmesini onaylamak aynı şey değil. Yabancı düşmanlığına, ırkçılığa hiçbir şekilde geçit vermemek Türkiye yasalarının herkes için geçerli olduğunu ve bunun sadece Suriyeli göçmenleri değil, bizleri de bağladığını unutmamak durumundayız. CHP’ye dönük eleştirilerin önemli bir bölümünün hükümetin kendi kabahatini örtmek için geliştirdiği söylemsel araçlar olduğuna inanıyorum.
İNSANCIL POLİTİKAYLA SURİYELİLER İÇİN DE HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK
Peki Mudanya Belediyesi’nin, sığınmacıların plaja girişini yasaklamasını nasıl açıklıyorsunuz?
Çeşitli illerimizdeki Suriyeli göçmenler doğal olarak parkları, gezi alanlarını, plajları kullanıyorlar. Fakat sokaklarda gördüğümüz nüfus genellikle genç erkek nüfus. Plajlara giren kadınların, genç kızların, ailelerin bu kalabalık karşısında tedirgin olmalarından kaynaklanan bir tepki olduğunu düşünüyorum. Yoksa birlikte denize girmenin, ortak kurallara uyarak kamusal alanda bir arada bulunmanın rahatsızlık yaratacağını düşünmüyorum. Mersin’de Kızkalesi başta olmak üzere pek çok plaja “Suriyeli plajı” ismi veriliyor. Bunlar kamuya açık, parasız plajlar ve öyle de olması gerekiyor. Fakat yerellerin kaldırabileceğinin üstündeki nüfus yoğunluğu yerel ahaliyi tedirgin edebiliyor. CHP’li belediyelerin yanlış, insani olmayan, ayrımcı bir siyaset izlediği yorumlarını yanlış buluyorum. Ama gerçekten de Türkiye toplumu göçmen sorunu stresini taşıyamıyor. Bu stresi azaltmak hükümetin sorumluluğudur. Yerel yönetimlerle işbirliği içerisinde bu sorunlara insani çözüm getirmemiz gerekiyor. AKP, Suriye ve göçmen politikasında başarısızlığını örtebilmek için kamuoyunu yanıltmaya devam ediyor. Bunun aşılması ancak Türkiye’de demokrasinin ve hukuk devletinin yeniden tesis edilmesiyle mümkün olacaktır. 23 Haziran seçimi sadece İstanbul Belediyesi açısından değil, Türkiye’de demokratik bir atmosferin yeşerebilmesi için de önemli bir fırsattır. Eğer sürdürebilir, insancıl bir politika uygularsak hem Suriyeli göçmenler hem de Türkiyeli yurttaşlar açısından her şey çok güzel olacak.