FHKC Lübnan Sorumlusu Abdel-Al: Filistinlilerin kendini koruma hakkı yok mu?

FHKC Lübnan Sorumlusu Marwan Abdel-Al, Filistin gündemine ilişkin, "Çözümü değil, haklarımızın ne olduğunu konuşmak istiyoruz" dedi.

Abone ol

BEYRUT - İsrail ordusu geçtiğimiz haftalarda İran ile bağlantılı İslami Cihad Hareketi'ne yönelik büyük bir operasyon başlattı. Ancak bu operasyon kararı ile başlayan çatışmalar Filistin’in farklı yerlerinde, farklı örgütlerin de katılımı ile genişleyerek ve şiddetli bir şekilde devam ediyor.

Lübnan ile İsrail arasındaki kriz son dönemde Akdeniz karasularında alevlenmişti.  Filistin’de yaşanan bu gelişmelerin yankısını da Lübnan'daki İsrail gündeminde duymak mümkün. Ülkede -hem kamplarda hem kampların dışında- 200 bine yakın Filistinli mültecinin yaşadığı tahmin ediliyor. Beyrut’taki Mar Elias Kampı’nda bizi ağırlayan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) Lübnan Sorumlusu Marwan Abdel-Al ile Filistin gündemini ve FHKC’nin mücadele hattını konuştuk. FHKC geçtiğimiz yıl Kudüs Kılıcı (Saif al-Quds) olarak adlandırılan savaşta yer almıştı.

‘FİLİSTİN MESELESİ, ŞEHİRLERE BÖLÜNMÜŞ BİR MESELE DEĞİL’

Filistin’de son dönemde çok şiddetli çatışmalara şahit olduk. Bu konuda çeşitli tartışmalar gündeme geldi, şüphesiz en başta İslami Cihad’ın rolü yer alıyordu. İsrail’in İslami Cihad’ı öne sürerek giriştiği bu saldırıların arkasında nasıl bir neden olabilir?

Biliyorsunuz İsrail, Gazze’ye her yıl düzenli olarak saldırıyor ve Batı Şeria’da da bir savaş yürütüyorlar. Cenin’de geçtiğimiz günlerde 3 direniş üyesini öldürdüler. Bu üç kişi İslami Cihad değil, El Fetih üyesiydi ve İsrail işgaline karşı çıkan savaşçılardı. İsrail, Kudüs Kılıcı savaşına bakıp yeni bir stratejik denge yaratmak istiyor ve tüm Filistinli gruplarla tek safta karşılaşmak istemiyor.

Bugün Batı Şeria’dan Gazze’ye, Cenin’e… Filistin’deki herkes bir bütün olarak direniyor ve İsrail işgaline karşı ayaklanıyor. Tüm Filistinliler dışarıda. Bu Filistin için ayaklanmanın ‘ulusal’ karakterini ortaya koyuyor. Bu savaş, Filistin meselesinin uyanmasına sebep oldu, bence bu bizim için bir zaferdir. Saldırının ardından herhangi bir Filistin şehrindeki (Batı Şeria, Kudüs, Cenin…) herhangi bir İsrail saldırısı bir bütün olarak karşılık bulacaktır. Çünkü Filistin meselesi şehirlere bölünmüş bir mesele değildir. Oslo’da Batı Şeria’nın Gazze’den ya da diğer Filistin şeridinden ayrıldığı gibi değil.

İsrail’in siyasi ve askeri olarak yaratmak istediği de bu bölünmüşlük. ‘Batı Şeria ile bir süreç yaratabiliriz ancak bizim sözümüz esas olacak, bizim dediklerimiz yapılacak ve diğer bölgelerden bağımsız olarak değerlendirilecek’ taktikleri bu. Geçen seneki savaştan İsrail de ders çıkarttı ve dedi ki, “Hayır bu savaş sadece Cihad’a, Hamas’a ve diğer bazı gruplara karşı ve sadece Gazze’yi kapsıyor çünkü bu gruplar ve kişiler İsrail için tehlikeli".

Belki Arap dünyasında ve tüm dünyada -Ukrayna gibi- yaşanan konjonktürü de düşünmek gerekiyor. Cihad’a ve onunla birlikte İran’a bakıyorsunuz, üstelik Cihad’ın İslami karakteri var… Tüm örgütlerle aynı anda karşılaşmak istemediler. Bana sorarsanız Cihad’ı yok edemezler, hatta belki Cihad kazandı bile. Çünkü İsrail nükleer silahları olan dünyanın en güçlü -yanılmıyorsam- beşinci ordusu. Ve bu ordu gidip Cihad’a savaş açıyor, üstelik Cihad öyle büyük bir grup da değil. Hamas gibi değil mesela. Ancak tabii askeri olarak iyi savaşçıları var.

Ama bir açıdan İsrail kazandı çünkü Hamas’ı çatışma sürecinin dışına itti. Çünkü Gazze-Batı Şeria ayrımı gibi Hamas-İslami Cihad ayrımı da yapmak istiyorlar. Şimdi Hamas’ı kullanıyorlar çünkü Hamas’ta da pek çok değişim söz konusu. Hamas liderliği Türkiye’de, Hamas liderliği Katar’da… Bu ülkelerin İsrail ile de bağları var. Türkiye’nin de Katar’ın da İsrail ile arası gayet iyi. Katar ise elçilik aracılığıyla Gazze’deki Hamas yetkililerine para gönderiyor…

Bir şekilde savaş durdu, ancak bunun gerçek bir duraklama olduğunu düşünmüyorum. Çünkü İsrail ile herhangi bir anlaşmaya varmak mümkün değildir. Liderleri hapse atar ve ‘Mısır istedi, bizlik bir durum yok’ der. Mesela bugün Nablus’a saldırdılar, bu da onların gerçek stratejilerinin ne olduğunu gösteriyor.

‘ULUSLARARASI KAMUOYU DEDİKLERİ NEDİR?’

Geçtiğimiz aylarda Filistinli bir gazeteci, Şirin Ebu Akile, İsrail askerlerince oldukça açık bir şekilde öldürüldü. Ancak çoğu Batı merkezli yayın kuruluşlarında bu haber fazla yer tutmadı. Ukrayna gündeminin -adına uluslararası kamuoyu dense de- Batı kamuoyundaki yankısını Filistin gündemiyle kıyasladığımızda gözlemlediğimiz bu iki farklı yaklaşım sizin için ne anlama geliyor?

Dünya iki tarafa bölünmüş durumda. ABD ve İsrail, aynı strateji ve politika çerçevesinde bir olmuş. ABD belki sadece kendi Orta Doğu politikaları nedeniyle böylesi bir taktik izliyor. Çünkü biliyorsunuz, ABD’nin mesela Hindistan'la ve hatta Çin'le geçmişine baktığımız zaman ilişkilerinde de bazen farklı oynadığını görüyoruz. Hatta Rusya da buna dahil, Putin ile dostlardı… Ancak İsrail ile olan ilişkileri stratejik ortaklığa dayanıyor.

Ben de ‘uluslararası kamuoyu’ dendiği zaman bunun ne anlama geldiğini gerçekten anlamıyorum. Nedir sahiden bu ‘uluslararası kamuoyu’ dedikleri şey? Ancak bizimle birlikte anti emperyalist bir çizgide yürüyen yok, Filistin mücadelesini destekleyip adalet ve insanlık talep edenler var. Filistin’in dostu bu insanlardır. Büyük derneklerle, yargıyla, yasalarla, Birleşmiş Milletler'le… Bunlar aracılığı ile bir şey yapamazsınız. Asıl güç ABD’dir. Evet belki tek büyük güç değil ama en büyüğü. İsrail’i de aynı şekilde görüyoruz. Bugün onları kullanmayı amaçlayan kim? Emperyalist ülkeler… Arap dünyasını İsrail’i kullanarak yıkmak ve işgal etmek istiyorlar. Tabii bu tankların kullanıldığı bir işgal süreci değil, ekonomiyi kullanıyorlar.

Dünya çapında bakacak olursak, belki ‘küçük İsrail’ler yaratma’ gibi bir amaçlarının olduğunu düşünebiliriz. Ukrayna’nın ya da Tayvan’ın böyle örnekler olduğunu düşünüyorum. Çünkü Rusya, İran ve Çin gibi ülkelerin bulunduğu 'Doğu’dan korkuyorlar. Ne de olsa tek dünya sisteminin kendilerine ait olmasını istiyorlar. Sonuç olarak Şirin’e gelecek olursak, emperyalist güçler her zamanki gibi insan hayatını ya da insan haklarını umursamıyor. Tek umursadıkları şey ne olursa olsun İsrail’i korumak ve güvence altına almak.

‘FİLİSTİNLİLERİN KENDİNİ KORUMA HAKKI YOK MU?’

Peki bu durum Filistin halkında ne gibi hisler uyandırıyor? Çifte standart insanların düşünce yapısını nasıl etkiliyor?

Dediğimiz gibi konu Filistinliler oldu mu insan haklarını görmezden geliyorlar. Filistinlilerin hakları kimin umurunda! Gazze’ye atılan ve çocukları öldüren bombaları destekliyorlar ve hep bir ağızdan diyorlar ki, “Evet, İsrail’in kendini korumaya hakkı var”. Peki Filistinlilerin kendini savunmaya hakkı yok mu?

Filistinliler bu tabloya baktığında ABD’yi ilk düşman olarak görüyor. Çünkü İsrail’in Orta Doğu’daki doğal gaza, petrole sahip çıkan bir yer olması isteniyor. Aynı şey İngiltere sömürgesi zamanında yaşandı. İngilizler kiminle ittifak yaptı? Bazı Yahudilerle ve Siyonist hareketle. Tabii bazı Araplar da Siyonistlerle iş birliğine gitti. Şimdi de aynı şey söz konusu.

Savaşıyoruz çünkü İsrail ülkemizi yok etmek için geldi, biz de onu savunuyoruz. Ve asıl düşmanın ABD olduğunu biliyoruz. ABD bugüne kadar Filistinli yetkililere, Ebu Mazen’e (El Fetih lideri Mahmud Abbas) ne vermiş? Hiçbir şey! Ebu Mazen, “İki devlet yapmak istiyoruz, yerleşimleri durduracağız, Kudüs artık İsrail’in başkenti olmayacak" dediğinde Biden ne dedi? “Evet bunlar sizin haklarınız ama bu talepleri ancak Hz. İsa yerine getirebilir. Ben yapamam.”

Cemal Abdülnasır, 1956’daki savaşta İsrail’e telefon açıp, “Gazze’den, Sina’dan çıkın” dediğinde çıkmışlardı. Neden? Çünkü Sovyetler Birliği vardı. Ancak bugün böyle bir telefon açıp İsrail’e 'yerleşimleri durdurun' diyecek kimse yok.

O halde Sovyetler Birliği’nin yıkılması Filistin sorununda da büyük bir yıkım yarattı?

Evet kesinlikle, dünyada denge yok.

‘DİRENİŞİMİZİ KENDİMİZ İNŞA EDEBİLİRİZ’

Peki Filistin bu çöküşten nasıl etkilendi? Eğer dünyanın dengesi bozulduysa, bugün sizin de bahsettiğiniz ülkeler, yani Rusya, İran ve Çin gibi farklı güçler Filistin için bir denge yaratabilir mi?

Bildiğiniz üzere biz her zaman yüzümüzü Sovyetler Birliği’ne, Küba’ya, Çin’e doğru dönerek ittifakımızı kurduk. Daha sonra ABD’nin bu dengede farklı bir yer aldığını gördük ve bizim için oldukça tehlikeli bir durum oldu. Bu süre boyunca ABD tek başına değildi, ancak son yıllarda yalnız kaldı. Tüm Orta Doğu kan kaybediyor. Rusya artık Sovyetler Birliği değil tabii. Ama Rusya, ABD’nin önünü kesebilir, dolayısıyla buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Eğer ABD sahadaki tek oyuncu olmazsa, bu durumu kendi lehimize kullanabiliriz.

Yani ideal değil ancak pragmatik bir bakıştan söz ediyorsunuz?

Evet, öyle. Mesela Çin, diğerleri bir şekilde Filistin meselesini destekliyor ancak İsrail ile özellikle de ekonomik ilişkilerini koruyor. Hayfa Limanı’nın işletmesini neden aldılar? Çünkü Çin’e uzanan ticari yolun kapsamında görüyorlar. Ancak ABD’ye karşı konum alması bizim için olumlu bir gelişme. Hem Araplar, hem Orta Doğu’daki hareketler, hem de tüm anti emperyalist hareketler için. Bölgede olumlu adımlar atılıyor, bizim de bunu kullanmamız gerekiyor.

Öte yandan biz sadece dünyada yaşananları izlemiyoruz. Ya da sadece buna göre tavır almak zorunda da değiliz. Biz kendi direnişimizi inşa edebiliriz. Çünkü dünyadaki bütün anti emperyalist mücadelelerden bilindiği üzere zafer size bahşedilmez, mücadele ederek kazanılır.

‘İSRAİL İLE ÇÖZÜMDEN ÖNCE HAKKIMIZ OLANIN NE OLDUĞUNU KONUŞMAMIZ GEREKİYOR’

Bu mücadelenizin aşamalarını siz FHKC olarak nasıl görüyorsunuz? Uzun süredir Filistin meselesinde tartışılan ve herkesin aşina olduğu bazı çözüm önerileri var: İki devlet modeli, tek Filistin devleti… Bu önerileri nasıl yorumluyorsunuz ve kendi önerinize ulaşmanız için çizdiğiniz yok haritası nasıl ilerliyor?

FHKC’nin son konferansında bu konuyu değerlendirdik. Bu hedefe dair bir tanımlama yapıyoruz. Biliyorsunuz FHKC, Filistin’i ‘Deniz’den Nehre’ kadar görüyor. Tarihsel Filistin sınırları içerisinde herkes için demokratik bir devlet… FHKC budur.

Ama Sovyetler Birliği ve diğerleri, “Evet belki adım adım çözüm bulunmalı” diyordu. Biz ise bunun kötü bir yol olduğunu söylüyorduk. Adım adım ilerleyen yolun çözüme değil, kurtuluşa ulaşması gerekir. Biz İsrail ile bir çözüm aramak ya da bize çözümün verilmesini istemiyoruz. Hakkımız olanı istiyoruz. İsrail ile çözümün ne olacağından önce hakkımızın ne olduğunu konuşmamız gerekiyor. Bizim düşüncemizde temel olan budur.

(FHKC Kurucusu) George Habaş’ın söylediği de buydu: Tüm stratejiyi biliyor olabiliriz ama bir taktik yaparken onu yalıtıp yaklaşamayız. Hangi taktik olursa olsun bizim bir hedefimiz var. Bu hedefe ulaşmada hangi taktiklere başvurmamız gerektiğini tartışmalıyız, taktikle hedefi birbirinden ayırmadan.

Bu nedenle biz iki devletli çözüm önerisinin bir yalan olduğunu düşünüyoruz. Filistin devletinin nerede olacağını da içeren bu öneriyi kim getirdi? ABD elbette… “Tek bir devlet olacak ancak Filistin’in de küçük hakları olacak.” Hayır bu devlet zaten tek bir devlet, o da Siyonist bir devlet. Hayır, biz Siyonizm’i kesinlikle ortadan kaldırmak istiyoruz. Çünkü Siyonist düşünce ile asla bir yere varılamaz. Biz tüm Filistinlilerin, anti Siyonist bir Filistin’de yaşamasını istiyoruz. Ilan Pappe’nin (İsrailli sosyalist tarihçi) dediği gibi, Siyonizm İsrail’in kanunlarındadır. İsrail’in derisinin altındaki bu Siyonizm’in değiştirilmesi gerekiyor. Ama nasıl? Sistemi yok etmeden bir barışa varamazsınız. Bu yüzden demokratik bir Filistin ülkesi istiyoruz.

Sistemin nasıl yok edileceğini düşünüyorsunuz?

Bu devrimci bir süreçtir. Tarihsel bir çatışmadan bahsediyoruz. Öyle olunca bu anlamda bir reçete yazmak da mümkün değil. Dolayısıyla bu sorunun yanıtı bende de yok.

Ama belki ABD’ye bakabiliriz. ABD bugün geçmişe göre zayıf bir konumda. Bu aynı zamanda İsrail’in de geçmişe göre daha zayıf olduğunu gösteriyor. Değişimden bahsediyorken dünyanın geri kalanında nelerin yaşandığına da odaklanabiliriz. Son savaşı, Kudüs Kılıcı’nı ele alalım örneğin, ABD’de o sırada ne olmuştu? Yüzbinlerce kişinin katıldığı sokak gösterileri vardı, hepsi de ABD’liydi ve İsrail’e karşıydı. İsrail’i boykot eden Filistin İçin İsrail'e Boykot Girişimi (BDS), ABD’deki bir sürü üniversitede örgütlü, neden? Çünkü değiştirmek istiyorlar ve sadece ABD’nin ağzından çıkacak olan söze bakmıyorlar. Bu bence farklı bir direniş, silahlı olmayan bir direniş. Çünkü direniş aynı zamanda gerçeklerin söze dökülmesiyle yapılır.

Aslında değişim uzun bir zaman aralığında daha iyi görülebilir. Önceden İsrail’e bir kurban gözüyle bakılıyordu. Hitler’in kurbanlarıydılar, şimdi ise biz aynı şekilde, başka bir Hitler'in kurbanı olduk. Bunu değiştirmek gerekiyor ancak doğrusunu söylemek gerekirse bu karmaşık bir çatışma ve çözmesi kolay değil. Stratejik olarak zorlu bir satranç tahtasında oturuyoruz.

‘İŞGALCİYE MUHALİF OLMALIYIZ, KENDİMİZE DEĞİL’

Bahsettiğiniz bu hedefe odaklanmak gerekirse eğer, ideal olan Filistin’i nasıl gördüğünüz ve ona nasıl ulaşmak gerektiğini konuştuk. Filistinli direniş örgütlerine bakacak olursak, bazıları sizinle aşağı yukarı benzer düşünüyor. Ancak diğer bazı örgütler -örneğin Hamas- bambaşka bir Filistin tahayyülü kuruyorlar. Devrimci sürecinizin sonunda yeniden bir Filistin inşasına kalkıştığınıza, bu görüş ayrılıklarının sorun olacağını düşünüyor musunuz? Ya da bu ideale dair bir mutabakatınız var mı?

Biz direnişteki diğer pek çok Filistinli örgütle müzakere yürütüyoruz. FHKC olarak FKÖ’deyiz (Filistin Kurtuluş Örgütü) ancak FKÖ’ye katılmıyoruz. Çünkü FKÖ aslında bir ülke gibi ancak somut olmayan bir ülke gibi. Dolayısıyla bizim de siyasi gördüğümüz bir yer, başka bir şey değil. Tabii bazı partilerle farklı seviyelerde konuşuyoruz, Filistin direniş cephesinden bahsediyoruz ve bu cephede İslamcılığa dair tek bir kelime geçmiyor, herhangi bir tanımda bulunulmuyor. Bu İsrail karşıtı bir cephe sonuçta.

Ancak Hamas, mesela geçtiğimiz savaşta olduğu gibi, ‘İslamcı bir siyasi cephe’den bahsediyorlar. Bu ne anlama geliyor? Belki de Ebu Mazen’e karşı bir denge oluşturmak için bunu kullanıyor olabilirler. Bu da değimiz gibi İsrail’in Gazze’yi geri kalan bölgelerden ayırma amacına yarar. Böylesi bir yönteme ihtiyacımız yok, tek gereken bir direniş cephesi. Tıpkı burada Lübnanlıların İsrail işgali sırasında yaptığı gibi. Biz o zaman da Lübnan’daki cephede ve Lübnan Komünist Partisi ile birlikte yer aldık. Filistin’de de aynısını yapabiliriz. Propaganda yapmak için değil, savaşmak için. Bir sistem yaratmak için değil, Cenin’de, Gazze’de, her yerde bir olup İsrail ile savaşabilecek ortak hattı kurmak için. Birbirimizle savaşmak için değil. Ve bizim El Fetih’e de ihtiyacımız var. El Fetih’in hepsi yetkililerden oluşmuyor. Röportajın başında söylediğimiz gibi, Nablus’ta üç şehit verdiler. O savaşçılar El Fetih’tendi.

İşgalciye muhalif olmalıyız, kendi kendimize değil. Biz FHKC olarak yetki makam falan istemiyoruz. Seçime gitmek, Ebu Mazen ile ittifak yapmak, hükümette yer almak istemiyoruz… Neden? Çünkü bu sürecin babası Oslo’dur ve biz Oslo görüşmelerine karşıyız. Biz FKÖ’ye gidebiliriz, evet orada buluşabiliriz. Çünkü biz Filistin’i özgürleştirmek istiyoruz. Baktığımız zaman Batı Şeria’da tüm ekonomiyi İsrail yakalıyor ve kontrol ediyor. Ya da Gazze’ye bakın...

LÜBNAN’DAKİ ‘SAVAŞ’

Son sorumuz Lübnan’a dair. Ülke son yıllarda ciddi bir ekonomik krizin içerisinden geçiyor. Lübnan’daki Filistinliler bu süreçten nasıl etkilendi? Yaşam koşullarında ne gibi değişiklikler oldu?

Lübnan’da ateşli silahların olmadığı bir savaş var. Ateşli silahlardan daha zorlu bir silah kullanılıyor: Ekonomi. Çünkü Lübnan’ı çatışmanın dışarısına itmek istiyorlar, ne de olsa Lübnan’da direniş çok güçlü. Direniş, ABD ve İsrail karşıtı olduğu için Lübnan’ı bu ittifakın dışarısına itmeye çalışıyorlar. Her şeyi yapıyorlar. Gaz ve Beyrut limanı gündeminde sorun çıkartıyorlar. ABD istemediği için her şirketin çalışmasına müsaade edilmiyor. Akaryakıtın ve gazın gelişi konusunda sorun çıkartıyorlar. Tahılda da benzer bir durum var, şimdi Trablusşam’a bir gemi yanaşıyor biliyorsunuz, durdurdular çünkü Ukrayna’dan, Rusya’dan geliyor diye… İsrail ile ilişki kurmazsan senin karşına böyle sorunları getiriyorlar.

Filistinliler de herhangi bir Lübnanlı gibi bu toprakta bulunuyor ve zorlu bir hayat yaşıyor. Bazen STK yardımları, bazen yurtdışındaki akrabaların gönderdiği dolarlar… Bazen de FKÖ, çünkü bazı hastaneler için sigorta sağlanıyor. Bu süreci de İsrail’e karşı bir mücadele olarak görüyoruz. Aslında ilk kez Lübnanlıların ve bizim koşullarımız aynı görünüyor.

Ya ABD ve İsrail bahsettiğiniz bu savaşı kazanırsa ve Lübnan’daki direnişi bastırırsa? Siz bu durumdan nasıl etkilenirsiniz?

Çok tehlikeli bir durum. Neden karşı çıkıyoruz? Çünkü istedikleri, Lübnan hükümetinin bize vatandaşlık vermesi ve Filistin’e geri dönüşü, dolayısıyla da Filistin’i unutmamız. Karşılığında da Lübnan’a para vermek. Bu da bizim ülkemizi satmamız anlamına geliyor. Ancak hem biz, hem Lübnan buna karşı çıkıyor. Bu yüzden İsrail farklı şekillerde direnişi kırmak istiyor. Özellikle de Hizbullah’ın direnişini. Bugün Lübnan’da Hizbullah’ın silahlarından bahsediliyor. ABD Lübnan’da durmaksızın, “Hizbullah İran’dan silah alıyor, ordusu var…” diye yakınıyor. Üstelik Lübnan’da federal bir yönetim tarzı oldukça tehlikeli olacaktır, ki ABD bunu da destekliyor.

Ayrıca tüm Lübnan’ın Hizbullah’a ihtiyacı yok, bazı Lübnanlıların İsrail’e ihtiyacı var. Patrik, İsrail’e gittiğinde ona para verdiler ve “Biz İsrail ile savaşamayız” dendi. Neden? “Çünkü bizim dinimiz farklı, biz Hıristiyanız, etrafımızdaki çatışmaların dışarısındayız.” Lübnan yasalarına göre İsrail ile herhangi bir ilişki kurulması yasaktır. Ama o, “Bizim Vatikan pasaportumuz var o yüzden gidebiliriz” diyor. İsrail’in gelip direnişi kırması için açık kapı bırakmak istiyorlar, bu oyunu oynuyorlar. Tıpkı İç Savaş’ta olduğu gibi. Bildiğiniz üzere iç savaşı hem Filistin hem de Lübnan Ulusal Hareketi karşıtı bir savaşa çevirmişlerdi. Ama şimdi Hizbullah daha farklı. Hizbullah Filistinli falan değil, Lübnanlı ve en büyük askeri güç. Bu da Hizbullah’a karşı herhangi bir savaş açamayacaklarını gösteriyor.