“Dünya Kadınlar Günü”nün “Emekçi Kadınlar Günü"…
Duygular demeyeyim ama kökeni itibariyle “Gül günü” değil, kilitli kadın işçileri fabrikada, atölyede yakan bir yangından ötürü “Kül Günü” olduğunu söyleyip yazan bir inadım var zaten…
8 Martlarda da o yüzden, acımasız çarkların koparıp aldığı “emekçi kadınlar”ı anlatıp yazmak, yazıp anmak istiyorum genellikle.
Artık, “ev hanımı” diye nitelenen kadınların da “ev işçisi, sadece aile yemekçisi değil, emekçisi” olduğunu…
Emekçi kadına ayrımcı işyeri şiddeti de dahil, sayısız şiddet-hiddet-ayrımcılık-mobbing-taciz türünün en ucunda “cinayet”in bulunduğunu…
İşsizlik, yoksulluk, geçim zorluğu şiddetinin en sert darbeleri kadına vurduğunu da asla unutmadan.
Bugün sizi Fida, Hacer, Naile, Halise, Zehra, Emine, Hatun, Fatma adındaki “emekçi kadınlar”la tanıştıracağım.
Yaşları 27 ile 30 arasında değişiyor.
Aslında…
Ölmeselerdi yaşları 27 ile 30 arasında olacaktı bu “emekçi kadınlar”ın.
Ne var ki yaşları 12 ile 15 arasındayken öldüler, bir kamyon kasasından, köprüsü çoktan tükenmiş taşkın dereye döküldüler, Cırpıcı’da gömüldüler.
Bakmayın “iş kazası” dendiğine. “İş katliamı”ydı.
Bakmayın “işçi değiller” dendiğine. Hepsi işçiydi.
Bakmayın “takipsizlik” kararı verildiğine…
Gazeteciler, siyaset, Meclis, yargı ve sizler, bizler takip etmediğimiz, unuttuğumuz, çocukların bir derenin içinden uzanmış ellerini tutmadığımız, bunca senedir, sırılsıklam bir ölümden sıyrılıp adalet bekleyen ruhlarını huzura kavuşturmadığımız içindi sorumluların küstah sorumsuzlukları.
Onları bu 15 yılda unutmamaya çalışan, tam da kendi kızlarımın yaşlarındayken umursamaz dünyamızdan kayıp gidişlerini asla kabullenemeyen, artık 15 yıl daha yaşlı ve yorgun yüreğimle yine sarılıyorum hepsine.
Fida, Hacer, Naile, Halise, Zehra, Emine, Hatun, Fatma…
Elim kalbimde, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nde, “Ceylanpınar’ın Kayıp Süt Kızları” olan sizleri sevgiyle anıyorum.
Çünkü koyun sağan sayısız, sırasız, sıvasız hanelerden kuzulardı ya onlar; yazıdaki suç duyurusuna rağmen o katliamın üstü kapatıldı…
Çünkü içimde hep bir Süt Kızlar Ağıtı aktı; hayalimde hep bir Süt Kızlar Anıtı, yüreğimizin içine içine baktı.
Bir zamanların Sabah’ı ve Habertürk’ünde yazdığım onca yazıdan da bölümlerle.
İLKEL MODERN KÖLECİLİK DÜZENİ
Fida Elma ya da Hacer Kaya'ya sorabilseydik, "Nedir derin devlet?" diye...
Hani "öte"den bizi duyup da cevaplayabilselerdi...
Naile'ye, Halise'ye, Zehra'ya, Emine'ye, Hatun'a, Fatma'ya sorabilseydik, "Nedir?" diye...
Hani sulara kapılmış da bulunmamış narin bedenlerinden bir ses gelebilseydi...
Alıştığımızdan farklı tanımlarlardı:
Derin Devlet, 12-15 yaşlarındaki çocuklarını, Şanlıurfa’da Çırpı Deresi’nin derinliklerine gömen, oradan Fırat’ın derinliklerine sürükleyendir. Bizi ölüme taşıyandır, minicik hayatlarımızı suya düşürendir!
12-13 yaşında çocukları karakollarda kayıplara karıştıran, kemiklerini yıllar yıllar sonra kuyulardan fışkırtan ne ise, bir bakıma bu da odur!
Bakın, nasıl olmuştur:
1. Devlet, o meşhur, o gözbebeği Ceylanpınar Tarım İşletmeleri'ndeki birtakım işleri "özelleştirmiştir".
2. Devlet, kendi işletmesinde dahi, insanların köle gibi çalıştırılmasına göz yummuştur.
3. Çocuk yaşlarda kızların, hem de sigortasız çalıştırılmasına göz yummuştur.
4. Bu çocukların günde 2-3 TL'lik yevmiyelerle köleleştirilmesine göz yummuştur.
5. Bu çocukların, sağmaya gittikleri koyunlar gibi, belki daha beter koşullarda, kamyonlarla, kamyonetlerle taşınmasına, 43 çocuğun, genç kızın bir kamyonet kasasına sıkıştırılmasına, yağmur altında oraya tıkıştırılmasına göz yummuştur.
6. Bunlar yetmezmiş gibi, aracın güzergâhındaki köprünün, yıkıldıktan sonra da öyle kalmasına, bir işaret, bir uyarı dahi konulmamasına, bunun yol sanılmasına göz yummuştur.
7. Ama derinim, devletim, su üstünde kalanım; çocuklar derinlere yuvarlandıktan sonra, Valisi, Komutanı, Emniyet Müdürü ile oradadır.
8. Bu bir suç duyurusudur!
Süt Kızlar; Türkiye “Serbest Piyasa, Esnek İş ve Kronik Kazalar Sorumsuzluk Projesi”nin kurbanı olmakla kalmayıp “devlet süt üretir mi, tiyatro oynatır mı” diye özelleştirilmiş devlet çiftliğinde, günde sadece 3-5 TL’ye, hem çalıştırma yaşına, hem iş ahlakına aykırı, yasadışı katmerli sömürülüyordu.
Elbet hem çocuk, hem kız, hem yoksul olmanın zalim zincirleri aileleri çoktan razı ediyordu günde 3-5 liraya.
Ama piyasa sadece sömürmekle, süründürmekle kalmıyor ki Hatun…
Servis aracı diye, 43’ünü kamyonet kasasına doldurup sütkızları döküverdi işte dereye. (Ölü sayısı sonradan 10 olmuştu.)
Sütkızın emeğiyle yetinmedi; canını da alıverdi!
Emeğini değersiz tutmakla yetinmedi; ölüsünü de değersiz kılıverdi!
Bu memlekette bir "kölelik" düzeni var.
Birkaç yazıyla dertlerini deştiğim bankacılar mesela “modern kölelik” sektöründen.
Sık sık dertlerine değindiğim “Silahlı Kuvvetler proletaryası” mesela, “militer kölelik” sektöründen.
Ve yukarıdaki, daha doğrusu, derinliklerdeki o çocuklar açık açık “ilkel kölelik” düzeninin en alttakileri.
"Devletin nitelikleri" diye durmadan tartışanlar, laiklik, hukuk devleti ve demokratiklik unsurlarını zaten haşat edip duranlar veya hep orada takılı duranlar, "sosyal devlet" niteliğini, yani o büyük, derin yalanı pek mesele etmiyor.
Çünkü hakiki demokrasi ile hakiki hukuk devletinin güvencesindeki hakiki sosyal devlet; bu kölelik sektörlerini, bu ağalık, bu buyurganlık, bu imtiyaz, bu esaret, bu rehinelik, bu aşağılama, bu ufalama, bu kişiliksizleştirme, bu istismar etme, bu angarya ve ekonomik – sosyal - şiddet sektörlerini utanç vesilesi ederdi en azından.
Derine gömdüğü çocukları seyreden bakanlardan;
Askerini intihara sürükleyen komutanlardan;
Tahsilsiz minicik çocuklarını koyun ağıllarında, tahsilli gençlerini bankalarda markalarda köleleştirenlerden hesap sorardı.
Ama öyle değil.
Katille gurur duyabilen elemanları, mafya ve çete liderlerine öpücük yollayan istihbaratçıları, caniden tetikçi, bombacıdan muhbir, muhbirden suikastçı çıkarmış bir derinliği var devletin.
Utancı yok.
Derinliği var.
O derinliğe çocuklarını gömüyor!